Yeniçağ kamu zararı mı gözetiyor?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, geçtiğimiz günlerde bu sayfada da eleştiri konusu yaptığımız “Kartal-Kadıköy Metrosu ilanları”na dair bir açıklama yayınlamış.
Hani, bir “kamu kurumu” olan ve “kaynaklarını eşit-adil dağıtma” yükümlülüğü bulunan İBB, ilanlarını “seçilmiş” gazetelere pay edince;
“En önemli gelir kaynağınız “vergiler” olduğuna göre, o vergileri toparlarken “Sen Yeniçağ okuyorsun senin paran boğazımdan geçmez” diyor musunuz ki, o vergilerle hizmete soktuğunuz metronun açılışını onlara ilan etmek gereği duymuyorsunuz?” diye sormuştuk...
Hani, “Sevgili İstanbullular” diye başlayan ilan Yeniçağ’a verilmediğine göre, Yeniçağ okurları “İstanbullu” sayılmıyor olmalı diye düşünüp;
“Metroya binme girişiminde bulunurlarsa yakalayıp “sınırdışı” mı edeceksiniz?” diye sormuştuk...
***
Bir umut, bir heves, belki aradığımız cevapları buluruz diye açıklamayı okumaya koyulduk.
Diyor ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi:
“(Kartal-Kadıköy metrosu) İstanbullular’ın parasıyla yapılan bu büyük ulaşım hizmeti için bilgilendirme amaçlı ilanı verilmesi Büyükşehir Belediyesi’nin yasayla belirlenmiş görevleri arasındadır. Yatırımın ihtiyaca cevap vermesi, herkesin istifadesine sunulması için bilgilendirme şarttır.”
Ha şunu bileydiniz!
Biz de tam bu nedenle yaptığınız ayrımcılığı kınıyoruz ya!
Madem bu hizmet “Bütün İstanbullular”ın parasıyla yapıldı...
Madem “herkesin istifadesine” sunuludu...
Bu durumda; doğal olan “herkesin bilgilendirilmesi” değil mi?
Hangi akla, mantığa hizmet Yeniçağ ve başka birkaç gazetenin “İstanbullu” okurlarının “bilgilendirilme hakkı”nı ihlal edebiliyorsunuz?
Madem “herkesi bilgilendirmeye” mecbursunuz?
Yeniçağ okurlarını nasıl / hangi sebeple yok sayıyorsunuz?
***
İBB’nin açıklamasına göre “İlanlar toplam 20 gazeteye verilmiş. Bütçesi, metroyu yapan Avrasya Metro Grubu tarafından karşılanmış” ...
Bütçesini Avrasya Metro Grubu karşılayınca, İBB muaf mı oluyor Yeniçağ okurunu bilgilendirme sorumluluğundan?
Lütfen o “20 gazete”nin hangi kriterlere göre seçildiğini açıklar mısınız?
***
En komiğime giden şu “Medya kuruluşları şehrimize ve ülkemize büyük değer katan Kadıköy-Kartal metrosu ilanlarını kamusal yararını gözeterek yayınlamışlardır” cümlesi oldu.
“Kamusal yararı gözeterek” derken kimse “hayrına” yayınlamadı tabii o ilanları. Fedakarlık edip “makul fiyata” yayını kabul etmişlermiş. Sanırsın Yeniçağ, “kamu zararını gözeterek, fırsat bu fırsat” deyip tek ilanda kasasını boşaltacaktı Büyükşehir Belediyesi’nin. Yahut “kamu zararını gözeterek” mesela, sırf kamu bu hizmetten faydalanamasın diye “adres şaşırtacaktı”!
Böyle mazeret mi olur!
Yeniçağ okurundan özür dileyeceklerine...
Geçmiş
olsun
mesajı
Taraf’tan ayrılan Ayşe Hür Radikal’de başladı. Radikal’e şimdiden büyük geçmiş olsun diyorum...
Silivri’ye yollarsınız artık
Milliyet’in dün birinci sayfasından duyurduğu habere göre, İkinci Ümraniye Davası’na bakan Mahkeme Heyeti, tutuklu gazeteci Tuncay Özkan’ın kız arkadaşı haberci Duygu Dikmenoğlu ile Tümgeneral Hıfzı Çubuklu’nun avukatlığını da yapan kızı Nazlı Çubuklu hakkında suç duyurusunda bulundu. Habere bakılırsa Dikmenoğlu’nun suçu, Özkan gizli tanık itirazı üzerine salondan çıkarılınca (atılınca da denilebilir herhalde) “Yazıklar olsun” demek. Çubuklu’nunki ise “Böyle yargılama olmaz” diye isyan girişimde bulunmak(!)
“Suç duyurusu” tamam da; velev ki “suçlu” bulundular bu işin sonunda, merak ediyorum nasıl bir ceza verilebilir bu iki genç kadına?
“Silivri”ye mi yollayacaklar?
Zaten yıllardır oradalar!
Dikmenoğlu’nun hayatının son dört yılını mahkeme salonunda / mahkeme-görüş yollarında geçirdiğini düşününce o ve daha bir çok sanık yakını zaten -tabiri caizse- Silivri’nin “tutuksuz mahkumu” durumundalar!
+++
Tehdit, dayak ne ararsan var...
Hatay korku filmi seti gibi
Hatay sokaklarında karanlık misafirler, şu anda yaşanan filmin adı...
Hatay’dan bir okurumuz yazıyor...
“Hoşgörü kenti, güzel ve yalnız Antakya’dan sevgiler...
Yayladağı’nda Suriyelilerin polisimize saldırısını yazmıştınız... Burada o kadar çok olay var ki... Nereden başlasam...
Geçenlerde bir işadamı dostumuzun yakını vefat etti. Cenazeyi almak için devlet hastanesine gitti... Çıkışta Suriyeli bir grupla karşılaştılar. Alevi cenazesi olduğunu anladıkları anda sataşmalara başladılar. Küfür ettiler... Sizi buradan kovacağız diye bağırmaya başladılar... Bunları söylerken hiçbir müdahale ile karşılaşmadılar.
Hastanelerin büyük bölümü Suriyelilere tahsis ediliyor. Öncelik onlara. Doktorları dövmeler, hemşirelere sataşmalar ne ararsanız var. Her olayda ben Suriyeliyim bana dokunamazsınız diyor, ellerini telefona atıp ‘Tayyip’i ararım’ diye sözümona vatandaşı tehdit ediyorlar...
Harbiye’den her gün en az 10 defa Yayladağı’na ambulans gidip geliyor... Sözde yaralı taşıyor... Geçen gün CHP Hatay Milletvekili Mevlut Dudu sınırda açıkladı; ambulanslar silah taşıyor diye.
Paralı Suriyeliler burdan ev kiralamaya ve de arsa, emlak almaya başladılar... Acaba burası Filistin gibi mi olacak, diye halk endişe ediyor... ”
Esad’ın devrilmesi arı kovanına çomak sokmaktan farksız... Ortaya çıkacak melanetler bölgeyi altüst edecek.. Tabii bizi de...
Melih Aşık / Milliyet
+++
AKP’liler cürümleriyle başbaşa kalsın!
İktidar sözcüleri ve iktidara yakın köşe sahiplerinin son zamanlarda sıkça yaptıkları üç hamlelik bir “Suriye savunması” var...
Önce, AKP’nin Suriye politikasını eleştirenler hakkında, “Onların asıl derdi Suriye değil, istedikleri, AKP’nin kaybetmesi” diyorlar.
Sonra, “AKP, Suriye krizinde tarafsız kalmış olsaydı, bu kez AKP’yi tarafsız kaldığı için eleştireceklerdi” diyorlar.
Üçüncüsünde, “Tarafsızlık halinde bile PKK, krizin doğurduğu konjonktürden faydalanacaktı, sonuç aynı olacaktı” diye akıl yürütüyorlar.
Bu hamlelerle AKP’nin Suriye politikasını aklamayı, bu politikayı eleştirenleri “AKP düşmanı” ilan ederek, onları muhafazakâr kamuoyunun gözünde gayrimeşrulaştırmayı amaçlıyorlar. Ve nihayet AKP dış politikasının Türkiye’yi bumerang etkisiyle vuran ve daha da vuracak olan bütün olumsuzluklarını alakasız alınyazısıymış gibi gösterip, iktidarı bir nevi teflonla kaplamak istiyorlar.
AKP Suriye bahsinde ne hata yaparsa yapsın iz bırakmasın, üzerine hiçbir şey yapışmasın... AKP dış politikasının kötü plancıları, vahim yanlışlarının hesabını vermekten vareste tutulsun... Onlar cürümleriyle kalsınlar, vebali eleştirenlerin, uyaranların üzerine olsun... Maksatları bu.
Ve kurnazlıktan başka bir şey değildir...
(...)
Testi kırılmadan uyarmak mı, AKP’nin kötülüğünü istemek?
Kadri Gürsel / Milliyet
+++
“AB Projesi”nin çökeceği
yıllar öncesinden belliydi
AB ne zaman kendi ülkeleri ve “kendi çıkarları” dışında bir ülkenin sorunlarına çare oldu ki şimdi Türkiye için olacak? Türkiye’de kendi istediklerinin gerçekleşmesi yönünde arka arkaya açıklamalar yaparken, direktifler verirken “Anayasa Mahkemesi”ne hakaret bile ettiler, referandumda AB ülkelerinde kaldırıldığı ve yargı bağımsızlığı sağlandığı halde “Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu”nun başında Adalet Bakanı ve müsteşarın olmasını desteklediler. Referandum sonunda yargı bağımsızlığının tümüyle kalkacağı açık olduğu halde bunun aksini söylediler. Sonra da raporlarına “Türkiye adil yargılamaya dikkat etmeli, yargı bağımsız olmalı” gibi eleştiriler yazdılar.
***
Biz “PKK terörü”ne sivil-asker kurbanlar verirken onlar Diyarbakır’a gönderdikleri heyetlerle neredeyse “terör sahiplerine” cesaret verdiler. Şu Suriye meselesinde bile ABD Türkiye’yi ateşin içine iterken onlar bir kenarda 3 maymunları oynadılar, gıkları çıkmadı, uluslararası politika uzmanları (ABD’li tarihçi kadar bile) bir uyarı yapmadı.. Kuzey Suriye’nin PKK kontrolüne geçmesi de, Türkiye’de PKK’nın son haftalarda işlediği cinayetler de onları ilgilendirmedi. (...)
Biz AB’yi neden istiyorduk? Ülkenin yüzü Batı’ya dönsün, çağdaş değerlere sahip olsun, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, eğitim ve adalet sistemi ve de tüm diğer sistemleri evrensel ölçülere uygun olsun diye değil mi?
Bunların hepsi hayal olunca, Ortadoğu’nun ve Doğu’nun baskılarla yönetilen ve mezhep çatışmalarına düşmüş ülkelerine benzeyince AB olmuş olmamış ne fark eder artık?
Evet, AB projesi çökmüştür ama inanın bana yıllar öncesinden belliydi çökeceği!
Ruhat Mengi Vatan
+++
Sansüre boyun eğmek basın için bir zamanlar “utanç”tı.
Şimdi ise marifetmiş gibi gerine gerine anlatıyorlar
“Rica” ettiler;
yayını kestik
Bizim Gaziantep’te bomba patladı. Üçü bebek 9 vatandaşımız katledildi. İster istemez haber kanalları olaya kilitlendi. Patlamanın hemen ardından vatandaş sokağa döküldü, Gaziantep’te halkın birbirine düşmesi an meselesiydi.
İki kanalda haber merkezi sorumluluğu olan biriyim. Defalarca hükümet yetkilileri ve RTÜK’le toplantılar yaptık. Terör haberlerinde bizden şunu rica ettiler: “Terör örgütünün amacı konuşulmak, gündeme gelmek. Uzun bültenler, dramatik şehit haberlerinin terörün ekmeğine yağ sürme ihtimali var.”
O gece de benzer telefon görüşmeleri oldu. Non stop yayın kesildi, saat başı habere döndü. Gazeteler haberi manşetten “eteğe” düşürdü.
Tarık Toros / Bugün
+++
Prens’in çıplak fotoğrafını Saray baskısıyla görmezden gelen İngiliz basınına gülenlerin, Türkiye’de Başbakan’ın medya yöneticilerini toplayıp “Terör haberlerini küçük görün” demesinden sonra haberlerin kısalıp küçülüverdiğini görmemesi çifte standart değil mi?
Can Dündar / Milliyet
+++
Adam olacak çocuk
kornerden attığı
kafa golünden belli olur
Beş yaşındaki bebelerin okula başlama kriterleri açıklandı, topu beş kere sektiren başlayabilirmiş.
***
Rövaşata atabiliyorsa...
Direkt üniversiteye.
***
- Bizim oğlan Anadolu lisesine girecekti ama ofsayta yakalandı.
- Sorma kardeş... Bizim kız da fen lisesini penaltılarla kaçırdı.
***
Bu mantığa göre, Maradona’nın Harvard’ı bitirmesi lazımdı.
***
Bir diğer kritere göre...
Sesleri ayırt etmesi, tanıması yeterliymiş.
- Hav hav.
- Köpek.
- Miyavvv.
- Eşek.
- Bu henüz küçük, seneye gelsin.
***
Kitaplara bakarak, okuyormuş gibi yapıyorsa, tamammış... Zaten ne demişti Milli Eğitim Bakanımız? “Kuran-ı Kerim öğreteceğiz, Arapça öğretmeyeceğiz, Türkçe okur gibi okutacağız, okuyanlar okurlar, anlamazlar, biz de öyle yapacağız” demişti... E daha ne yani?
***
Tek ayak üstünde durma kriteri de var. Tek ayak üstünde durabiliyorsa, okula başlamaması için sebep yokmuş... Bazı münafıklar, eğitime cezayla başlıyorlar filan diyor ama, bence en faydalı kriter bu... Çünkü, sınıflar 100’er kişi olacağı için, anca tek ayak üstünde durarak sığabilirler. Aslında, duvarda yürüme kriteri olsa, daha iyi, 200’er kişi bile okuyabilirler.
***
En bilimsel bulduğum kriter ise, öne doğru yuvarlanma, takla atma kriteri...
Takla at bakiiim denince, takla atıyorsa, okula başlamak için yeterli vasıflara sahip olduğu anlaşılıyormuş.
***
Ki, takla at denince bunların önünde takla atıyorsa... Bırak öğrenci olmayı, İçişleri Bakanlığı kriterlerine göre “seçmen” bile olabilir bebeler!
Yılmaz Özdil / Hürriyet