Yeni bir Ergenekon mecburiyeti
Kimin cumhurbaşkanı olacağı bu satırların yazarını pek ilgilendirmiyor.
Dahası CHP’nin başında Baykal mı kalacak, yoksa Sarıgül mü gelecek veya Çiller DYP’nin başına dönüp sağı birleştirme gibi bir misyon mu yüklenecek, bunlar bizim ilgi alanımız içine hiç ama hiç girmiyor. Çünkü bütün bu olup bitenler, çevresi demir dağlarla sarılı Türk milletinin Ergenekon’dan çıkışıyla ilgili meseleler değil, bütün bunlar, dağların ortasında sıkışıp kalanların kendi aralarında yaptıkları ’çadır savaşları’ diye adlandırabileceğimiz cinsten şeyler.
ABD Başkanı Bill Clinton bile, “20 yüzyılın gidişatını nasıl Osmanlı’nın yıkılışı belirlediyse, Türkiye de 21. yüzyılın şekillenmesinde kilit rol oynayacaktır” demiş iken, üstelik bunu Türkiye’de Türk muhataplarının gönlünü almak için değil, ABD’de bir üniversite’de söylemişken, ABD Başkanının gördüğü bu gerçeği, daha doğrusu Batı’nın fark ettiği Türk’ün bu “etkileme” ve “yön verme” gücünü Türkiye’yi yönetenler fark edememiş, aksine, yönettikleri ülkenin içişlerini Avrupa Birliği’ne dış politikasını da ABD’ye devretmiş, kendi halkına “Bunun başka çaresinin olmadığını” kabul ettirmişlerse, bizim onların güreştiği minderde hakem olma yahut taraf tutma tavrımız olamaz.
Biz bunların da, üzerinde güreştikleri minderin de karşısındayız.
Biz inatla Türkiye’nin bugün 1918-19’lu yılları yaşadığına inanmakta ve bu şartlardaki bir Türkiye’de, ’devletin tekliği ve ülkenin bölünmezliğini’ savunan ‘taban sahibi’ iki partinin 1918’li yıllardaki İttihat ve Terakki’nin durumuna düştüğüne, mukaddesatçı ve muhafazakâr kitleleri peşine takmış AKP ve benzerlerinin de Osmanlı’yı Osmanlı’ya düşman unsurlarla anlaşarak dağılmaktan kurtaracağına inanan “Padişah aklı ve saray mantığıyla” siyaset ürettiklerini açık ve net bir gözle görmekte, üzülmekte, şaşırmakta ve çıkış yolu olarak da yeniden bir “Kuvay-ı Milliye” ruh ve aklına, yeniden bir Mustafa Kemal ufuk ve cesaretine muhtaç olduğumuzun altını çizmekteyiz.
Biz bunları düşünür, bunlara inanırken kaderin cilvesine bakınız ki bugün, “Mustafa Kemal ufuk, akıl ve cesaretinden ne kadar uzaklaşılırsa Türkiye için o kadar iyi olacağı” bugün işte o “Padişah mantığı ve Saray aklıyla” icrayı faaliyet yapanlar tarafından dile getirilmekte, hatta bunun adı bile, “Yeni Osmanlılık” olarak açıkça konmakta, konabilmektedir. Dün Osmanlı’yı parçalayanlar eliyle bugün Osmanlı’nın yeniden diriltileceğine inananlar varsa diyecek bir şey yok, o yıllarda da, İngiliz, Fransız yahut Amerikan Muhipleri Derneklerinde mesai sarf edenler de onlar gibi düşünüyor, bu yol yol değil diyen Mustafa Kemal’e “Hain!” diyorlardı.
Beri tarafta İttihat ve Terakki’nin durumuna düşmüş ve Mustafa Kemal’i, “İçlerinden çıkmış biri” olarak sahiplenen ve fakat onu dar ve kör “laiklik” parantezine hapsedenler ise “halksız” ve “milletsiz” kalmıştır. İttihat ve Terakki aklı ile Osmanlı nasıl devlet ve vatanından olmuş ise bugün de İttihat ve Terakki durumuna düşmüşlerin aklı ve siyasetiyle hareket edilirse alınacak netice yine benzer bir netice olacaktır. Çünkü “halksız” ve milletsiz “ kalmak demek, ” vatansız kalmak “ demektir. Halk ve millet olmayınca, vatanı neyle savunacak, onu kimlerle imâr edeceksin?
Bizim İttihat ve Terakki durumuna düştüğünü kabul ettiğimiz partiler kendilerine, ” Bize milletin bütün unsurları niye sıcak bakmıyor? “ diye sormadıkları ve bu sorulara ilmî ve vicdanî cevapları verip gereğini yapmadıkları sürece iyice marjinalleşecek, ülkeye de, ” Türkiye’yi 1919’daki Osmanlı Sarayı “ aklıyla yönetenlere terk etmek gibi bir kötülükleri dokunacaktır.
Çâre iki tarafın da ayması ” çadır savaşlarını “ terk edip körüklere koşarak Türk’ün çevresine örülmüş demir dağları eritmek için, Ergenekon’dan çıkış için seferber olmalarıdır.