YEMİN...
İfadeye çağıran/tutuklanmasını isteyen savcının karşısında nasılsa, Silivri yargılamalarında mahkeme heyetinin karşısında nasılsa, Yargıtay’da, cezaevi ziyaretlerinde nasılsa, hepsinden önemlisi dağlarda ihanete karşı nasılsa öyleydi;
Dimdik.
Eyvallahsız.
***
Geldi. TBMM Genel Kurul’una girdi.
“İçeride” olduğu zamanda arayan-aramayan, soran-sormayan; kucaklayarak karşıladı bütün MHP ve CHP Milletvekilleri...
Görüntü tarihiydi;
MHP sıralarının en önünde Engin Alan, CHP sıralarının en önünde Mehmet Haberal; TBMM’yi teröristler zapt etmişti!
Böyle “terörist”e can kurban; sayelerinde terör örgütü PKK’nın siyasi uzantılarının yerinde yeller esti.
“Ben oradayken giremezler” demişti... Aynen öyle oldu; İmralı vekilleri Alan’ın yemin ettiği TBMM Genel Kurulu’na girmedi.
***
AKP’liler mi?
O “milli irade” sevdalısı, “demokrasi”yi dilinden düşürmeyen AKP Milletvekilleri, Alan’ın yeminini dinlemedi.
Kimi “yan gel Osman” tipi yarı yatar pozisyonda, gerindi... Kimi yüzünü başka tarafa çevirdi... Kimi kendi aralarında sohbet etti...
Kızarmıyor derileri biliyoruz da pembeleşseydi bari;
Bu utanç Papua Yeni Gine’de yaşanmıştı, omuzlarında gram vebal yoktu sanki...
Pişkinlik gani!
Tarihin bunları yazacağı gün de gelecek illaki!
Türk Dreyfus davasının Emile Zola’ları mı!
Ertuğrul Özkök, “Türk Dreyfus Davası” dediği Balyoz’un -kendince- Emile Zola’larını sıralamış:
* Linç kampanyasına katılmayan Hürriyet Gazetesi,
* Çetin Doğan’ın, sahteliklerin ortaya çıkarılmasına çalışan damadı Dani Rodrik,
* Dava dosyasını titizlikle inceleyen Sedat Ergin,
* Radikal’den Ezgi Başaran,
* İçeridekilerin dramlarını anlatan Yılmaz Özdil...
***
Değil.
Bu gazetecilerin çabalarını yok saymıyorum, hepsinin yazdıklarını değerli buluyorum ama “bitmiş” bir davanın ardından “eveeet, bakalım şimdi nerede hata yapıldı” , “eveeeeet, bakalım nasıl zulme uğramışlar” diye yazıp çizmek midir Emile Zola’lık?
Onlar Emile Zola ise kendilerini/kalemlerini ilk günden, iddianame bile yazılmadan başlayan lince karşı, manşet manşet yayılan haysiyet cellatlığına karşı, bir gece ansızın yapılan baskınlara, “delil üretme” mekanizmasına, faili meçhul ihbarlara karşı siper edenlere ne diyeceğiz?
Adliye koridorlarında, spor salonundan bozma o mahkeme salonunda, cezaevlerinin görüş salonlarında kamp kuran gazetecilere; Yavuz Selim Demirağ’lara, Müyesser Yıldız’lara, Nihat Genç’lere, Orhan Bursalı’lara, Mehmet Faraç’lara, Yazgülü Aldoğan’lara, Mine Kırıkkanat’lara, Melih Aşık’lara, Can Ataklı’lara, Mustafa Mutlu’lara, Ali Sirmen’lere ne diyeceğiz!