Yine pişti... Yine Aslı... Yine Barkey...
Kürt açılımının mimarı Henri Barkey, Washington Post’a yaptığı açıklamada, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının istifalarını “Türk ordusunun havlu atması” olarak yorumlamış.
Barkey’e göre “Generallerin siper almaktansa teslim olmayı seçmeleri geçen on yıldaki askeri hakimiyetin kayboluşunun boyutunun işaretini verdi.”
Bir de Aslı Aydıntaşbaş’ın dünkü Milliyet’te yayımlanan satırlarını okuyalım şimdi:
“Ne darbesi!.. Yaşananlar ... ordunun bir anlamda “havlu atması”, siyasi gücü iyice azalan, hatta belki de “sıfırlanan” bir kurumun, kendisine yapılan haksız adli uygulamalar karşısında son çare olarak kenara çekilmesidir!”
Ve işte “yine” ama bu kez “yeni olmayan” bir pişti vak’ası!
“Yine pişti” çünkü birkaç gün önce de Taraf yazarı Emrullah Uslu ile İmralı’daki cani Abdullah Öcalan’ın ifadeleri arasındaki aynılığa dikkat çekmiştik hatırlarsanız...
Tesadüf bu ya Uslu’nun “Liderliğini taşeronların elinden kurtarıp ele geçirmek istiyorsan PKK Kuzey Irak’a çekilsin çağrısı yapmalısın” aklını vermesinden iki gün sonra Öcalan avukatları aracılığıyla “Taşeronlara karşı rolünü sürdürmek için gerekirse PKK’lıları yurt dışına çıkarabileceği”ni ifade etmişti.
Aynı sözcüklerle hem de...
Bu pişti ise “yeni değil” çünkü biz Aslı Aydıntaşbaş ve Henri Barkey buluşmalarını saymaktan yorgun düştük artık.
Mesela daha Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısıyken çıktığı ABD gezisinde Abdullah Gül ile görüşmeden bir gece önce Henri Barkey’in kafa kafaya verip yemek yediği isimler arasında Cem Duna, İlnur Çevik, Behram Salih’den başka Aslı Aydıntaşbaş da vardı...
Ki o ekipten Cem Duna, kısa süre sonra bu kez Bebek’te, bir başka CIA ajanı, Mark Parris’le bir araya gelecekti; Sorosçu Can Paker, Hasan Cemal, Mit’çi Sönmez Köksal ve Cengiz Çandar’la
birlikte...
Bulmaca gibi oldu ama bir
kere daha “Ve...” demek durumundayız;
Ve o Cengiz Çandar, bu Aslı Aydıntaşbaş’la birlikte Henri Barkey’le bir daha nerede çıkacaktı biliyor musunuz karşımıza?
Washington’da The Atlantic Council’de yapılan ve “açılımın yol haritası”nın çizildiği toplantıda! İkisinden başka David Philips, Brookings Enstitüsü’nde görevli Ömer Taşpınar ve Star gazetesinden Nuh Yılmaz da vardı yanlarında...
Yıllarca böyle bir “ortam”dan beslendikten sonra Aslı Aydıntaşbaş’ın TSK’ya Amerikalı Barkey’le aynı pencereden bakmasına şaşmamalı...
Hele de dünkü yazısında yer alan şu satırlarından sonra hiç:
“Gerçek şu ki artık 1923’de kurulan ve askerin garantörlüğünde laik bir rejim öngören 1. Cumhuriyet dönemi kapandı. Kötü değil, tam tersine tarihin akışıyla uyumlu. Artık tereddütsüz İkinci Cumhuriyet evresindeyiz!”
Burkay karşılaması
Türkiye’nin “üniter” devlet yapısını “federasyon”a dönüştürecek açılıma “katkı sağlasın” diye İsveç’ten Türkiye’ye getirilen ve “devlet”i temsil eden Vali Yardımcısı tarafından karşılanan Kemal Burkay’ı, sözlerini yazdığı “Gülümse” şarkısına atıfla karşılamak moda oldu. “Mevsim değişir Akdeniz olur” hayallerinden geçilmiyor köşeler. Ama en favori vurgu, o acıklı “bir kedim bile yok” haykırışına!
Hiç adetimiz değil ama bu kez biz de katılıyoruz koroya. Buyrun size “kedi”ye atıflı “Burkay karşılaması”:
Bir kedim bile yok...
Ama olsun,
Zaten ben bunları
Boğaz manzaralı odam olsun diye yaşadım!
Bir kedim bile yok...
Olsun,
Bana yaydığım fikirlerle zehirlenen binlerce gencin ölüsü yeter!
Bir kedim bile yok...
Ama bir lafımla kedi çiftliği bile kurdurabileceğim bir hükümetim var!
Bu böyle uzar gider... Velhasıl dönüp dolaşıp bağlanacağı yer belli:
Hakikaten doğru söylemiş Burkay “Bir kedisi yok”; ondan gayrı her şeyi tastamam maşallah!
“Sanığıma dokunma” mı!
Habertürk’ten Saliha Çolak’ın haberine göre BDP destekli 5 bağımsız, CHP listesinden 2 ve MHP listesinden de 1 tutuklu adayın milletvekili seçilmesinin ardından harekete geçen TBMM Araştırma Merkezi, “dünya çapında!” yaptığı araştırmada “sanık vekil” olgusuna rastlamamış!
TBMM Araştırma Merkezi, “dünya çapında” bir araştırma daha yapıp, “kayıp trilyon sanığı”nı Cumhurbaşkanı yapan bir başka Meclis olup olmadığını da açıklayabilir mi? Yahut “dünya çapında”, Türkiye’den başka, hakkında kalpazanlık ve ihaleye fesat karıştırmaktan fezleke bulunan birinin üçüncü defa Başbakan olabildiği kaç ülke vardır acaba?
“Siz” kimsiniz!
“Sıra ulaklara da gelecek” başlığını görünce, Kandil, İmralı postacılığına soyunanlardan da hesap soran biri çıkacak diye sevinir gibi olmuştum... İlk cümlede hevesim kursağımda kaldı. Zaten sızdırmacı Baransu, ona süzgeç tahsis eden Yasemin Çongar ve Ahmet Altan patronlarını hedef gösterecek değil ya! Değilmiş netekim... Şöyle diyor: “Biz sizinle “helalleşmeyeceğiz, hesaplaşacağız”. Sıra parmak sallayanları, iyi çocukları hukuk önüne çıkartıp, yaptıklarının hesabını sormakta. Sonra sıra size gelecek.”
“Siz” diyor; yazıyı okuyan herkes tehdit altında bu durumda! Bir de “biz” diyor. “Ali kıran baş kesen” tarafı tarif için “birinci çoğul şahıs zamiri”ni kullanıyor! İyi de “siz” kimsiniz...
Ülkenin AKP hükümetince yönetildiğini sanıyorduk. Çıkaramadık, siz o hükümetin neresindesiniz? Veya hükümet üstü(!) bir gücün tetikçisi misiniz? TSK’nın düşürüldüğü içler acısı hale bakıp da “sıra bizde” dediğinize göre, “alternatif bir ordu”nun askerleri misiniz? Bu ne cüret; kime, neye güveniyorsunuz?
Yazılarınızı hangi dev aynasının karşısında yazıyorsunuz bilemem ama size acı bir haberim var:
Burası hala Türkiye Cumhuriyeti... Hala gönderimizde ay-yıldız var... Ve hatırlatmak şart oldu ki, o ay-yıldız, o göndere “düzenli ordu” ile çekilmedi! Siz unutmuş olabilirsiniz ama bu memlekette hala her Türk “asker” doğar!
Bilmesek melek sanacağız
Yaman Törüner, Milliyet’teki köşesinde George Soros’u anlatıyor:
“Büyük kazananların hepsi, büyük yardım severlerdir. 80 yaşını aşan ve Macar asıllı bir Yahudi olan George Soros da bunlardan biriydi. Bir çok ülkeye yaptığı yardımın tutarı, bu ülkelere, Birleşmiş Milletler tarafından yapılan yardım miktarını aşıyordu...”
Derler ya, yaptıysa babasının hayrına mı yaptı? Yugoslavya “Soros yardımı”yla paramparça olmadı mı? Ukrayna ve Gürcistan’daki Amerikancı rejimlerin tesisi o yardımlarla finanse edilmedi mi? Törüner’in övgüyle bahsettiği Türkiye’ye aktarılan o “8 milyon dolarlık fon”, “etnik kutuplaştırmanın” icadında kullanılmadı mı? Hem emperyalizme hizmetin ne zamandır “yardım” diye anılır oldu?
BASINDAN SEÇMELER
Ordusuz Türkiye yaratma stratejisi
Bu olup bitenler; “Türk Ordusu’na Kore’ye gidişinin faturasını uzatmak” diye açıklanabilir.
Şüphelenmeliyiz.
Kuşku yükseltmeliyiz.
Bu süreç, “Ordusuz Türkiye yaratma” stratejisine benziyor ve “Kore Savaşı çıktığında ordusu güçlü bir Türkiye’ye ihtiyaç vardı fakat bugün Türkiye’nin kendi toprakları içinde bir bölünme-kopma-ayrılma-kardeş kavgası patladığında ordusuz Türkiye, en iyi Türkiye’dir” formülüne razı olmadır. Bu formülün(!) adını da “değişime uymayan gider” koyup değişimci züppeliklere sığınmadır.
Züppeler sevinç içindeler.
Mutluluktan göbek atıyorlar.
***
Askeri Şura, sonuçları irdelese.
Nedenleri sayıp tek tek sıralasa.
Bir ciddi analiz yapsa.
Türk Ordusu’nun bugünkü duruma gelmesini herkesin anlayacağı bir lisanla anlatsa... ABD’nin koruma ve kollamasına alınmış Kuzey Irak’ın Kandil Dağı’ndaki PKK merkezine gidip terörü kaynağında yok etmek yolunda elinin kolunun bağlanmış olmasının da bir açıklamasını dile getirse...
Heronlar çalışmadı, helikopterler kalkmadı, Genel Kurmay’ın ışıkları gece hiç yanmadı, Aktütün’de, Hantepe’de, Dağlıca’da erler bilerek ölüme gönderildi, TSK, sırf iktidar yıpransın diye şehit cenazesi töreni ordusuna dönüştürüldü iddialarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığını, belgelerini koyarak, cevaplasa...
Üç seçim döneminde halktan en yüksek oyları almış İktidar partisi AKP’nin kurucularından ve Meclis Başkanlığı (devlet protokolünde Cumhurbaşkanı’ndan sonra 2 numara) da yapmış Bülent Arınç’ın “İyi ki bu komutanlarla savaşa girmemişiz, bunların savaşacak hali yokmuş” diye verdiği hükmün doğruysa neden doğru olduğunu, yanlışsa bu siyasetçiyi kimin niçin böyle konuşturduğunu netleştirse...
***
Yüksek Askeri Şura toplanıyor.
Toplantı propagandaya dönmesin.
Bizi atama haberlerine boğmasın.
4 komutan niçin istifa etti? 423 subay neden tutuklu? Türk Ordusunun yönetimi; istifa edenler ve istifa etmeyip rutbeye koşanlar diye ikiye mi bölündü? Bu süreç “Ordusuz Türkiye yaratma” ve savaşmadan Türkiye’yi teslim alma stratejisinin son halkası mıdır?
Askeri Şura, bunları analiz etse.
Bu analizi yapmak için de belki 60 yıl önce 1951 yılında Türk askerinin ABD ordusunun yanında Kore Savaşı’na sürüldüğü günlere gidilme ihtiyacı doğabilir. 60 yıl önce Türk askeri, bir Asya milletinin bağımsızlığına karşı ABD komutası altında Kore’de savaşa gönderildiğinde “ordusu güçlü Türkiye” övülüyordu. Bugün kendi topraklarında kardeş kavgası patlama riski bulunan Türkiye’nin ordusunda “istifa edenler ve terfi edenler” bölünmesi yaşanıyor.
Yüksek Askeri Şura, anlatmalı.
TSK’da yaşanan değişim nedir?
Kore’ye gidişin faturası mıdır?
Şura’ya bir dip not bilgisi vereyim: 1980 yılında (31 yıl önce) darbe yaptığında Kenan Evren’in uçağına binerek, güçlü orduya yağlama yazısı yazanlar şimdi; “eskiden muhtıra veriyorlardı şimdi istifa veriyorlar” diye değişim züppesi olmuş yazılar döktürüyorlar.
Necati Doğru / Sözcü
Görünen köyün kılavuzu karga
Adam, “Ben TBMM’yi tanımam, onun dışında bir parlamento kuruyorum” diyor. Adam, “Ben artık vergi vermeyeceğim, ama sen bana bakmak zorundasın” diyor. Adam, “Kolluk gücümü oluşturacağım” diyor.
“Fırsat bu fırsattır”cı Cumhurbaşkanı, sessizliğe gömülmüş.
Hükümet, seyrediyor.
Ulus devleti kurmuş CHP; 20. yüzyılın başında Anadolu’yu bölmek için her türlü naneyi yemiş olan İngiltere’ye “demokratik özerklik dersi” almak üzere, biri Genel Başkan Yardımcısı düzeyinde (Sezgin Tanrıkulu) iki temsilci gönderiyor.
Asker, kendisini yeni rejime uydurmakla meşgul.
Yargı ve savcılar desen; yumurta atan öğrenci, gazeteci ve futbolcu peşinde.
Yasama, tatilde.
Özetle, görünen köy kılavuz istemiyor. Çünkü, kılavuz karga...
Işık Kansu / Cumhuriyet