Yeni Türkiye; şiddet, şiddet ve yine şiddet!

Türkiye, kadın cinayetlerini konuşmaya devam ediyor.

Ordu'da gencecik, hayat dolu bir genç kız; Ceren Özdemir…

Hayatın daha çok başında. Hayallerine adım atamadan bıçak darbeleriyle öldürülüyor. Ailesi perişan, darmadağın.

Sosyal medya ayağa kalkıyor, tepkiler, Ceren için açılan etiketler, idam çağrıları…

Ceren Özdemir hunharca katledilirken öte yandan da bir başka genç kızımız Şule Çet davasının kararı açıklanıyor. Mahkeme, Çet'in yüksekten düşmediğini, atıldığını belirterek katillere müebbet ve 18 yıl hapis cezası veriyor.

Keşke son olsa, keşke bir daha yaşanmasa…

Ama bu temennilerimiz yaşadığımız ortamda sadece temenni olarak kalacak, biliyorum.

Eskişehir'de geçtiğimiz günlerde satırlı saldırıya uğrayan Ayşe Tuba Arslan, tam 23 kez suç duyurusunda bulunuyor ve soruyor: "Beni korumanız için ölmem mi gerekiyor?"

Ne yazık ki korktuğu oldu. Arslan'ı ne toplum ne de devlet olarak koruyabildik, hem de onlarca olaya, yaşananlara rağmen. Bir manyak (eski eş) tarafından katledildi.

Aslında Türkiye'de şiddet sadece kadınlara yönelik değil.

Meslek kollarına, siyasetçilere, kurumlara, şahıslara kadar uzanan bir yelpazeden bahsediyoruz.

En acı tarafı da şiddeti uygulayan taraflar adli anlamda; ya ceza almıyorlar ya da çok az bir cezayla olaydan sıyrılıyorlar.

Çünkü şiddet en tepeden, en alt kademeye kadar olağanlaştı, sıradanlaştı.

Çevrenize şöyle bir bakın, düşünün, kendinizi düşünün…

Sözlü ya da fiziki şiddetle karşılaşmayanınız var mı?

Ülkede öne çıkan, konumları itibariyle güçlü olduğunu düşündüğümüz kişilerin uğradıkları şiddeti hatırlayalım:

Recep Tayyip Erdoğan (15 Temmuz darbe girişiminde, kaldığı otel basıldı, korumaları şehit edildi),

Hulusi Akar (15 Temmuz darbe girişiminde derdest edildi, rehin tutuldu),

İlker Başbuğ (FETÖ'cüler tarafından zorla cezaevine konuldu, itibar suikasti yapıldı),

Kemal Kılıçdaroğlu (Çubuk'ta katıldığı şehit cenazesinde linç edilmek istendi),

Meral Akşener (Evi basıldı, defalarca tehdit edilip, mitinglerine saldırılar düzenlendi)…

Bakın, bu saydığımız isimler, siyaset yapan, siyasetin en tepesindeki kişiler.

Hepsi aileleriyle birlikte bedel ödedi, şiddete maruz kaldı.

Gazeteciler, doktorlar, avukatlar, polisler…

Şiddete uğramayan, şiddetle karşılaşmayan bir iş kolumuz yok.

Televizyonları açın. En masum anlamlar yüklediğimiz köylerde yaşananlara bakın; entrikalar, cinayetler… Sanki hepsi kurgu… Sanki hepsi "bu kadar da olmaz" dediğimiz olaylar… Ama hepsi gerçek, hepsi biziz…

Burada sorulması gereken soru: "Bu hâle gelmemizin sebepleri nelerdir?"

***

Şiddete bulaşan, şiddetle anılan, şiddetin olağanlaştığı toplumların tarihlerini incelediğiniz zaman kısır siyasi çekişmelerle karşılaşırsınız.

O ülkelerde insana verilen değer azalmış, erkek egemen bir yapıda, siyaset ve güç savaşları başlamıştır.

Afrika'da kabileler üzerinden aynı ten rengine sahip insanlar birbirlerini acımasızca katlederken,

Orta Doğu'da da mezhepler, etnik gruplar üzerinden çatışmalar yaşanıyor…

Ama hepsinin ortak noktası mutlak siyasi iktidarı ele geçirmek, her şeye sahip olmak, kendi güvenliğini sağlamak üzerine kurulu.

Sanıyorlar ki şiddet uygulayarak ele geçirdikleri siyasi güç onları koruyacak. Oysa öyle olmuyor. Öyle olmadığı gibi kendilerini korumak için paranoyaklaşıyorlar. Yeni şiddet olayları tetikleniyor.

Avrupa tarihi de bu iç çatışma, yüz yıl savaşları ve mezhep savaşlarıyla doludur. Şimdi kendi yaşadıklarını, sömürmek istedikleri coğrafyalara ihraç ediyorlar.

Bunu yapabilmek için de geri bırakılmış, ithalata muhtaç ekonomiler üretiyorlar.

Türkiye ne yazık ki böyle bir döngüye girmiş durumda.

Kişilerin, grupların adaleti var.

Yargı, kararlarında bağımsız değil. Siyasetin tepesindekilerin kullandığı dilde şiddet teması olağan hale geldi.

Herkes birbirinden hesap soruyor, herkes birbirini ihanetle suçluyor.

Bu hengamede sermayesi iktidar eliyle konumlandırılan ana akım medya da ürettiği diziler ve programlarla şiddeti olağanlaştırıyor.

Dolayısıyla çok denklemli, çok nedenli bir süreçten bahsediyoruz.

İşte burada durup, düşünmesi gerekenler bizleriz.

Sen, ben, o, biz, hepimiz…

Şiddeti uygulayanları, şiddet dilini benimseyenleri, şiddeti konuşanları aramızdan uzaklaştıracağız. Olgunlaşacağız.

Mafyaların sosyal medya hesaplarını takip ederek, şiddeti satanlara, onları destekleyenlere,

Siyasetin merkezini şiddet üzerinden kurgulayanlara,

Topluma "barış" adı altında "terör" sokanlara,

Sanatta, dilde, metinlerde, yazı ve romanlarda şiddeti esas alanlara,

Kamuoyu önünde olup, toplumu gerenlere,

Adaleti sağlaması gereken makamları çalıştıracakları yerde onları vasıfsızlaştıranlara,

Cezaevlerini tıka basa doldurup; ruh hastalarını, sapkınları, katilleri serbest bırakanlara,

"Ölmem mi gerekiyor" diyen kadınlar için kılını kıpırdatmayanlara geçit vermeyeceğiz.

Şiddet karşısında gerekirse şiddetsiz bir örgütlenmeyi sağlayacağız.

Çocuklarımızı, gençlerimizi, annelerimizi, babalarımızı, kardeşlerimizi ve en nihayetinde ülkemizi şiddete teslim etmemek için çabalayacağız.

Yoksa daha çok canımız yanar.

Yazarın Diğer Yazıları