Yeter yahu, Kuseyri'yi anlat
Darbe cinayetleri aydınlatılsın diyen Cengiz Çandar işe kendinden başlasın ve 12 Mart’a zemin hazırlamak için, ülkücülerin üzerine attıkları olayda, Mustafa Kuseyri’yi öldüren katilin elindeki kan izlerini temizleyişini anlatsın
Cengiz Çandar isyan etmiş dün:
“Ta 1948’de Sabahattin Ali’nin öldürülmesiyle, mezarı bile olmayacak şekilde ortadan kaldırılmasıyla başlayan siyasi cinayetler zinciri, bazen geniş aralıklarla, kimi zaman sık ilmeklerle birbirine eklenerek 2007’deki Hrant Dink cinayetine dek uzanıyor. Bu zincirin halkaları, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce sık aralıklarla birbiri üzerine ekleniyor; Doğan Öz, Kemal Türkler, Cevat Yurdakul ve Abdi İpekçi cinayetleri gibi. Arada Çetin Emeç, Musa Anter, niceleri var. Uğur Mumcu cinayeti, Madımak Katliamı gibi 1997’de 28 Şubat öncesinde de bir ivme kazanıyor. 2007’deki Hrant Dink cinayeti gibi vicdan kanatmaya devam ediyor. Hrant Dink cinayeti, 2007’de yaşanan ve bambaşka türde bir askeri müdahelenin yaşandığı dönemin öncesinde gerçekleşti, ne hikmetse...Ve, bu cinayetlerin ’arka planı’ aydınlatılmış değil. Yeter yahu!”
Ne dediğinin farkında değil
Gözlerime inanamadım okurken yazdıklarını. Bir yazılanlara baktım, bir yazana... Sonra tekrar... Ve bir kere daha...
“1948-2007 siyasi cinayetler zincirinin her bir halkasının yaktığı ocaklardaki insanlar, Türkiye’nin her biri kendi alanında yeri doldurulmaz değer ifade eden cinayet kurbanlarının en yakınları bir araya geldiler. ’Toplumsal Bellek Platformu’olarak. Adalet istiyorlar. Adalet, giden ve geri gelmez canlarını onlardan alan cinayetlerin ’arka planı’nın aydınlatılması ve ortaya çıkartılması.” diyor ve “saydamlık” talep ediyor.
“Ülkenin tarihindeki kirler silinsin ki, temizlenmiş vicdanlarla önümüze bakabilelim” diyor.
Hem pes yahu... Hem de yeter yahu...
1948’den 2007’ye kadar işlenen siyasi cinayetler aydınlatılsın diyen adam, 1970’de siyasi kamplaşma yaratmak için delillerini yokettiği Mustafa Kuseyri cinayetini ’pas’ geçiyor.
Sonra da “Daha bu yönde hiçbir şey yapılmış değil” diyerek, “arka planı”nın aydınlatılmasına katkıda bulunmayanları kınıyorlar. E, sen başla o zaman “birşey yapmaya”. Önce sen kendi şahidi olduğun cinayetin arka planını anlat, katillerini açıkla, kurduğunuz komployu itiraf et! “Hesap vermeye hazırım” diye çık ortaya.
Hakkı Öcal, bakın nasıl anlatıyor Kuseyri’nin öldürülmesini olayını:
“SBF yurdunda kalırken bir gece hemen önümüzdeki BYYO öğrenci derneği odasında bir silah patlamış; Mustafa Kuseyri isimli bir genç ölmüştü. Mustafa’yı da amcası kıdemli gazeteci Şemsi Kuseyri’yi de tanırdım. Oktay Ekşi belki ister diye hemen bir kaç kare resim çekip fırladım matbaaya gittim. Döndüğümde oda arkadaşım beni yurda giden sokağın başında bekliyordu; yurda gitmeme engel oldu:
”-Aman Hakkı yurda gitme, MDD’ciler seni bekliyorlar; resim çektiğini duydular. Ellerinde tabanca var!
MDD’ciler Mihri Belli’nin fikri önderliğini yaptığı Milli Demokratik Devrim grubuydu. Öldürülen genç, Basın-Yayın’ın değil Hukuk Fakültesi’nin öğrencisiydi ve o gruba mensuptu.
Ben o gece matbaada sabahladım; bir kaç gün içinde de oda arkadaşımla birlikte Yeşilyurt Sokak’ta ev tuttuk. Uzun süre SBF öğrenci yurduna ayak basamadım.
Halâ karışık bir hikayedir Mustafa Kuseyri’nin öldürülmesi. Bir kolkukta, boynu yandaki kitaplığa dayanmış. Şakağından kanlar akar ve yerde göllenirken göründüğü resme bakarım arada bir. Konuşacak gibi durur o resimde. Konuşacak ve kendisini kimin öldürdüğünü fısıldayacak ve sonra gözlerini tümüyle kapatacak gibi..
Bu cinayet o zaman MHP’nin denetiminde olan Ülkü Ocakları’na yıkılmış ve profesörler cübbeleriyle arkalarında öğrenciler “Kahrolsun Faşizm” yürüyüşleri yapmışlardı. 12 Mart’ın yolu bu taşlarla döşenmişti.“
Darbe için vesile yaratmışlardı
Gün Zileli de, Yarılma’da “Kuseyri kaza kurşunuyla ölmüştü, fakat bazı aklıevveller, böyle yaparak hem kazaya sebebiyet veren devrimciyi (daha sonra Nejat Arun adlı basın-yayın’lı arkadaş olduğunu öğrenecektim bunun) korumuş olacaklardı, hem de olayı faşistlerin üstüne yıkarak anti- faşist bir gösteri örgütlemek için bir vesile yaratmş olacaklardı....” diye hatırlatıyor o günleri.
Keza Hasan Cemal, itiraflarından oluşan Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım kitabında anlatılanları doğrulamakla kalmıyor, Nejat Arun’un elindeki kan izlerini temizleyen kişinin Cengiz Çandar olduğu bilgisini veriyor.
Durum buyken, hala ne bekliyor Cengiz Çandar?Kuseyri’nin ailesinin, yakınlarının, arkadaşlarının da çıkıp “Yeter yahu, anlat şu cinayeti Cengiz Çandar” demelerini mi?
Buna gerek var mı? Sen bırak 12 Eylül’ün yolunu döşeyen cinayetleri de, 12 Mart’ın yolunda akıttığınız kanın hesabını ver Cengiz Çandar! Elinin kanıyla, katliam mağdurlarının işine karışma!
* * *
Faşizmi telin için olay örtbas edildi
Doğan bey, her zamanki gibi kesif sigara dumanlı, küçücük odasında çalışıyordu. Ağzının bir kenarından hiç eksik olmayan Samsun cigarasını tüttürürken: “Bak Hasan” dedi gözlüklerinin üstünden bakarak, “Kuseyri’yi faşistler öldürmedi. bir arkadaşı kazayla vurmuş...” Cebeci’ye, Siyasal Bilgiler’in yanındaki Basın-Yayın’a gittim. Dışarıda öğrenciler “Kahrolsun faşistler!” diye slogan atıyordu. Olay akşam vakti olmuştu. Kuseyri, tabancayla rus ruleti oynarken yakın arkadaşı Nejat Arun tarafından kaza sonucu vurulmuştu. Nejat’ın kaçarken bıraktığı kanlı el izlerini silenler arasında, Cengiz Çandar da vardı. Ve olay örtbas edildi. Hemen ertesi gün Ankara’da “Anayasa’ya Saygı” yürüyüşü düzenlendi. Faşizmi telin için! l Hasan Cemal / Kimse kızmasın kendimi yazdım
* * *
‘Katil katildir’ diyebilen çıktı
Canan KaftancIoĞlu
(Ümit Kaftancıoğlu’nun gelini):
Ölümün dini milliyeti yoktur. Bizler sağcısıyla solcusuyla milliyetçisiyle dincisiyle bir araya gelerek bu düşünceleri lanetlemeliyiz.
Kişisel olarak, farklı görüşlerden, farklı partilerden bu acıyı yaşamış insanlarla el ele vererek bu mesajı vermek isterim ve benim asıl çıkış noktam buydu. Platform olarak bu konuları hiç konuşmadık. Aynı görüşten insanlar olmamıza gerek yok. Bahçeli’nin bu sözlerine hiç kızmadım, sadece samimi olduğumuzu kendilerine anlatmanın yollarını arayacağız ve gerçekleri hep birlikte aramaktan yanayız.
* * *
Nükhet İpekçİ İzet (Abdi İpekçi’nin kızı):
Devlet Bahçeli basın bildirisinde cinayet nedenlerinin ve faillerinin ortaya çıkarılmasını adaletin tecellisi açısından önemsediğini belirtmiş. Biz de zaten bu vurguyu dile getirmek amacıyla Meclis’e gittik. MHP grubuyla görüşemediğimiz için ne kadar hayıflandığımı arkadaşlarıma dile getirmiştim zaten. Kendi adıma o gruptan canı yanmış birisiyle el ele yürümek için hazırdım. Aramızda birbirlerini düşünce ve partilerine göre ayıranlar olabilir. Ben insanları sadece katiller ve katil olmayanlar olarak ikiye ayırıyorum.
* * *
Abdurrahman Dİlİpak ( Vakit yazarı):
Faili meçhul (belli) cinayetler konusunda hep soldan isimleri sayıyoruz. Peki sağdan ya da Ülkücü kesimden faili meçhullere kurban gidenler! Burada bir suskunluk var. Sivas ya da Başbağlar, Sünni ya da Alevi, bir zulme uğramışsa, bizim mazlumdan yana olmamız gerekmez mi! Haksızlığa uğramış olmak, başkasına haksızlık yapma hakkı gibi görülmemeli. Mazlumun dini, ırkı da sorulmaz. Mazlum mazlumdur ve zulüm tek bir millettir.. Onun için, bu konudaki ihmallerim için, ben kendi payıma özür diliyorum..
* * *
Bu abukluğun mucidi Özal
Bu abukluğu Turgut Özal icat etti... Özal’dan önce devlet adamları dış geziye giderken gazetecilerle dış politika konuşurdu.
Rusya’ya mı gidiliyor? O ülkeyle tarihi bağlar, mevcut ilişkiler, yapılacak görüşmede ele alınacak konular, muhtemel ortak projeler gündeme gelirdi. Böylece kamuoyu bir parça olsun dışa açılır, dış politik gelişmelerden haberdar olurdu.
Turgut Özal cinlik yaptı, yurtdışına çıkınca gündemden düşmemek için başladı dış gezinin ilk gününde bir iç mesele ortaya atmaya... Mesela uçak yola çıkarken bir anayasa değişikliğinden bahis açardı. Ve dış gezi boyunca kamuoyu Özal’ın ortaya attığı naneyi tartışırdı. Vatandaş ne gidilen ülkeden, ne orada yapılan görüşmeden, ne ortak projelerden haberdar olurdu.
Bu çarpıklık sürüyor. Ama işler de bazen karışıyor...
Örneğin Abdullah Gül Hindistan gezisine çıkarken “Anayasa’yı değiştirme fırsatı kaçırıldı” gibi bir laf etti. Gündem karıştı. Ertesi günü o demeci düzelteyim derken başka kuşkuları gündeme soktu. Oysa Hindistan gezisi boyunca Hindistan konuşulsaydı, gazeteci arkadaşlar bize Hindistan’ı ve o ülkenin son yıllarda gerçekleştirdiği mucizeleri aktarsaydı.. Çok daha iyi olmaz mıydı? l Melih Aşık / Milliyet
* * *
Sonunda oldu:Er-kene-kon!
Erzincan’da enteresan işler oluyor. Bir savcı var. “Tanık”olarak ifade veriyor. “Bana 86 lira borç taktı” diye kendisini şikâyet eden Adliye çaycısının “albay” lakaplı “Ergenekoncu” olduğunu söylüyor... “Benden altın aldı, parasını ödemedi” diye kendisini şikâyet eden kuyumcunun “gizli istihbaratçı” olduğunu söylüyor... “Benden borç aldı, geri ödemedi” diye kendisini şikâyet eden adamın, uyuşturucu ve tarihi eser kaçakçısı olduğunu söylüyor... Kendisi hakkında soruşturma açan Başsavcı’nın da, aslında “Ergenekoncu” olduğunu söylüyor. Kendisi hakkındaki rüşvet iddiasında tanıklık yapan Albay’ın “PKK saldırısına göz yumduğunu” söylüyor... 3’üncü Ordu’da yemek yediklerini, kafayı çeken albayların matiz olarak “darbe planını anlattıkları”nı söylüyor... Hayatının tehlikede olduğunu, kendisini öldürmek için arabasına iki defa “kene” konulduğunu söylüyor... Erkenekon yani. Tek tek sayıyor... Saydığı isimler tutuklanıyor! Aslına bakarsanız, aynı Erzincan’da “Avcılar Derneği Başkanı”nı Ergenekon’dan içeri aldıklarında, böyle vahim gerçeklerin ortaya çıkacağı belliydi! Türkiye de Afrika gibi artık... l Yılmaz Özdil / Hürriyet
* * *
Allah sağlık versin...
Vay be, şu çetenin yaptığına bakın siz! Arabasına kene bile koymuşlar, iyi ki savcı beyi ısırmamış bu keneler! İçki sofrasında darbe, define, hint keneviri, esrar, kene, halkın içinde içki içmek!... Bunlara idam bile az gelir. Ergenekon mağduru Savcı bey 4.5 aydır raporlu imiş, şimdi İzmir’de yaşıyormuş. Ruh ve akıl sağlığında bir sorun olmasın da, gerisi hiç dert değil!
l Emin Çölaşan / Sözcü
* * *
Bir savcı arıyorum, gözlerim kapalı!
Deniz Kurmay Albay Berk Erden’in intihar etmesine neden olan internet sitesindeki haber ile ilgili olarak hiçbir resmi girişimin yapılmadığı ile ilgili haberi dün Milliyet’te Şükrü Andaç’ın haberinde okudum. Önemli olan bu videonun söz konusu internet sitesine nereden ve kimin tarafından yüklendiğini bulabilmektir. Devletin olanakları bunu bulabilmek için yeterli. Ancak bir savcının, bu konuda soruşturma açıp, harekete geçmesi gerekiyor. Tabii ki savcılarımızın böyle bir konuda harekete geçmelerinde bazı sakıncalar var. Erzincan Cumhuriyet Savcısı’nın başına gelenler de ortada! Öyle bir örgütlenme var ki bu tür tehlikeli sulara girmeye teşebbüs edenlerin elleri yanıyor! Birileri bir senaryo yazıyor ve bunu internet olanaklarını kullanarak yayıyor. Bu yarın benim için de olabilir, bu yazıyı okuyan sizler için de! Devletin savcılarının görevi biz sade vatandaşların kişilik haklarını korumaktır. Böyle bir savcı çıkacak mı? l Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
* * *
Adı şantajcıya çıkar
Genelkurmay Başkanı “Çok şey bildiklerini” söyleyerek okun yaydan çıkmasını sağlamıştır. Bundan sonra beklemek devlet adamlığına yakışmaz.
Yakışan elindeki bilgileri hiç zaman yitirmeden kamuoyu ile paylaşmaktır. Yoksa, iktidar ve yandaşları ondan önce davranıp, hiç beklenmedik yeni operasyonlara başlayacaklardır. Üstelik Genelkurmay Başkanı da bir tür “şantajcı” ilan edilecektir.
l Can Ataklı / Vatan
* * *
MİNİ YORUM
No haşhaş...
Afganistan’dan gelen haberlere bakıyorum. “Taliban’ı çökertmek” diyen pek az...
Genelde ifade “Marcah’ı ele geçirmek!”. Yani dünya uyuşturucu üretimin göbeğini, merkezini, kaynağını...
Haşhaş ekim alanlarını ABD’ye kazandırmak için operasyon başlatan NATO! Demokrasi mücadelesi artık böyle veriliyor.