“Yeni Anayasa’yla devleti yıkacağız” mesajı daha açık
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul-zurna az... Hasan Cemal, dün bir kere daha TESEV’in “Türkiye’nin Yeni Anayasasına Doğru” raporunu almış eline “tokmak” gibi vuruyor tepemize: “(...) Türkiye yeni anayasası ile kırmızı çizgileri aşmak zorunda... Cumhurbaşkanı Gül sanıyorum bu nedenle ‘ideolojisi olmayan anayasa’ya işaret ediyor. 12 Eylül anayasası böyle değildir. Türklüğe referans yapar, örneğin 66. maddesinde... Yeni bir ‘vatandaşlık tanımı’yla bundan kurtulmak gerekir, eğer bu topraklarda ‘değişik etnik kökler’den olanları dışlamak istemiyorsak, onların ‘aidiyet duyguları’nı daha fazla zedelemek istemiyorsak... ‘Anadilde eğitim’lerin de yolunu kesmemek gerekir yeni anayasada. Yerel yönetimleri gerçekten güçlendirecek, onları bütün Türkiye’de ‘merkezi devletin boyunduruğu’ndan mutlaka kurtaracak formüllere de yeni anayasada yer vermek şarttır. Yeni anayasanın tek değiştirilemez maddesi, “Türkiye devleti demokratik bir cumhuriyet”tir diye tarif edilmelidir .”
“Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmayı kafaya koyduk arkadaş, bu coğrafyada Türk’e ait olmayan bir devlet lazım Amerika’ya” mesajı, bundan daha açık nasıl verilebilir ki?
Sen öyle mi yapıyordun?
Tayyip Erdoğan’ın eski danışman kadrosundan Akif Beki’nin dünkü Radikal’de yazdıkları, iktidarın sahip olduğu “kafa”yı idrak açısından son derece yararlıydı...
Beşir Atalay’ın, hakkındaki “köstebek” suçlamasından sonra kendisini “insan hakkı” ve “onur” kavramlarıyla savunması karşısında Can Dündar, “Atalay, aylardır özel görüşmeleri sayfa sayfa yayımlanarak hayatları lime lime edilen insanları bilmiyor mu? Bence Deniz Feneri yöneticileri, dinlemeye takılan çok özel görüşmeleri sızdırmadıkları için savcılara dua etsin. İntikam hissiyle davranılsa, bir kısmı bir daha insan içine çıkamazdı” yazmıştı ya...
Beki soruyor:
“Rövanş mı alıyorsun?”
Can Dündar gibi “yatıştırıcı, bir kalemin canavar kesilmesi” dehşete düşürmüş beyefendiyi!
Dündar;
“Ziyadesiyle müstehak bunlara” mı demek istiyormuş...
“Saklayamadığı intikam
duygusunu mu dışa vuruyor”muş...
“Durun bakalım, daha bitmedi; siz asıl arkasını bekleyin, rezil rüsva olacaklar şeklinde üstü örtülü bir tehdit mi savuruyor” muş...
“Frenlenemez hesaplaşma arzusu” içinde miymiş...
“Biti kanlanmış bir rövanş arayışı” mıymış derdi...
“Çok şey biliyorum, korkutup gözdağı veriyorum, yargısız infaz yapıyorum, sanıkları peşinen fail ilan ediyorum, mahkemeye kalmadan suçun işlendiğini hükme bağlayıp suçluyu da işaret ediveriyorum, yeni rövanşizmin köstebeği benim” mi demek istiyormuş...
***
Tesadüf bu ya...
Beki’nin Dündar’a “intikam çok kötü bir şeydir” dersi vermeye yeltendiği gün, İhsan Dağı “frenlenemez bir hesaplaşma arzusu” içindeymiş gibi, “artık ‘bürokratik devlet’ başka ellerde” diye gözdağı veriyordu “CHP’ye, beyaz Türkler’e, Kemalistlere” ...
“Rövanş” almış gibi coşkuyla ilan ediyordu yenilgilerini: “Cumhuriyet tarihinde ilk defa ’çırılçıplak’, iktidarsız, güçsüz, ’devletsiz’ ortada kaldılar... Sığınacakları bir devlet katı bile kalmadı!..”
“Hadi bakalım, Yeni Anayasa’yı desteklemeyin de görelim” ayarını verirken, “Durun bakalım, daha bitmedi; siz asıl arkasını bekleyin şeklinde üstü örtülü bir tehdit savuruyor” gibiydi...
Kişi kendinden biliyor demek ki... Siz “rövanş” mı alıyordunuz iktidarın AKP’ye geçtiği günden beri? Son dört yıldır yürüttüğünüz o dehşetengiz kara propaganda bunun için miydi? Bunun için miydi o manşetler? Bunun için miydi “cadı avı”na çıkmış gibi gazeteleri, gazetecileri, askerleri, üniversiteleri, siyasi partileri “işaretlemeler”?
Siz Can Dündar’ın başvurduğunu iddia ettiğiniz taktikle mi kotarıyordunuz hesap-kitap
işlerinizi?
Bir göz doktoruna görün en iyisi
Kendisini her konunun uzmanı sanıp, okuyanları “bir şeyden de geri kal” diye isyan ettiren canlı türüne özenmedim. Oturup futbol üzerine ahkâm kesecek değilim. Sadece bir konuda merakımı gidermenizi istirham edeceğim:
Nasıl oluyor da, Mersin İdmanyurdu - Fenerbahçe maçını izleyen bütün gazeteciler, yorumlayan, analizini yapan bütün gazetelerin “Vermediği penaltı ve gollerle, gösterdiği ve göstermediği kartlarla, kötü bir maç yönetti” dediği Halis Özkahya, Ercan Saatçi’nin “Top 5”ine girebiliyor?
Nasıl oluyor da Saatçi, en mütevazısından, en gösterişlisine, en küçüğünden en büyüğüne, en acemisinden en tecrübelisine kadar bütün spor servislerinin “başarısız” bulduğu Özkahya’nın “hemen her pozisyonu yakından takip edip güzel bir yönetim sergilediğini” iddia edebiliyor?
Onca futbolcu, hakem, yönetici bu işten anlamıyor da bir tek Ercan Saatçi mi anlıyor? Yoksa Saatçi’nin acilen bir göz doktoruna gitmesi mi gerekiyor?
Hangisi?
Siz söyleyin...
Vatan toprağına gizli giden Cumhurbaşkanı
Cumhurbaşkanı Güneydoğu sınırına gizli gitti...
İnsan bari gizli de döner...
Ki kimse “gizli gittiğini” duymasın...
Çünkü ben, cumhurbaşkanı olduğu vatan topraklarına böyle gizli gizli gideni hiç duymamıştım...
Oysa nereye gitse, günlerce gözüne gözüne sokuyorlar insanın “gidiyor” diye...
Diyelim ki Güney Afrika’ya gidişinden aylar öncesinde medya “gidiyor” diye tutturuyor...
Amerika ya da Kayseri fark etmiyor, yeter ki gitsin...
Bakanlar “gidiyor” diye koşuyor... Vali koşuyor... Bando koşuyor... Bando koşunca “gidiyor” diye koşan koşana... Zaten sonra “geliyor” başlıyor...
Ama Hakkâri’ye gidiyor geliyor... Gizli... Niçin?..
***
“Güvenlik nedeniyle” diye açıkladıkları “gizli gidiş”in fotoğraflarını iki gün sonra internetten alabilen yalaka medya, oradaymış da görmüş gibi “sınırda sıfır noktasına kadar giderek askere moral verdi” diyor... Halbuki askerin moralini bozmuştur... Cumhurbaşkanı gizli gelmiş çünkü... Allah muhafaza bir tanıyan olsa...
***
Başbakan gidiyor; üç general, otuz subayın, bir askerin arasında siperde çömeliyor ki gözükmesin... Cumhurbaşkanı gidiyor “gitmemiş gibi” yapıyor...
“Açılım” deyip kapandılar...
Muhalefet liderlerine “Sivas’ın öte yanına geçemezler” derken üstelik...
İyi ki yolda gören çıkmadı...
***
Devlet adamlığı zordur hafız... Yürek ister...
Devletin kayıtlarındaki şehir kasaba isimlerini silsinler diye bölücülere yol gösterip “burası Norşin” demeyecek kadar ciddiyet... Teröristleri kucaklayıp askerleri hapishanelere doldurmayacak kadar mantık ister...
Hadi hiçbirisi olmadı, müebbet hapse mahkûm bir teröristbaşı ile anayasa pazarlığı yapmayacak kadar akıl ister...
Yoksa işte böyle gizli gider devlet adamı kendi karakoluna... Ki görmesinler...
Devletin geldiği yer, eh orası: Sıfır noktası...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Dündar ve Özdil Doğan’da kaldı
Star TV’nin Doğuş Grubu’na satışından sonra kanalla yolunu ayıran ilk isimler Star TV Ana Haber Genel Yayın Yönetmeni Uğur Dündar ve Yardımcısı Yılmaz Özdil oldu. Medyatava internet sitesinin haberine göre Dündar dün ekip arkadaşlarıyla yaptığı toplantıda “Doğan Grubu’nda kalma” kararı aldıklarını açıklayarak şöyle dedi:
“Hepiniz tecrübeli ve çalışkan insanlarsınız. Hiçbirinizin işsiz kalacağını sanmıyorum. Şahenk ailesi özel ve iyi insanlardır. Sizleri kırdıysam özür dilerim, güzel işler yaptık. Yılmaz Özdil son günlerde haber toplantılarına girmediyse sebebi muhalif duruşunu buraya yansıtmak istememesidir.”
Az bile yapıyorlar!
Bu toplumun yüzde 50’si gidip onlara oy verdi! Bir kere, o yüzde 50’nın kızmaya hiç hakkı yok.
Geri kalan yüzde 50 ise örgütsüz, korkutulmuş, sindirilmiş. Hiçbir şey yapamıyor, tepki koyamıyor.
Hiç kimse ağlaşmasın, adamlar yolunacak kazları bulmuşlar, bağırta bağırla yoluyorlar.
Biz bunlara layıkız!
Emin Çölaşan / Sözcü
Milletin ağzı torba değil ki...
Başbakan enine boyuna tartmadan lafı gediğine koydu.. Golü attı diyeceğim ama top direkten döndü, kamunun ağlarında patladı..
Çünkü neredeyse hepsinin altında 2000 cc’nin üzeri.. Ee ne diyeceğiz?.
Bakan, müsteşar, vali geliyor mu
diyeceğiz..
Cari açık geliyor mu diyeceğiz..
Milletin ağzı torba değil ki.. Daha ilk günden konuşmaya başladılar bile..
Mehmet Tezkan / Milliyet
55 milyon lira nereye gitti?
İstanbul Kültür Başkenti Ajansı için 2008’de benzin ve mazota konulan Kültür Vergisi, ajans dört ay önce kapatıldığı halde hâlâ toplanıyormuş ve ne zaman sona ereceği bilinmiyormuş... Ajansın kapatılmasından sonra toplanan vergi 55 milyon lira! Maliye Bakanı’na, Kültür Bakanı’na, yani işin sorumlusu kimse ona soruyorum:
Bu 55 milyon lirayı ne yaptınız? Bu vergiyi bundan sonra da toplamayı düşünüyorsunuz, adını Deli Dumrul Vergisi olarak değiştirmeyi düşünüyor musunuz?
Mustafa Mutlu / Vatan
Vicdanını dinle; eğer varsa tabii
Anayasa Mahkemesi üyeleri de milletvekilleri gibi yemin ediyor. Yemin şöyle son buluyor: “Görevimi doğruluk, tarafsızlık ve hakka saygı duygusu içinde, sadece vicdanımın emrine uyarak yapacağıma, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” Haşim Kılıç, Amerikan Büyükelçiliği mensupları önünde bu yemini çiğnemiş, bir siyasi partiyi eleştirip diğerini savunarak onun sözcüsü gibi davranmış... Ne tarafsızlık kalmış ne hakka saygı duygusu... Görevde kalıp kalmamak konusunda vicdanının sesine uymalıdır... Tabii oradan ses geliyorsa...
Melih Aşık / Milliyet