Yetmemiş!..

CNNTürk’te Bilal Çetin’i izliyorum; Ebru Baki’nin sorularını yanıtlıyor. Konu memur zammı ve dün az buçuk hepimizin yaşamını etkileyen “iş bırakma eylemi”.
“Başbakan ‘memurumu enflasyona ezdirmem’ derken, haklı. Bugüne kadar pek ezdirdiğini söyleyemeyiz” diyor Çetin.
Memur-Sen’e Genel Başkan olacak adammış meğer; harcanıyormuş gazete köşelerinde!
Lafı “toplu sözleşme mekanizması”na getirince “eleştirel gazeteciliğe geri dönüyor” diye rahatladım. Herhalde “grev” kozu olmadan hiçbir manası olmayan pazarlık komedisini de makul bulacak değil ya!
Buldu valla... Konuşmaya “çok yadırgamamak lazım” diye başladı. “Bu daha ilk tecrübe”ymiş, olurmuş böyle şeyler!
12 Eylül 2010’da “Yetmez ama evet” deyip de, referandum ile “ileri demokrasi” diye “örtülü faşizmi” dayattıklarını yeni yeni anlayanlara zaman zaman soruyoruz ya: Yetti mi?
Bazılarına hâlâ yetmemiş demek ki!




“Sayın dağ fareleri”

“Faiz haram” diyen Yiğit Bulut’a twitter’daki Yeniçağ okurlarından Sinan Ural’dan basit bir soru:
Neden/nasıl yıllarca finans haberciliği ve isabetli kazanç analistliği yaptın o zaman?

Alper Görmüş Samanyolu TV’deki Şefkat Tepe dizisinden şikayetçi:
“Karşımda biçimsel olarak televizyon standartlarıyla değerlendirildiğinde dahi bir karikatür; içerik olarak ise medeni bir ülkede kesinlikle ‘nefret söylemi’ çerçevesinde değerlendirilip defteri dürülecek bir dizi vardı. Mesela bir bölümde, erlerden biri, komutanının ‘dağ faresi’ dediği birkaç PKK’lıyla ilgili olarak ‘Komutanım, bu hamsileri yağda mı kızartayım, yoksa buğulama mı yapayım’ diye soruyordu.”
Önümüzdeki bölümde o asker karakteri PKK’lılardan “Sayın dağ fareleri” diye bahseder Görmüş’ün rahatsızlığı da giderilir; “Yeni Türkiye” de bu mesele değil de... Biz, aynı kanalda ‘Tek Türkiye’ adıyla yayınlanan dizide neredeyse “kasabanın laneti” olarak konumlandırılan askere “saygınlığının” iade edildiğini görebilecek miyiz sizce...
Yahut Görmüş ve türevleri bir gün bu “önyargı besleme operasyonunu” da dert edecek mi kendilerine...



BASINDAN SEÇMELER


Hollywood’da çekilen ilk Türk filmi

Eisenhower çağırmış, Celal Bayar da İngiltere’den yola çıkan Mauritania gemisine binerek, anca dört günde ABD’ye varmıştı. Ike lakabıyla tanınan general başkan, Beyaz Saray’da yemek yedirmiş, “Türk milletinin istikbalini alakayla takip etmemiz gerekiyor” demiş, sonra da, “benim işim var, sen biraz dolaş” diyerek, altına özel uçağını vermiş 24 eyaleti gezdirmişti. Yüce Türk basını “Reisicumhurumuz el üstünde tutuldu, baştacı yapıldı” diye yazmış, reisicumhurumuz İstanbul ve Ankara’da davul zurnalarla karşılanmıştı.
“The film” böyle başladı.

***


NATO’ya girmiştik. İadei ziyaret itibariyle, coniler de bize girmişti.
Türk milletinin istikbalini kalkındırmaya, inşa etmeye, İzmir’den başladılar. TOKİ apartmanı yapar gibi, betonarme, iskeleler diktiler.
“Salça fabrikası kurucaz, domates kurutucaz” dediler. Ahali sevindi. 18 metre boyunda, boru gibi bi şeyler getirip, iskelelere oturttular. Ahali gene merak etti. Bunlar ne?
“Minare” dediler!

***


Ahali gene sevindi. Gel gör ki, bekle bekle, ezan okunmuyor, kapıda kurt köpekli nöbetçiler var. “E hani minareydi?” deyince... “Bunlar İbrahim” cevabını aldılar! IRBM yazıyordu kısaca, orta menzilli balistik füze... IRBM canım, Ege şivesiyle irbaam, bildiğin İbrahim yani diye kakaladılar.
“Sizdeki İbrahim’lerin komutasını size vericez ama, fırlatma butonu bizde durcak” dediler.
“Minareler süngü, kubbeler miğfer” kapsamında, minare’leri anladık da...
Miğfer nerde?
Kürecik’teydi... Kubbe şeklinde! Sayın ahalimiz bugün bile hâlâ haritadaki yerini gösteremez ama... “Türk istikbalini alakayla takip eden” arkadaşlara göre, ideal noktaydı. Görüş alanı eşsizdi. O gün kondurup, bugün modernize ettikleri kubbe, 2 bin 300 kilometrelik hassas menzile sahip, 5 bin kilometreye kadar yolu var. Kubbe’deki AN/TPY radar, ki, ahalimiz isterse “Ankara/tipi” radar olarak okuyabilir... Son testte, 4 bin küsur kilometre uzakta havaya fırlatılan tenis topunu takip edebildi.
Tıpkı “İbrahim” gibi... “Hüseyin” diye Müslüman zannettiğimiz Obama, Chicago’ya çağırdığı Cumhurbaşkanımıza “sizdeki kubbe’nin komutasını size vericez ama, butonu bizde durcak” dedi. Daha önce “masaya yumruğumuzu vurduk, buton bizim elimizde” diyen yüce Türk basını “yaşasın, her istediğimizi kabul ettirdik, buton bizde değil” diye yazdı. Ahali sevindi.

***


Başroldeki Cumhurbaşkanımız, The Film’in heyecanlı sahnelerini çekmek...
Epıl, gugıl, tivitır ve feysbuk dekorlarında gezmek üzere, San Francisco’ya geçti. Dönüşte, davul zurnayla karşılanması ve ABD Elçisi Francis’in bahçesine kurulacak sinema perdesinde vizyona girmesi bekleniyor.
To be continued...
Yılmaz Özdil / Hürriyet




ABD Kürecik radarının NATO’ya devredilmesi kararını aldı. Demek ki Kürecik NATO’nun değil ABD’nin radarıymış! Demek ki Anayasa’nın 92. maddesi bir güzel çiğnenmiş.. Ne diyor o madde: “... yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir”.
Siyasetin zirvesinde söylenen sözler inandırıcılığını kaybederse...
Nasıl olur da ayakta kalır bir ülke...
Melih Aşık / Milliyet




“Bu ülkede Anayasa’dan önce bir Adalet Reformuna ihtiyaç var” demekten dilimde tüy bitti..
Bu reform için de bir Adalet Bakanına ihtiyaç var tabii..
Hıncal Uluç / Sabah




Suçsuzluğunu ispat edene kadar suçlusun

Nazlı Ilıcak yazısının bir yerinde şöyle demiş; ’suçsuzluğunu
hâkim önünde ispat etmek yerine (...)’
İnsanlar artık suçsuz olduğunu ispat etmek zorunda..
Nazlı Ilıcak bu acayip durumu, adalet dışı durumu benimsemiş olmalı ki kızdığı kişiyi suçsuzluğunu ispat etmeye davet ediyor..
Suçsuzluğunu ispat edene kadar suçlusun demek istiyor..
Mehmet Tezkan / Milliyet




Vatan yazarı Mutlu’dan Memur-Sen’e şok tavsiye
Hemen allık sürün, alnınızdan “sarı”lık akıyor!

İktidar; 12 Eylül 2010 referandumunda zaten var olan memur sendikalarını, anayasaya koydurdu. Bir de sözüm ona “toplu sözleşme hakkı” tanıdı.
Ama “grev hakkı”nı vermedi! “Yetmez ama evet”çiler, bunu da destekledi!

***


Bu arada; idealist memur sendikaları bir takım suçlamalarla zan altında bırakıldı.
Bir yandan da “sarı memur sendikaları” üretildi! O sendikaların iktidar yandaşı yöneticileri; gittikleri her kurumda memurlarla bire bir görüşerek, “sokağa çıkmamaları şartıyla”, atamalarda kolaylık, terfi gibi kıyak vaatlerinde bulundu.
Rüşvetin yetmediği yerde, tehdit devreye girdi: “Süreriz, perişan ederiz...”
Bizim milletimiz böyle rüşvetleri hiç sevmez (!) ve tehditlerden hiç korkmaz (!) ya; toplu halde eski sendikalarını bırakıp, bu yandaş sendikalara geçti.
Böylece iktidar yandaşı, temsilcisi ve sözcüsü Memur-Sen, birdenbire Türkiye’nin en büyük memur sendikaları konfederasyonu oluverdi.

***


Bakan Bey, 3 artı 3 dedi...
Bunlar direniyormuş gibi yaptı.
Sonra 3,5 artı 3,5 dedi...
Yine rol kestiler. Başbakan devreye girdi,
“Yüzde 3,5 artı 4...”
Onu bile reddediyormuş gibi yaptılar...
Numara, bunların hepsi numara!
Şimdi sadece yüz binleri bulan üyelerinin gazını alıyorlar.

***


Memur-Sen’ci arkadaşlar:
Eğer siz, her fırsatta ülke ekonomisini yüzde 9-10 büyütmekle övünen bir iktidardan, kopara kopara bunun yarısının bile altında bir oranda zam koparabiliyorsanız...
Gidin hemen allık sürün!
Çünkü “sarı”lık her yanınızdan akıyor.
Mustafa Mutlu / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları