Yok mu hesap soracak biri
Millet bir lokmaya, bir hırkaya muhtaç bırakılmışken, iktidarın gözbebeği bürokratı, Şehzadeler Şehri’nin yiğidi, çok Sayın İbrahim Şahin’in bir eli TRT’de, bir eli “soylular sporu”nun sevk ve idare merkezi Golf Federasyonu’nda
Koltuklarını kabartan karpuzlardan biri de Golf Federasyonu Yönetim Kurulu üyeliği olan TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, Anadolu Ajansı’na verdiği özel mülakatta, “Köyden gelen, köy hayatını iyi bilen bir insan olduğum için golfü çok seviyorum. Golf oynarken kendimi köyümde gibi hissediyorum...” demiş.
Sanırsın “köyüm” diye Beddingham yahut Sutton Valence’den bahsediyor. Kaval çalan çobanlar değil, ekose etekli, gaydalı Anglo-Sakson beyamcaların ezgisi ninni oldu kulağında...
Amasya’nın elmasını, kalesini, ahşap evlerini, kaya mezarlarını bilirdik... Allah kimseyi düşürmesin; “Darüşşifa”sının da namını duymuşluğumuz vardı da; Amasya golfü evvelce hiç çalınmamıştı kulağımıza!
Çin prensi olabilir
Bir an düşünceye daldık: Kökeni Ming Hanedanlığı’na dayandırılan golf, İbrahim Şahin’in ata sporu olabilir miydi gerçekten? Amasya nireeee, Çin nireydi? Acaba “hanedan eğlencesi” ile “şehzadeler şehri” konseptinden mi kurmuştu bağını TRT Genel Müdürü? Yoksa... Yoksa... Aman Allahım; İbrahim Şahin, ataları “kavimler köçü” sırasında, “barbar Türkler”in esiri olarak batıya getirilmiş bir Çin Prensi miydi?
“Yapılan araştırmalara göre golf oynayan insanların, dünyada en uzun ve sağlıklı yaşayan, kalp krizi geçirme oranı en düşük insanlar” olduğunu savunan Şahin’in dedesi de patlıcan pehliyi, gömlek kadayıfı, cızlağı lüplettikten sonra “sim sim” oynamak varken değnekle top dövüyor olabilir miydi hakikaten?
Amasya da, 2005’te golf sahası kurulmaya girişilen Ağrı yahut Senfoni Orkestrası eliyle “kültür aşılanan!” Bayburt gibi, “köylünün modernleşmesinin yolu golf sahasından geçer” tezinin ideoloğu Çetin Altan ve müridlerinin asimilasyon(!) kurbanı mıydı?
Mesela Merzifon’a gidip herhangi bir evin kapısını çalsak; şöminesinin karşısında şarap yudumlarken Mozart dinleyen bir “çekirdek aile” nin evine mi Tanrı misafiri olacağız şimdi?
İşi ’Dalgacı Mahmut’luğa vurmam Şahin’in sözlerinin yarattığı “dumur” etkisinden; “yok artık daha neler” sınırına dayanmamdan... Yoksa mevzu vahim kere vahim!
“Şehzadeler Şehri”nin bağrından çıkmış Anadolu delikanlısına da “soyluların sporu”nu yapmak yakışır da; “golf oynamanın” mali tutarından haberin var mı ey ahali!
Rabbim Şahin’e “dünyanın en pahalı sporlarını icra eylesin” diye mi nasip etti TRT’yi acaba?
Eninde sonunda “devlet memuru” olan Şahin’in bir golf çorabına verdiği parayla siz çocuğunuza kaç öğün yemek yediriyorsunuz biliyor musunuz?
Peki öğrenmek ister misiniz?
Biz de öğrenmek, öğrenmek için birinci ağızdan bilgi almak, bunun için de Yeniçağ’da peş peşe sıralamak istiyoruz sorularımızı Şahin’e ama... Nafile çaba!
Malum, Sayın İbrahim Şahin Bey, yönettiği kurum “sahte haham Tuncay Güney’in, canlı yayında hakaret ve iftiralar savurmasına zemin hazırladığı, izin verdiği, göz yumduğu için CHP’ye, masraflar dahil 87 bin TL ödemek durumunda kaldığı, yani devleti zarara uğrattığı için attığımız ”Şimdi öde bakalım İbrahim“ manşetini ”kırıcı ve yaralayıcı“ bulduğu 12 Ekim 2010 gününden bu yana Yeniçağ okumuyor; okutmuyor!
Uydurmuyoruz; hatırlarsanız bizzat tebliğ etmişti kararını Genel Yayın Yönetmenimiz Hayri Köklü’ye; ve biz de ilan etmiştik size 13 Ekim tarihli Medya Polemik’te...
Bu iş yüce Meclise düşer
İş bu halde;
Yeniçağ okumadığına...
Şu saate kadar açıklama ihtiyacı duymadığına göre, muhtemelen dün bu haberi birinci sayfadan veren Sözcü’yü de okumadığına...
Gün aşırı bir skandalını yayınlayan Cumhuriyet’e de bakmadığına...
Yani medyadaki saray soytarılarının nefsini ”yağ“ ile besleyen satırlarından ötesine geçit vermediğine göre şahsına tahsis zannettiğinden şüphelendiğim TRT ekranında...
Yeniçağ’ın ” üslubu “ndan rahatsız olan İbrahim Şahin’den; ”devlet“ denen yapıyı ”çiftlik“ olarak algılayıp algılamadığının cevabını alacak biri lazım... Hangi ”eşsiz“ özelliğinden dolayı koltuklarının ”kârlı“ karpuzlarla doldurulduğunu soracak biri...
”Golf merakının halka faturası“nın hesabını soracak kimse yok mu mesela yüce mecliste! Öyle ya mülakatında, ”TRT’de aldığı hızlı kararları da yaptığı spora borçlu olduğunu“ anlatıyor Şahin gururla... Eee o ”hızlı karar“ların kuruma ”tazminat, itibarsızlık, güvensizlik, izlenmezlik vs..“ olarak geri döndüğü de ortada...
Muhalefet olur... ”Kimsesizlerin kimi“ kontenjanından bir iktidarlı olur... Millet bir lokmaya, bir hırkaya muhtaç bırakılmışken bir eli TRT’de, diğer eli ”sonradan aristokrasi”nin zevkini tatmin sporunun sevk ve idaresinde olan Şahin’e biri artık ”resmi“ yolla hesap sormalı!
++++++
Bu kadar mı ciddiyetsizlik olur
TRT resmi internet sitesinde ilan ederek personel alımı için sınav düzenledi.
İlanda soruların yüzde 30’unun TRT mevzuatı, yüzde 70’inin genel kültür ağırlıklı olacağı belirtildi. Bu duyuruya karşın 27 Kasım’da yapılan sınavda tam tersi oran uygulandı.
CHP Milletvekili Turgut Dibek konuyu bir soru önergesiyle Meclis’e taşıdı...
İki gün sonra ne mi oldu? TRT sınavı iptal etti... Tam 822 kişi bu şekilde mağdur edildi. Sınav 18 Aralık’ta yenilenecek.
Fakat o ne? Resim seçici olarak 92 kişi sınava girmişti. Yeni sınav listesinde 93 kişi var. Muhammet Ergün adlı biri daha eklenmiş listeye... Turgut Dibek tabii bunu da mesele yaptı.
TRT’ye soruyor:
Bu kadar mı ciddiyetsizlik olur?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Havuç’un sapı
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, daha geniş bir bakış açısıyla ele almış televizyonlardaki dizileri. (...) televizyonun toplum hayatını yönlendirmekte çok etkili olduğunu biliyorum. Sosyal olarak kabul görmeyecek birtakım davranışların veya yaklaşımların önce televizyonlar aracılığuyla “normalleştirilip” sonra topluma kabul ettirildiğini fark ediyorum. Aile içinde konuşulmayacak konuların televizyonlarda ele alınıp konuşuldukça günlük yaşama girdiğini, olağandışı ve kabul görmeyecek davranışların televizyonlarda tekrarlana tekrarlana toplumsal hayatımızın bir parçası haline geldiğini gördük. (...) 6-7 yıl önce Türkiye’de önem taşıyan bir kurumun üst düzey bir yöneticisiyle beraberdik. Onun davetiyle. Bir televizyon kanalındaki bir gelişmeden şikayet ediyordu. “Bakın Fatih Bey, gazeteleri belirli bir bilinç, belirli bir kültür düzeyine sahip kişiler okuyor. Onlarda yazan şeyler ne olursa olsun bir yere kadar. Ama bu televizyon denilen meret kör cahilin bile evinde, karşısında. Oradaki kişi ve olaylar evin salonuna, mutfağına, yatak odasına kadar giriyor. Televizyon yöneticilerinin bu bilinçte olması lazım. Terör örgütü niye bunca para döküp, bunca riske girip televizyon kuruyor hiç düşündünüz mü?” demişti. Devlet Bahçeli’nin uyarısı bu yüzden haklı. Havuç biz izlerken büyüyor ama nereye doğru.
* Fatih Altaylı / Habertürk
++++++
Başbakan protestoda bulunan öğrenciler için, “demek ki paraları var ki yumurta atıyorlar” dedi. İyi de devletin de parası olmalı ki sınırsız gaz sıkabiliyor! Ayrıca protestonun makul olanı dometesle olur ama fiyatlar tavan yaptığından likiti yetmeyen öğrenciler evlerinde olduğu gibi her gün yumurta kullanıyorlar.
* Engin Balım
++++++
Yabancının ağzı çuval değil ki büzesin
WikiLeaks ile ilgili bir başka alaturka saçmalık da Başbakan’ın İsviçre’de olduğu söylenen 8 ayrı hesabı ile ilgili iddiayı çürütmek için İsviçre’den belge istemesi çağrısına verilen tepkidir:
Neymiş efendim, olmayan şeyin belgesi olmazmış. Bal gibi olur! Kayda dayanan her bilginin var olup olmadığı pekâlâ sorgulanır. Hele hele şu çağda elektronik bilgiler bir belgenin kayıtta olup olmadığını anında açığa çıkarıyor.
Memur, hatta milletvekili adayı olacağın zaman “Sabıkası yoktur” belgesi alıyorsun.
Sabıka kayıtlarında adını arıyorlar, adın yoksa belgeyi şıppadanak veriyorlar.
İşe gireceğin zaman “ciddi bir hastalığının olmadığını” belgeliyorsun.
Kamu ihalesine katılacağın zaman “vergi borcunun olmadığını” belgeliyorsun.
* * *
İddialar hukuken hiçbir anlam taşımasa da, hatta iddialar basit dedikodulara dayansa da, üstüne üstlük ispat yükümlülüğü iddia makamında olsa bile, söz konusu bir Başbakan, dedikodu sahibi de bir ülkenin Büyükelçiliği olunca dünya basını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’ndan resmi bir girişim bekliyor.
Banka hesaplarını, mahkeme kararı olmadıkça ikinci şahıslar sorgulayamaz. Ama birinci şahıslar pekâlâ sorgular.
Başbakan bir liste hazırlar. Bu listeye önce kendi adını, sonra yakınlarının adını koyar, onların da şahsi talebini alır, kodlama varsa bile açıklanmasını ister. İsviçre’deki tüm bankalara sorar: “Benim/bizlerin sizde hesabımız var mı?”
Cevap bir günde gelecektir!
Gelen resmi cevapları kamuoyuna açıklayınca da, yerli-yabancı tüm münafıkların sesi kesilir.
Hadi yerlileri başka türlü de susturursun. Yabancıların ağzı çuval değil ki büzesin!
* Cüneyt Ülsever / Hürriyet
++++++
Olmaz olmaz deme...
İş başvurusu yapıyorsun...
- Sabıkan var mı?
- Yok.
- Temiz kâğıdı getir.
Okula kayıt yaptırıyorsun...
- Hasta mısın?
- Turp gibiyim.
- Akciğer filmi getir.
Evlenmek istiyorsun...
- AIDS misin?
- Yo-oo...
- Test yaptır, getir.
Oy kullanacaksın...
- Kimsin sen?
- Benim.
- Yok öyle... Ne malum senin sen olduğun? Kütük kaydı getir.
Emeklisin, maaş alacaksın...
- Yaşıyor musun?
- Nası yani?
- Yaşadığına dair imza getir.
- Nerden?
- Bankadan.
Miras alacaksın...
- Rahmetli kim?
- Babam.
- Ölüm ilmuhaberi getir.
- Doktordan mı?
- Muhtardan.
Olmaz olmaz deme...
Belgesini getir.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
Olmayan şeyin belgesi pekâlâ olur!
++++++
Suriye’de kimlerin ‘Minik Kuş’uydun açıkla Fehmi
(...) Şimdi sıra Fehmi’de!... İki konuya açıklık getirmesi gerekiyor.
1. Yabancı diplomatların yanından çıkmazsın. Bugüne kadar gerek Ankara’da ve gerekse yurtdışında hangi yabancılara -özellikle ABD’li ve Araplara- Minik Kuşluk yaptın?
2. Suriye’de hangi yıllar arasında bulundun? Suriye’de kan gövdeyi götürüyordu. Orada bir görevin var mıydı? Görevin yoksa, Suriye’de ne yapıyordun? Geçimini nereden sağlıyordun? Hem MİT’e, hem de Suriye istihbarat örgütü Muhaberata hangi raporları veriyordun? Yoksa ikilimi oynuyordun?
Bu Suriye konusunu biraz daha açayım. 13 Haziran 2000 tarihli yazımda Fehmi’yi şöyle anlatıyorum:
“Uzunca bir süre Suriye’de yaşadı. Şimdi yazacaklarım kesin bilgidir.
Karanlık adam orada Hafız Esad yönetiminin baş düşmanı Müslüman Kardeşler örgütünün içine sızdı. Ayrıca Hafız’ın güçlü istihbarat örgütü Muhaberat’tan bazılarıyla ilişki kurdu. Topladığı bilgi ve duyumları Türk temsilciliklerine ve MİT mensuplarına getirdi. İsmi, bu değerli hizmetleri nedeniyle ’Delet kayıtlarında’yer aldı...”
Hikmet Çetinkaya yazıyor:
“İlişkiler zincirine baktığımızda takkeli liboşun sağa sola neden bulaşıp çamur attığı da ortaya çıkıyor. Koru’nun CIA ajanı olduğu yolunda dedikodular ağırlık kazanıyor...”
Evet sevgili okuyucularım, takkeli liboşun bir yazısından çıkıp onun Suriye macerasına, CIA, MİT, Müslüman Kardeşler örgütü ve katil Hafız Esad’ın Muhaberat örgütü ile ilişkilerine kadar geldik. Eğer isterse, yazacağım daha çook şey var.
Kaşınırsa iyi kaşırım, altından kalkamaz!
* Emin Çölaşan / Sözcü
++++++
Eric Edelman’ın kelle avcısı
“Edelman benim de kellemi istemişti” diyen Yenişafak yazarı İbrahim Karagül, Irak işgalinin en şiddetli günlerinde ABD’nin işkence, tecavüz ve katliamlarını yazdığı için “kendi gazetesindeki yazarlarca susturulmak istendiğini”, hatta “lince uğradığını” hatırlatmış dünkü yazısında...
Ama o günlerde kendisini “ABD ile ilişkileri bozmak gibi çok büyük bir günah işlemekle” suçlayan, “bu adam ABD ile ilişkilerimizi bozacak, yazılarına son verilmeli” diyen o yazarın adını hatırlatmamış...
Balık hafızalıyız ya, yanılıyor olabiliriz; keşke Edelman adına kelle avına çıkan o yazarın adını da hatırlatsa;
Fehmi Koru muydu yoksa!
++++++
MİNİ YORUM
Kader mahkumları(!)
Mehmet Ali Birand WikiLeaks mağduru Tayyip Erdoğan ile kader ortağı ilan etti kendini. “Ben de aynısını yaşadım, ben de olmayan şeyleri ispata çağrıldım” diye dert yandı...
İyi de TRT’yi dolandırdığına dair mahkeme kararı mı “yok” hükmünde, Karen Fogg’un “şekerleri”yle yazışırken telaffuz ettiği “takdir meblağları” mı Birand’a göre...
Elini vicdanına koyup cevaplasın diyeceğim ama vicdana da artık her bünyede rastlanmıyor ki...