Yeni Şafak arşivine bak, anlarsın
Ümraniye Davası kapsamında 4 yıldır Silivri’de tutuklu bulunan gazeteci Tuncay Özkan’ın kızı Nazlıcan’a uygulanan psikolojik işkenceyi yazıp “Tuncay Özkan’ın kızına neden bunu yaptınız” diye soran Yeni Şafak yazarı Salih Tuna’ya sert tepki göstermiş gazetesinin okurları.
Kimi “Tuncay Özkan’ın kızından bize ne? Başkalarına yaptıklarını çekiyorlar. Etme bulma dünyası.” demiş, kimi “Tuncay Özkan’ı savunmak sana mı kaldı? Yazıklar olsun.”
Hatta işi “Siz AKP’lilerdeki bu gizli Ergenekon sevdası nedir? CMK 250. maddeyi de bunun için kaldırmak istiyorsunuz değil mi? Allah akıl fikir versin.” noktasına getirenler olmuş.
Dünkü köşesinde bu mesajların nasıl da canını sıktığını paylaşmış Tuna.
İyi de hangi hakla!
Okurlarınızın düşünce sistemine uygun bir şablonla soracak olursak, siz de şimdi ettiğinizi bulmuyor musunuz aslında?
Beş yıldır ekilen düşmanlık tohumları meyve veriyor işte; sevinsenize!
Bu kimin algı mühendisliğinin eseri?
Yeni Şafak okurlarına bu “kindar bakış”ı biz aşılamadık herhalde...
O insanlara Tuncay Özkan’ın da “insan olduğu” gerçeğini unutturan kimdi?
Siz değil miydiniz?
Siz değil miydiniz, Tuncay Özkan’ın ve yüzlerce başka gazetecinin, yazarın, subayın, doktorun, avukatın, bilim adamının adının, sanının, vasıflarının, sosyal konumlarının üzerini örtüp onları “darbeci” yaftasına hapseden!
Siz değil miydiniz onca insanı yargısız infaz eden, daha tutuklu bile değil şüpheli haldeyken hükümlü muamelesini reva gören, kamuoyunun gözünde adeta canavarlaştıran!
“Asılacak adam”lar yaratan psikolojik operasyonu siz yürütmediniz mi!
Yürütenlere, düne kadar “yaşa, varol, durmak yok yola devam” çekmediniz mi!
Bu kini, hıncı, düşmanlığı görünce hakikaten şaşırıyor musunuz şimdi!
Hakikaten şaşırıyorsanız, demek ki siz son beş yıldır bir gün bile kendi gazetenizi okumamışsınız!
Muhalif görünümlü taklacılar
Önceki gün Ankara’dan bir arkadaşım aradı:
- Şu anda karşımda nasıl bir manzara var biliyor musun? “Herhalde tatile gitti, deniz, kum, güneş, yayla, göl, dağ, tepe, dere saydıracak” diye düşünerek, kaynar havada İstanbul’da mahsur kalmış kişilere has isteksizlik içinde sordum:
- Neredesin?
- TBMM’de!
“Nispet” kapsamında olmadığı anlaşılan konu ilginçleşti;
- İçeri yanlış kapıdan girmişim, kendimi AKP’lilerin arasında buluverdim!
- Eee?
- Hani şu her fırsatta iktidara demediğini bırakmayan, lafa gelince herkeslerden daha muhalif olan gazeteci büyüğümüz var ya, o da burda...
- Gazeteci, olabilir, ne var ki bunda?
- Ne gazetecisi, maşallah pervane gibi! Bir ara karşısındaki AKP’linin elini öpecek sandım, bu kadar mı eğilir insan... Yazık!
Bağlılıklarını bildirme ritüelinin vazgeçilmez unsuru olan “boyun eğme” hareketinde ayarı kaçırınca karşısındaki AKP’linin elini öpüyor durumuna düşen bu kişinin, sair zamanda önünde takla duruşuna geçtiği o AKP’li hakkında söylediklerini bir bilseniz...
Açık söyleyeyim... Alenen “yandaşlığını” ilan edenler, “dönenler”, “yağdanlıklar”, “bakraçlar,” “cila atanlar” onlar bile “muhalif görünümlü taklacılar”dan daha omurgalılar bence...
Yandaş medya “kandırıyor”, “aldatıyor” ...
Ya bu modeller?
Suya sabuna dokunmayan gazeteciliklerine “muhalif” etiketi yapıştırıp da halkın körleşmesine neden olanlar, duyarlılıklarını törpüleyenler asıl bu iki yüzlüler değil mi!
Halkın gazını almaya yarayan, kontrol altına alınmış “tasmalı muhalefet”!
Tam iktidardakilerin istediği gibi...
Taha Akyol sen de
dibine bir ışık ver
Gazeteler ve yazarlar bir haftadır Ayşenur Aslan’ın CNN-Türk TV’sinde yaptığı “Medya Mahallesi” programının neden erken tatile sokulduğunu soruyor.(...) Bu kararı patronlar mı aldı? İktidardan korktukları için mi aldı? Patronlar konuşamıyor. Her gün bir iktidar önde geleni ile konuşup köşe yazan Taha Akyol ise bu kanalda patronların temsilcisi üst yönetici. Taha Akyol, sen de dibine bir ışık ver. Gazetecilik yap. Patronlar Ayşenur’u “neden erken susturdular” patronla konuş bir gün de bunu yazıver.
Necati Doğru / Sözcü
Akbank’ın reklam kriteri ne?
Sadece Akbank değil.
Sabancı Grubu nedense Taraf gazetesini çok seviyor. Sürekli reklam veriyor.
Versin, iyi yapıyor!
Ve fakat...
Nedense Taraf kadar tirajı olan, hatta daha çok satan gazetelere reklam vermiyor.
Örneğin Akbank, Taraf’a reklam veriyor, Aydınlık’a, Yeniçağ’a vermiyor. Niye?
Halbuki, reklam verenin kıstası bellidir; örneğin “50 bin üstünde satan gazeteler” denir. (...)
Yoksa, Akbank Taraf’ı düşünsel yakınlık nedeniyle mi maddi yönden
desteklemek istiyor?
Odatv.com
Böyle bir RTÜK’ü olsa
babam da yüzde elli oy alır
ALTI saat 22 dakika. AKP’li milletvekili adaylarına bir TV’de ayrılan süre. Aynı TV’de diğer parti adaylarına ayrılan süre yalnız iki, evet iki dakika.
Bir başka TV kanalına geçelim.
O kanal AKP’nin on altı mitingini canlı yayınlarken, CHP’nin tek bir mitingini veriyor, diğer partiler canlı yayında yok.
Onlar cansız.
Geçelim bir başka TV’ye. Bu kanal AKP mitinglerini dört saat 21 dakika, CHP’nin tek bir mitingini 4 dakika, nasıl olduysa, MHP’nin beş mitingini 56 dakika yayınlıyor.
O kadar çok örnek var ki, bir kanal AKP’ye sekiz saat 41 dakika, CHP’ye 9 dakika yer verirken, bir başkası AKP’ye yedi mitingde beş saat 52 dakika, CHP’ye 11 dakika ayırıyor.
Yayın süresi dışında, yayına katılan konuklar açısından durum farklı değil. Bir kanalda AKP’den on beş aday konuk, CHP’den üç.
Başka bir kanalda konuk sayısı 12’ye 2 yine AKP lehine. Hele bir kanal rekor kırıyor, 17 AKP adayı 15 saat 30 dakika konuşurken, aynı kanalda bir CHP’li aday 14 dakika konuşuyor.
Ne adalet, nasıl eşitlik ama.
(...)
Şu RTÜK olayı yaşadığımız sistemin fotoğrafı. Devletin organları AKP’ye çalışıyor. Bir başka fotoğraf ise, yandaş medyanın, onların deyimiyle, merkez medyayı çoktan solladığını gösteriyor.
Medyanın önemli bölümü AKP’ye yatıyor, kaç kanal açsam, sabahtan akşama kadar karşımda AKP.
Sonra da AKP yüzde elli oy alıyor. Babam da, alır.
Yalçın Doğan / Hürriyet
Hapı yutmuş
TRT 1 Ukrayna - İsveç maçını naklen veriyor...
Ancak Ukrayna ekranda “Ukranya” şeklinde yazılmış...
Böyle yanlışlar olur...
Birkaç saniye veya birkaç dakika sonunda düzeltilir...
Ancak birinci devrenin sonunda sıkılıp kanaldan ayrılırken hâlâ “Ukranya” yazıyordu...
Demek ki kimse uyarmıyor..
Ya da uyarıyor da rejiyi yönetenler uyanmıyor.
Hapı yutmuş TRT...
Melih Aşık / Milliyet
TÜİK’e göre halkın “gelir memnuniyeti” artmış.
Halkı bilmeyiz ama bu anketten sonra Başbakan’ın “TÜİK’ten memnuniyeti” kesin artmıştır!
Fahrettin Fidan / Milliyet (Açık Pencere)
Hukuk su serpmektir yanan yüreklere...
Ama bakın... Su da yandı...
Mustafa Balbay...
Cumhuriyet sevdasını bilmeyen yok, aydınlığa âşık, canını da vermeye hazır, hadi neyse... Ama bebeklerinin elinden aldınız babalarını...
Bu Babalar Günü’nde yine ağlayacaklar...
Barış’lar...
Barış Terkoğlu...
Barış Pehlivan’ın hiç elini sıkmadım... Her haksızlıkta, her sansür ya da kovulmada, telefonun öbür ucundan hepimize yetişen, deli gibi gazeteci, benim uzaktaki dostum...
Tuncay Özkan...
Odun bulamadığında, kurduğu medya ocağının ışığı sönmesin diye kendi kolunu, bacağını, bedenini yakan gazeteci...
Soner Yalçın...
Kaçınız onun kadar eştiniz tarihi, geleceğe ışık olsun diye... Ya da kaçınız onun kadar sevdiniz bu toprakları?..
Mahallenin yiğidi Yalçın Küçük...
Doğu Perinçek. Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, Aydınlık gazetesinin yarısı...
Müyesser Yıldız...
Yüreğindeki sevgiye bakın, umudu kesildiğinde sadece bir kedi istedi hücresine... Sarılıp ağlamak için...
Kedi anlar dedi...
*
Yüz kadarlar...
Hangisini sayayım...
Hiçbirisi hakkında verilmiş hüküm yok...
Sadece “tutuklu”lar... O kadar...
*
Hukuku bir dikenli tele çevirdiniz...
Yargıyı duvar yaptınız hücrelere...
Demir hapishane kapısı oldu adalet... Hücre pencerelerinin çelik parmaklığı...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Tutuklama makinesi
Sıkıyönetim mahkemeleri; güya rejime muhalif olanları cezalandırıyordu. Bu ÖYM’lerin baktığı davaların hemen hemen tümü; bu iktidara ve bu iktidara destek olan güçlere muhalif durumdaki insanları veya kesimleri kapsıyor.
Ergenekon, Balyoz, KCK, Andıç gibi isimler verilen bu büyük davalar; Türkiye’nin mutlak ve değişmez sahibi olmak peşindeki bir grubun operasyonu gibi gözüküyor. Bu mahkemelerin, şüphelilere karşı yürüttüğü uygulama incelenirse bir ’otomatik tutuklama makinesi’ile karşı karşıya bulunduğumuz da anlaşılır.
O yüzden ÖYM’leri; ’darbecilerle mücadele eden mahkemeler’ olarak görmek mümkün olmamaktadır. Tam aksine; darbecilerle mücadele etmek adına; bir hukuk darbesi ile karşı karşıya bırakıldığımız bile söylenebilir.
Rıza Zelyut / Güneş
Erdoğan’dan bir Demirel çıkar mı!
Bakın neymiş bütün kaygısı
- Erdoğan’ın “Ben olsam Öcalan’ın asardım” dediği 9 Haziran 2011 haftası da görevlendirdiği MİT heyetinin Öcalan’ın ev hapsine çıkışı üzerine anlaştıkları hafta. Kamuoyuna Öcalan’ı asarım diyen de Erdoğan, Öcalan’ı ev hapsine çıkarma konusunda heyet görevlendiren de Erdoğan. Sorun hangi Erdoğan’a inanacağımız sorunudur?
- Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de gözaltına alındığı OdaTv operasyonunda polise “durmayın devam edin” diyen de Erdoğan, kamuoyuna “bu yanlış oldu” mesajları gönderen de.
- İlker Başbuğ’un gözaltına alındığında güvenlik birimlerine “delil varsa alın” diyen de (daha fazlası da var da ben bu kadarını söyleyeyim) Erdoğan, kamuoyuna “tutuksuz yargılanmalı, Başbuğ’un alınması yanlış olmuştur” diye de Erdoğan.
- 28 Şubat sürecinde seçim meydanlarında “sonuna kadar gidilecek” diyen de Erdoğan, “bu dalgalar ülkeyi boğuyor” diyen de...
- 28 Nisan’da muhtıraya posta koyan da Erdoğan, Yaşar Büyükanıt’ı koruyup kollayan da Erdoğan.
İşine gelince CMK 250’yi yapan da Erdoğan, işine gelmeyince kaldırmak isteyen de...
İşine gelince Ergenekon’la savaşanda de Erdoğan, onlarla barışan da Erdoğan.
İşine gelince KCK’ya operasyon sinyali veren de Erdoğan, KCK sanıklarını dışarı çıkarmak isteyen de...
Sorun bu zıtlıklar arasında kaybolup Erdoğan’ı tanıyamama sorunudur. Sorun, Erdoğan’dan bir Demirel çıkacağına inanmak istemememizden kaynaklanıyor.
Emre Uslu / Taraf