Yiyin bakalım birbirinizi...
Çarşı karıştı...
Önce Cengiz Çandar Taraf’ta yayınlanan röportajında “Erbakan’ın gitmesi kararı 12 Mart 1997’de ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 7. katında yapılan bir toplantıda alındı” dedi.
Peşinden Henri Barkey, Çandar’ı “tutarsız” bulduğunu söyledi.
Ve şimdi de Çandar, Barkey için “Kullandığı dili çok yakışıksız buldum. Kendisi nerden dahil oluyor bu konuya onu anlamak mümkün değil. Henri Barkey’in bir derdi varsa gitsin Alan Makovsky ile çözsün. Tekrar ediyorum kullandığı kelimeler yakışıksızdır, ikincisi bu konunun üstüne böyle heyecanla niye atladı? Bu bir doğruyu arama çabası değil kötü niyet görüyorum. Amerika ve İsrail’i, 28 Şubat’tan aklamak için kim bir girişimde bulunursa kendini yaralar, bunun altından kalkamaz” diyor!
***
Vay be, Çandar’a da bakın hele...
“ABD’yi anti-emperyalist duygularımın zerresi kalmayacak biçimde kavradım” dediği gün yeni konumuna “kafiye olsun” diye böyle yazdığını sanmıştık, meğer emperyal sistemin “bilirkişisi” olduğunun ilanıymış o satırlar hakikaten.
Baksanıza ABD’li, üstelik de CIA bağlantılı bir profesöre “Sana ne oluyor, sen de kimsin, sen ne anlarsın ABD’de işlerin nasıl döndüğünden, ben birşey diyorsam vardır bir bildiğim” demeye getirip kafa tutuyor!
***
Lafın doğrusunu dün Aydınlık’tan Mehmet Ali Güller söyledi:
“Çandar’ın koroya dahil olup 28 Şubat’ı Amerikancı ilan etmeye soyunması, Amerikayı da şaşırttı!..
Aslında Çevik Bir’i en iyi, aynı tastan su içtiği Cengiz Çandar bilir; tıpkı Barkey’in de Çandar’ı bildiği gibi...
Bir’in neden 28 Şubat’ın “Truva atı” olduğunu, neden Karadayı tarafından Genelkurmay Başkanlığının engellendiğini, neden Karadayı ve Kıvrıkoğlu “hizadan çıkmış generaller” diye Pentagon’da çizilirken, Bir’in Cumhurbaşkanı adayı yapıldığını, en iyi “Pentagon’un adamı” olan Cengiz Çandar bilir...”
***
Malum Barkey AKP’nin, resmi açılışını “Polis Akademisi”nde yaptığı “Kürt Açılımı”nın mimarı!
Birçok insan “açılım yarım kaldı” diye serzenişte bulunurken, dünkü Barzani ağırlamasıyla bir kere daha anlaşıldı ki “açılım” aslında tam da hedeflediği yere yani Kuzey Irak’a vardı!
Açılımı açmak üzere Polis Akademisi’ne davet edilen 12 saklı seçilmişten biri olan Çandar’la Barkey’in birbirlerinin gözlerini oymaya kalkışmaları bana biraz garip geldi...
Ama durun bir dakika... Çandar, Soros fonlu TESEV raporunda açılım güzergahını Erbil’den değil de İmralı’dan ve hatta Öcalan’ın ev hapsinde tutulmasını önerdiği Diyarbakır’dan geçirmişti değil mi!
Hatta “PKK’yla müzakere”yi savunuyor diye Emrullah Uslu Taraf’ından lime lime edilmişti!
Bu arada Çandar’ın “Yeni imparator” dediği Obama’yı Barkey yerden yere vurmuştu “Kürt politikası” konusunda...
***
Hava zaten bir öyle bir böyle, metal yorgunluğu başgöstermiş bünyede; ne gerek var bu kadar girift ilişkiler içinde boğulmaya mı diyorsunuz?
Valla haklısınız;
Bugüne kadar bütün enerjilerini milletin başını yemek üzere sarfettiler; bırakalım biraz da birbirlerini yesinler...
JİNSA üzerinden “örtülü köstek”
AKP yandaşları (son olarak Nazlı Ilıcak), 28 Şubat soruşturması başlayalı beri ısrarla Çevik Bir ile Yahudi kuruluşu JİNSA ilişkiye dikkat çekmeye çalışıyorlar yazılarında.
Bir’in 1999’da, bu kuruluştan “daha önce mevcut olmayan özel bir ödül (Ulusal Liderlik Ödülü)” aldığını hatırlatıyorlar.
JİNSA’nın Bir’in Cumhurbaşkanlığı için lobi yaptığını...
İyi güzel de...
Tayyip Erdoğan da 16 Temmuz 2002’de JİNSA ile görüşüp partisinin iktidara geldiği seçim öncesi lobi desteği almamış mıydı!
Ocak 2004’te Amerikan Yahudi Kongresi’nden “daha önce hiçbir Müslüman’a verilmemiş olan Davut Boynuzu ödülü”nü alan Tayyip Erdoğan değil miydi!
Birkaç gün önce Eren Erdem, Star yazarı Nasuhi Güngör’ün “Yenilikçi Hareket” kitabından şöyle bir alıntı yayınladı:
“İşte bu ilginç isimle (Çevik Bir‘le) ilgili, çarpıcı bir iddia daha vardı. Bir, cezaevinden çıkan Erdoğan‘la bir araya gelmiş ve hayli sıcak bir görüşme yapmıştı. Bir‘le Erdoğan‘ın, ‘program çakışması‘ yüzünden bir kere de ABD‘de bir araya geldikleri iddiasını ise taraflar (Erdoğan ve Bir) sessizlikle karşıladılar. İddiaya göre, her iki isim de ABD‘de Jewish Committe‘nin (Yahudi komitesi) konuğu olmuştu.” (S. 92)
“JİNSA, İsrail‘in, daha geniş anlamıyla Yahudilerin dünyadaki çıkarlarını korumak ve özellikle de güvenlik konusunda politikalar üreten bir kuruluş... JİNSA, iç içe geçmiş bir CIA-MOSSAD yapılanmasıdır.” (S. 148)
AKP’ye yakın duran isimler “JİNSA”yı gündemde tutmak için özel bir çaba harcarken bütün bunları unutmuş olamazlar değil mi?
Tayyip Erdoğan’ı destekler görünenlerden kimileri, bana öyle geliyor ki yanına iliştirilmiş birer “örtülü köstek”ten ibaretler...
ABD’nin “kirli işler”i
Küresel güçlerin Ortadoğu ve İslam dünyası üzerindeki paylaşım mücadeleleri her geçen gün biraz daha açığa çıkarken, bölge içi çatışma potansiyelleri de aktif hale geçiyor. Irak’ta başlayan mezhep çatışmaları şimdi bütün bölgeye yayılma istidadı gösteriyor.
Belirtmek gerekir ki, çatışmalar sadece iç ihtilaflardan, tarihten gelen olumsuz mirastan kaynaklanmıyor, çatışmalarda uluslararası rekabet alanının Ortadoğu olarak seçilmesi önemli rol oynuyor. Özellikle Anglosakson güçler, İslam dünyasını “entegre edilmemiş boşluk” kabul edip, bölgeyi son bileşenlerine ayırıyor, her bileşeni diğerlerine karşı özerkleştiriyor, ona kendi üzerine kapanmasına yarayacak ‘sert kimlik’ kazandırıyor, sonra da her unsuru diğerleriyle çatıştırarak düzen vermek istiyorlar.
(...)
“Yaratıcı kaos” doktrini çerçevesinde sürdürülen mezhep çatışmalarında Amerikalılar başrol oynamaktadırlar. Mayıs-2007 yılında konuşan eski bir Iraklı subayın itirafları dudak uçuklatıyordu. Ajan provokatör şöyle diyordu: “Bir gün Şiilerin yoğun olduğu Azamiye’de bir Şii, ertesi gün Sadr kentinde bir Sünni’yi öldürüyorduk. Bu iş için Amerikalıların kurduğu bir ‘kirli işler ekibi’ var. ” (Yeni Şafak, 12 Mayıs 2007).
CIA’nın eski Ortadoğu bölge şefi Robert Baer’in bu konuda söyledikleri hayli ilginç: “Sünni-Şii savaşını tetikleyelim. Biz Amerikalılar niye ölelim ki! Bırakalım (Sünni-Şii) Müslümanlar birbirlerini öldürsünler” (Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 14 Nisan 2012.)
İşgalden bu yana Irak’ta yaklaşık 1 milyon insan hayatını kaybetti, milyonlarca insan göçmen durumuna düştü veya kendi yurtlarında yer değiştirmek zorunda kaldı, yüz binlerce çocuk yetim, kadın dul. Bugün Irak fiilen üçe bölünüyor, bölünmeyi tetikleyen ana unsur mezhep ve etnik kimliklerin sert çekirdekler şeklinde birbirleriyle çatıştırılmaları. Fakat elbette mezhep ve etnik çatışma Irak’la sınırlı değil, Suriye sorununa bir çözüm bulunamazsa bu ülke de derin bir mezhep ve etnik çatışmanın içine sürüklenecek; bu çatışma Türkiye ve diğer bölge ülkelerini de içine alacak kadar ciddi ve tehdit edici.
Şu veya bu amaçla mezhep ve etnik çatışmaları derinleştirip sürdürenler, bilmeliler ki harap olduktan sonra Basra’yı kim ele geçirirse geçirsin, elinde iktidarını kullanacağı ne toprak kalır ne ahali.
Ali Bulaç / Zaman
“Sünni-Şii savaşını tetikleyelim. Biz Amerikalılar niye ölelim ki! Bırakalım Müslümanlar birbirlerini öldürsünler”
Robert Baer / CIA’nın eski Ortadoğu Bölge Şefi
İncirlik’te nükleer iddiası
İddiayı ortaya atan ICAN’ın Türkiye koordinatörü Arif Köse. Herkes İran’ı konuşuyormuş..
İncirlik Üssü’nü gören yokmuş.. İncirlik’te 40-90 arasında değişen nükleer bomba varmış..
Son yayınlanan raporlara göre; bu bombalar 2017 yılında yeni türleriyle değiştirilecekmiş..
Çarpıcı iddia değil mi? Umarım cevap veren çıkar..
Mehmet Tezkan / Milliyet
Terörist başına konukevi gazeteciye hayvan barınağı
Birkaç gün önce Silivri Cezaevi’nde inceleme yapan muhalefet milletvekilleri “Mahkumlar için ayrılan bölümde hayvanın bile barınamayacağını” açıkladılar. (...)
Bir yanda kapı gibi “12 Eylül darbesi”ni yapanlar yaşlıdır, maşlıdır diye tutuklanmazken, son olarak Devlet Bahçeli’nin de sorduğu gibi “27 Nisan muhtırası”nın Paşa’sından hiç söz edilmezken diğer yanda “darbe yapmamış, bir ilişkisi de çıkarılamamış insanlar ’hüküm giymiş gibi yıllarca yatmalarına rağmen neden hala tutuklu, neden özgürlüklerine el konuyor” diye sormaz mı? İmralı’daki terörist başı “arkasında terör örgütü ve cezaevi şartlarını inceleyen Avrupa var” diye en iyi imkanlarla, otel şartlarında “konuk gibi” tutulurken, rektöründen, milletvekiline, gazetecisine kadar diğer tutuklular neden “hayvanın barınmayacağı” şartlardadır diye sormaz mı? Ruhat Mengi / Vatan
Aa Atatürk yok...
Kamu kuruluşlarından Atatürk’ün adını silme kampanyası sürüyor.
Anadolu Ajansı’nın web sitesinde amblemin hemen altında yer alan “Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk 6 Nisan 1920” yazısı kaldırıldı.
Anadolu Ajansı’nın en büyük özelliği Kurtuluş Savaşı sırasında kurulmuş olmasıdır.
Anadolu Ajansı kurulmadan önce merkez ajans görevini “Türkiye - Havas Reuter” yapıyordu. Tabii haberler işgalcilerin ve işbirlikçilerin istediği biçimde düzenleniyordu. Meclis kurulmadan 17 gün önce Anadolu Ajansı kuruldu. Türkiye kurtuluş savaşını ve bağımsızlık mücadelesini Anadolu Ajansı’nın desteğiyle yürüttü.
Atatürk AA’nın kuruluşunu Sivas’a çektiği telgrafta şöyle duyurdu:
“... Müslüman kişilerin iç ve dış en doğru havadis ile aydınlanmalarının zorunlu bir gereksinme olduğu önemle göz önüne alınmış, bunun sonucu, burada en yetkili kişilerden oluşan bir özel kurul yönetiminde, (Anadolu Ajansı) adı altında bir kurum kurulmuştur.” AA Genel Müdürü Kemal Öztürk acaba AA’yı kimin kurduğunu sanıyor? Kendisinin mi?
Melih Aşık / Milliyet
Mahkemelik oldular
Radikal yazarı ve Başbakan’ın eski danışmanı Akif Beki, Taraf’ın emniyet kökenli yazarı Emrullah Uslu’nun “Akif Beki söylüyor da oradan biliyorum. Akif Beki “yayınlanması isteğiyle” haber5.c0m’a “Başbakan’dan duydum Emre Uslu Türkiye’ye gelemiyor, gelince MİT operasyonuyla tutuklanacak” diyen kişidir” iddiasını yargıya taşıyacağını açıkladı.
Beki, Uslu için “Kara propaganda imalatçısı, kimin tetikçisi, hangi derin gayeye hizmet ediyor” ifadeleri kullandığı dünkü yazısında “Meseleyi avukatıma havale ettim. İspat fırsatı vermek için mahkemeye davet ediyorum iki tarafı da.
Bakalım kim yalan söylüyor, kim uyduruyor bunları; o site mi, Emre Uslu mu, üçüncü bir taraf mı, hepsi birlikte mi, ortaya çıkacak” dedi.
Hollanda aslanı
Brüksel’deyim.
Havalimanında.
Pasaport kontrolü...
AB üyesi ülkelerin vatandaşları kendilerine ait kapıdan şakır şakır geçiyor, AB üyesi olmayan ülkelerin vatandaşları, yani biz, kuyrukta kuzu gibi duruyoruz, suratsız polisin keyfini bekliyoruz.
Önümde biri var.
Ünlü politikacımız.
Yanında monşer kılıklı biri.
Laflıyorlar.
Anlıyorum ki, o monşer kılıklı arkadaş, Brüksel Elçiliğimizde görevli bi memur, politikacıyı uğurlamaya gelmiş, “hattızatında efenim, arzuhürmet” filan diyor, yıkama yağlama yapıyor.
Malum, çenemi tutamam.
Öne eğildim.
Aralarına burnumu soktum.
“Beyefendi, daha ne kadar bu kapılarda sürüneceğiz?” dedim.
O zamanlar yazmıyorum.
Beni tanımıyor.
Gül’ümsedi.
“Çok yakında” dedi.
“Biz iktidara gelince, bu çirkin muameleden kurtulacağız.”
Gül’ümsemedim.
“Umarım” dedim.
“Çok gördük sizin gibi diyenleri, bakalım, bi de sizi görürüz.”
Gene gül’ümsedi.
“Görürsünüz” dedi.
Dün gördüm...
Kraliyet Sarayı’nda.
Gene gül’ümsüyor.
Boynunda şövalye nişanı.
Hollanda Aslanı olmuş.
Hollanda vize istediği için, anca gazeteden gördüm tabii.
İhmal etmeyeyim de Belçika’dan vize alayım bari... Kraliçe Elizabeth’in şövalyesi oldu, ıskaladık, Kraliçe Beatrix’in şövalyesi oldu, yetişemedik, Kral Albert’in şövalyesi olurken, gider dünya gözüyle görürüm gari.
Yılmaz Özdil / Hürriyet