Yeni sezon "insan" modası
Haber yayınlanalı üç gün oldu; 24 yaşındaki "genç kadın", "gençlik aşısı" diye vücuduna 200 adet iğne yaptırmış ve sonucunda oluşan nodüller yüzünden de, işlemi yaptırdığı güzellik merkezi hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.
Avukatıyla birlikte kameraların karşısına geçmiş, ağlamaklı bir ifadeyle, ne kadar mağdur olduğunu anlatıyordu.
Keza, olayın mağduruydu.
***
Toplumu, en başta sağlığımızı ilgilendiren alanlarda faaliyet gösterenler olmak üzere, bütün merdiven altı işletmelere, duvarına, iki günlük göstermelik seminerle aldığı sertifikayı asınca doktor ve dahi cerrah kesilen çakma uzmanlara karşı uyarmak görevimiz; bu haberler üzerinden bir bilinç, popüler ifadesiyle "farkındalık" yaratmayı amaçlıyorsak, aferin bize, bu yoldan devam, lazım, yapalım da…
Ve fakat…
Bütün bu "dış tehdit"lerden önce, insanın kendine karşı dikkatli olması gerekiyor galiba. Kendini, kendinden sakınması gerekiyor her şey ve herkesten önce.
O nevi yerlere gitmek, "mucize bilmem ne tekniği" diye her pazarlanana atlamak hatta bir dolu ne düğü belirsiz kimyasal ve uygulamanın "kobayı" olmak kararını veren; kişinin kendisi nihayetinde.
***
Mevzu "bilinç" ise, bu sorunun cevabıyla başlayabiliriz mesela "bilinç"lenmeye;
24 yaşında, zaten yeterince, fazla fazla, dolu dolu "genç" olan bir kadın, -Benjamin Button sendromu da yok- neden "gençlik aşısı" yaptırır?
Bu sağlıkla ilgili bir tercih değil…
Estetik deyip geçiyorlar ama, aslen felsefi, derinlikli bir kavramdır ve emin olun bütün bu kesme, biçme, dikme, germe, şişirme furyasıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur "estetik" dediğinizin; dolayısıyla "estetik"le ilgili bir tercih olması da söz konusu olamaz…
"Güzelleşmek" deseniz, neye göre? Kime göre? Gidip de yüzlerinin "altın oran"a uyarlanmasını da istiyor değiller neticede…
***
Telefon uygulamalarında dönüştükleri "şey"e benzemek isteyenler var; oyuncak bebeklere, hayran oldukları ünlülere, sevdikleri hayvanlara bile…
Öğretmenler anlatıyor; 14-15 yaşındaki öğrencilerin "yaptırmadıkları(!)" yerleri kalmamış…
Baştaki soruya dönelim; "neden"?
***
Çünkü, bu "suni" ihtiyaçtan beslenen dev bir sektör var.
Çünkü, artık mont, bot, şort, bluz, kazak, elbise, ayakkabı gibi ağzın, yüzün, kaşın, gözün, burnun, kulağın, poponun bile "moda"sı var!
Toplumsal beğeni öyle şekillendirildiği için, dudakları "ördek gibi" olmazsa "ucube" olarak algılanacağına inanan, bunun bunalımını yaşayan insanlar var; ciddi ciddi var.
"Kedicik stayla" bir forma kavuşmazlarsa, kabul görmeyeceklerini düşünüyorlar "ortamlar"da; bunun kompleksini yaşıyorlar.
Farklı olmak, özgün olmak, en mühimi "kendin olmak"; kabusla eş değer…
***
Aksi gibi, ölçü "moda" olunca, bir "tüketim" nesnesine dönüşüyor "insan" da; bir sezonu ötekine uymuyor, öyle bir kere yaptırmakla "artık güzel(!)" olmuş olmuyor.
Bir sezon inci gibi dişler revaçtaysa, bir sonraki sezon, evvelce itinayla yaptırdığın o tavşan çıkıntısının arasını açtırman gerekiyor mesela… Hokka burnun yerini daha "karakterli(!)" modeller alıyor birkaç yıl sonra…
Kaşla gözle de bitmiyor ha…
Diz kapağından göbek deliğine, vücudunuzun, aklınıza gelen gelmeyen, görünen, görünmeyen her bir noktasına dair "modaya uygun arz"da bulunuyor piyasa.
***
Eskiden, en anlı şanlı modacılar, modeller bile verdikleri röportajların sonuna not düşme ihtiyacı duyarlardı;
- Her moda olan şeyi de almayın, giymeyin, takmayın, kullanmayın; moda kendinize yakışandır.
Bu makul sınır kalmadı; "dayatılana dönüşmek" halini aldı; tek tipleşmek, kimliksizleşmek; insanın canı pahasına üstelik de!
***
Naçizane…
Tonla başka yolu da var ama "iyi hissetmek" için ille de para harcamak isteyenler varsa, "aç yatan" birkaç komşunun karnını doyurmak, "eğitim hakkı"nı kullanamayan birkaç çocuğun bilgisayar yahut internet ihtiyacını karşılamak gibi çok daha ucuz, tehlikesiz ve sağlıklı yöntemleri de var bunun aslında.
Onların hayır dualarından daha fazla hangi aşı aydınlatabilir acaba insanın yüzünü şu dünyada!
Hiçbir gerçek "uzman"ın da buna itiraz edeceğini sanmıyorum; insanı "güzelleştiren" iyiliktir, huzurdur, mutluluktur…
SORU-YORUM
Her gün, her ortamda, her nevi haksız illiyet bağına karşı "suçun şahsiliği"ni savunup da, Soma'daki maden faciasından sonra durumu protesto eden gariban madenciyi tekmeleyen -dönemin Başbakanlık müşaviri- Yusuf Yerkel'in, yoğun bakıma kaldırılan el kadar evladı için, -babasından dolayı- kötü temennilerde bulunabilmek mümkün müdür?
Dün, Yerkel'in, çocuğu için yaptığı "acil kan ihtiyacı" duyurusunu paylaşınca aldığım birkaç insanlık dışı tepki üzerine sorma ihtiyacı duydum bu soruyu; ne olur eleştirdiklerinize benzemeyin. Henüz sadece 1 yaşında olan bir bebeğe "masumiyet"ten başka hangi han yüklenebilir?
Allah şifa versin…