Yeni Şafak - Cüppeli Ahmet Hoca kavgası
Cuma sabahı Yeni Şafak’ta “Cüppeli Ahmet’ten Provokasyon Hazırlığı” haberini okuyunca hem şaşırdım, hem üzüldüm.
Şaşırdım, çünkü bu haber erinde geçinde yalanlanacaktı ve bu yalanlama Yeni Şafak’a bazı okuyucular kaybettirecekti. Bir gazete kendisine okur kaybettirecek, inanmadığı bir haberi niye yapardı? İşte buna şaşırmıştım. Eminim ki o haber o haliyle yazı işleri ekibi tarafından enine boyuna düşünülüp her satırı, her kelimesi ince elenip sık dokunarak oluşturulmuş bir haberdi. Yine eminim ki Yeni Şafak yönetimi içlerinden, “Keşke böyle bir haber yazmak zorunda kalmasaydık” duyguları geçirerek bu haberi hazırladılar. “Yazdıkları habere inanmamak” derken bunu kastediyorum. Yeni Şafakçılar diyebilirler mi ki Cüppeli Hoca, başörtüsü sorununun çözümünü istemiyor, istemediği için de “provokasyon peşinde” bir insan?
Diyemezler, derlerse bu iftira olur.
Ayrıca haberde doğru olmayan unsurlar var. Bunlar Cüppeli’nin arkadaşları tarafından maddi delilleri ile ortaya kondu, biz tekrarlayacak değiliz.
Doğrudur, Türkiye’nin yeni bir 28 Şubat görüntülerine ihtiyacı yoktur ve böyle görüntüler olacaksa bir şekilde bunun önü kesilmelidir. Ama bu böyle yapılmaz. Niye böyle yapılmaz dedin derseniz, “Provokasyon” temalı haberin göbeğine iliştirilen Cüppeli’nin jet-skili görüntüleridir. 2010 yılı Ekim ayında Ataköy’de üretileceği iddia edilen provokasyonla yıllar önce kim bilir nerede binilen bir su kayağının ne alakası var? Şimdi bir gazeteci herhangi bir şekilde öde(ye)mediği bir borcu yüzünden haber olsa ve o haberin altına, “Zaten o annesinin cenazesine de gitmemişti” diye bir kutu açılsa iyi bir iş mi yapılmış olur?
Türk basınını bu hale “Ergenekon Gazeteciliği” getirdi, demem budur. Önce birilerini “kendinden” birilerini “karşı taraftan” görüyorsun. “Karşı taraftan” gördüğün kişinin hukukla başı derde girdiği anda nesi var nesi yoksa ilgili ilgisiz servis ediyor ortalığı kan gölüne çeviriyorsun. Ve bu yapıla yapıla alışkanlık haline geliyor, normalleşiyor ve bir de bakıyorsun ki Cüppeli Ahmet Hoca gibi “kendinden gördüğün” birinin kellesi istendiğinde aynı şeyi yapıvermişsin. Yarın öbür gün başörtüsü karşıtları herhangi bir sebeple Cüppeli’yle ilgili bir manşet döşemek zorunda kaldıklarında onlar da muhtemelen, “Referandumda evet oyu verin çağrısı yapmıştı” hatırlatması yapacaklardır. Yani yaşadığımız aslında bir “Yeni Şafak-Cüppeli kavgası” değil, Türk basınının bu dönemde kangrenleşmiş bir yarasıdır. Zaten bizi ilgilendirmesi de daha çok bu yönüyledir.
Gelelim Cüppeliye!
Hoca, nedir o “Şerefsiz” falan demeler öyle? Siz Allah Resulünden böyle bir söz duydunuz mu? Başladığınız yolculukta övenin övgüsüyle yerenin yergisi arasında zerre fark görmeme asıl hedef değil mi? Çıkıp, bunlar doğru değildir, helâllik istemezlerse hakkımı helâl etmem, mahşerin hesabı daha çetindir, çok üzüldüm, bizi beddua etmek mecburiyetinde bırakmasınlar uyarısında bulunsaydınız o cüppenin içine daha bir yakışmaz mıydınız? Beşikten camiye düşmüş, bir yandan ömrünü Kur’an ilmiyle ilimlenip Kur’an ahlakıyla ahlâklanmaya vakfetmiş bir insan profili çizerken diğer yandan yalan dünyanın küçük bir darbesiyle sarsılıp “şerefsiz” kelimesinden medet ummak nefsin ve ötekinin tuzağına kolayca düşmek değil mi? Bu kadar donanımlı bir insan en ufak bir sadmede böyle dağılırsa binlerce ayet ve yüz binlerce Hadis-i Şeriften madde ve mânâ plânında habersiz ve yetersiz olan bizim gibi milyonların hali nice olur? Belki, “Herkesin hali kendine, benim halim bana” diyeceksin, ama dememeniz gerekir öyle değil mi? Allah’ım cümlemizi muhafaza buyursun ve bu yazıdaki taraflar lütfen haklarını helâl etsinler. Hepimiz kendimizi beğeniyoruz, yani herkes kendince “Mükemmel” ! İyi de “mükemmel herkesten” oluşan bu Türkiye’de nedir bu hemen her alanda kan gövdeyi götürme halleri?