Yeni Anayasa Tartışmaları

Uzun bir dönemden bu yana ülkemizde sürmekte olan anayasa tartışmalarında yeni bir anayasa yapılması gerektiğini savunanların temel açık gerekçesi, 12 Eylül askeri darbesinden sonra yapılan anayasanın tasfiye edilerek, daha demokratik ve sivil bir anayasa yapılması gerektiğidir. Ancak yeni anayasa savunucularının “ileri demokrasi” söylemi altında Türkiye’yi yarı hegemonik bir siyasi rejime, otoriter bir devlet yapısına doğru dokuz seneden bu yana sürükleyen uygulamaları, yeni anayasanın bir demokrasi ve gelişmiş hukuk devleti arayışını temsil etmediğini göstermektedir.
Esasen 12 Eylül 1982’den bu yana geçen 30 sene içinde 12 Eylül Anayasası, sivil süreçte, demokratik meşruluğu tam olan hükümet ve parlamentolar tarafından ilk hali ile karşılaştırılamayacak kadar değişmiştir. AB tam üyesi olmanın gereği olarak gündemimize sokulan Kopenhag Kriterleri dahi anayasal yapımızın bir parçası haline gelmiştir. Netice itibarı ile anayasa değişikliği halen Türkiye’nin en önemli ihtiyacı, olmaz ise olmazı, değildir. AKP iktidarının anayasa değişikliğini ülkemizin bir numaralı meselesi haline getirmesi demokratikleşmeyle ilişkili değildir ve olmamıştır.
AKP iktidarının savunduğu ve gerçekleştirdiği 12 Eylül referandumu değişiklikleri bir kez daha göstermiştir ki, iktidar demokratikleşme ile değil aksine otoriter bir parti iktidarı rejimine ilgi duymaktadır. Son anayasa değişiklikleri de Türkiye’yi bir parti devletine doğru sürüklemiş, yürütmenin yargı üzerinde baskı ve denetimini sağlayacak bir şekil almıştır.
Bu noktada cevaplandırılması gereken soru, 12 Eylül referandumu ile yapılan değişikliklere rağmen Anayasanın tamamen değiştirilmek istenmesinin nedenin de olduğudur? 12 Haziran seçimlerinden önce değişikliği savunanların değişiklikteki gizli gündemi Anayasa’nın ikinci maddesinin değiştirilmesidir. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin İstiklal Harbi ve Kuruluş dönemine dayanan milli ve üniter devlet felsefesi tasfiye edilecektir.
Yeni anayasayı “Oslo Anayasası” diye adlandırmamızı haklı çıkaracak bu yaklaşım, PKK ile yapılan Oslo müzakereleri çerçevesinde PKK’nın taleplerinin anayasa çerçevesinde karşılanması durumunda terörün sona erdirilebileceği anlayışı üzerine kurulmuştur. Esasen, bu aşamada anayasa değişikliği, PKK ile müzakere süreci ile eklemli olarak tasarlanmıştır. PKK ile müzakerelerin istendiği gibi gelişmesi durumunda terör örgütü ile varılan uzlaşma noktalarının yeni Anayasaya taşınması planlanmıştır. Ancak, PKK ile müzakerelerin, Arap Baharının sonuçlarını kendisi için Türkiye’ye karşı daha elverişli sonuçlar elde etmek için kullanan terör örgütünün terörü yeniden tırmandırma stratejisinden dolayı şimdilik yeni Anayasa yapımı sürecine eklemlenmesi mümkün olmaktan çıkmıştır.
Terör örgütü PKK’nın müzakere masasından kalkması ile birlikte AKP açısından en azından şimdilik yeni anayasa meselesi eskisi kadar acil bir mesele olmaktan çıkmış görünmektedir. Bundan dolayı, iktidar anayasa değişikliği konusunda seçim öncesinde gösterdiği atak, istekli ve kararlı tavrı göstermemektedir. Çünkü, şimdi PKK ve BDP’nin denklemin dışında durduğu bir süreçte yapılan anayasa değişikliği, yarın terör örgütü ile müzakerelerin tekrar başlamasından sonra yapılacak bir değişikliğin önünü kapayacaktır.
Bu durum muhalefet açısından ise bir fırsat olarak değerlendirilebilir. CHP ve MHP, iktidar ile PKK arasında müzakere süreci başlamadan, yeni anayasanın üniter ve milli devlet felsefesini koruyarak ve milli devletin içeriğini boşaltmadan yapılması için önemli bir atağa geçebilirler. Bu atak, demokratik hukuk devletini ve parlamenter rejimi de güçlendirici bir yaklaşımı temsil etmelidir.
Muhalefet tarafından bu doğrultuda yapılması gereken hızla Türk milletinin önüne detaya boğulmayan ancak esas teşkilat hukuku dediğimiz, devletin örgütlenmesi ve devlet-millet ilişkilerinin ana çatısını kuran maddeleri yazarak koymak olmalıdır. Muhalefet, ortaya koyduğu maddeleri de daha sonra televizyon televizyon, sokak sokak dolaşarak, toplumsal kılca damarlara girerek anlatmalıdır.
Öte yandan anayasayı değiştirmek isteyenler, mevcut TBMM’yi asli kurucu irade olarak ilan etmektedirler. Bir an için bunu doğru kabul edersek, asli kurucu iradenin bir kısmının Anayasayı değiştirmek isteyenler tarafından hapishanede tutulduğu hatırlatılmalıdır. Birçok milletvekilinin hapishanede olduğu göz önünde tutulur ise kurucu iradenin hapishanede olduğu anlaşılacaktır. Kurucu iradenin parçası olmaz. Kurucu irade bir bütündür. Bir milletvekilinin dahi siyasi suçlardan dolayı henüz mahkumiyet kararı ortada yok iken hapishanede olması, kurucu iradenin hapishanede olması anlamına gelmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları