"Yatacak yeriniz yok!"
Taraf’a verdiği röportajda terör sorununun bütün vebalini basına yükleyen Avni Özgürel haklı
Fotoğraflarda masasının üstünde bir rulo tuvalet kağıdı vardı, “sihirli küre” filan göremedik ya mühim değil... Bu kadar “kesin” konuştuğuna göre Kandil ziyaretinde Murat Karayılan’ın el falına baktı zahar...
“Çözüm”ün ne olduğundan emin, hiç şüphesi yok;
1. Dağdan iniş ve silahların bırakılması sağlanacak. (Yanlış anlamayın sade terör örgütü PKK silah bırakmayacak; eşzamanlı olarak Türk ordusu da silahsızlandırılacak! Artık saz çalıp türkü çığırır; Anadolu Kartalı değil de, ne bileyim Anadolu Ozanı veya Şark Bülbülü tatbikatı yaparlar o durumda! )
2. Kürtçe, “Milli Eğitim!” müfredatına girecek. (Seçmeli ders işine de “Yetmez ama evet” diyor ama asıl plan malum “eğitim dili” haline getirmek Kürtçe’yi...)
3. Teröristleri de kapsayan genel af çıkarılacak (Her şehre, her ilçeye, her köye, her mahalleye bir Habur kampanyası da diyebiliriz biz buna)
Ha bir de...
4. Çok birşey değil canım, eğer hâlâ hücrede tutmak gibi bir kendini bilmezlik içindeyse(!) iktidar Öcalan’ı derhal eve çıkaracak!
Eee ne var, yeni şeyler değil ki, zaten bunlar PKK’nın yıllardan beri dile getirdiği talepleri mi diyorsunuz?
Doğru bunlar “PKK’nın talepleri”ydi ama şimdi kayıtlara “AKP devletinin çözüm paketi” olarak geçti.
Gerçi bu da sürpriz sayılmaz ki; hepimiz üç aşağı beş yukarı tahmin ediyorduk açılamayan açılımda bunların gizlendiğini.
Özgürel, yeni olarak “düğmeye basıldığını” ilan etti; süreç işliyor yani!
“Çözüm bu” diyor Özgürel; üzerinde bir anlaşmazlıktan, uzlaşmazlıktan bahsetmiyor.
“Bunlar yapılacak” diyor;
Artık tek iş “takvime bağlanması”.
***
Devam ediyor... Anayasa Komisyonu’ndakiler bile şapkadan çıkacak tavşan konusunda mutabık değilken Özgürel şöyle söylüyor:
“Türkiye belli bir zaman yeni anayasayla birlikte güçlendirilmiş yerel yönetim modeline geçecek. Valilerin seçimle gelmesi gibi düzenlemeler yapılacak.”
-cek, -cak...
Kesin yani, net, tartışmasız!
***
Kandil’den gelmiş ayağının tozuyla Yeni Türkiye’nin nasıl dizayn edileceğini izah ediyor... Rejime kadar uzanacak bir değişimin yürürlüğe girdiğinden bahsediyor.
“Bana göre” demiyor, “bence” denmiyor, “öyle sanıyorum ki” demiyor...
Adı gibi emin!
Kimse de sormuyor:
Nostradamus’un burnundan mı düştün, nerden biliyorsun?
Tane tane, sakin sakin anlatıyor:
Oslo’yu İngilizler organize
etti...
Devlet şu anda da müzakereye devam ediyor!
Şimdi sürecin içinde Washington da var...
El-tepki:
- Hııı öyle mi!
Derin bir kayıtsızlık!
***
Olağan şartlarda, Özgürel gibi bir figürün “Türk basını Habur olayında barışı sabote etti. Türk basınının bu barış sürecinde günahı öyle büyük ki yatacak yeri yok!” dediğini okuduğumuzda;
“Yuh artık” olmalıydı ilk tepkimiz belki...
“Utanmıyor musun” diye devam etmeliydi...
Dağdan terörist formalarıyla inip mahkemede “Pişman değiliz diyen, İmralı canisine bağlılıklarını bildiren PKK’lılar barış havarisi, bu manzarayı hazmedemeyen “Türk basını” da “sabotajcı” ha” !
Hatta söze baktıktan sonra bir de söyleyene bakmak gerekebilirdi...
Öyle ya, bahse konu zat Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Cengiz Çandar, Hasan Cemal değil ki; yıllar yılı adının önünde “milliyetçilere yakın” sıfatını taşımış biri!
Gelin görün ki haklı!
Taa Bekaa yıllarından itibaren “Öcalan’ı insanileştirme projesi” nin operasyonel boyunda görev alan...
Gitarlı romantik PKK’lılar açılımı yapan...
Can alan canlı bomba adaylarının çiçek işli yün patikleri üzerine şairane betimlemeler düzen...
Kandil’in ulaklığına soyunan...
Barzani’yle iş tutan...
Son tahlilde, Ertuğrul Özkök’ün itirafı doğruysa MİT’in arzusuyla Öcalan’ı astırmayan basının yatacak yeri olabilir mi!
Meşrulaştırdıkları terör örgütünün saldırılarıyla şehit düşenlerin kanlarıyla sulanmış bu vatan toprağında hem de!
Avni Özgürel haklı;
“Habur’da barışı sabote eden basının yatacak yeri yok” diyenin yatacak yeri olur mu hiç!
“Milliyetçi” sıfatıyla 2007’den bu yana topluma “Çözüm arayışında ilk radikal adım, Öcalan’la varılacak kapsamlı bir mutabakattır... Bu iş güvenlik işi değil. Demokratikleşme meselesidir. Kültürel ve siyasl haklardan başlayarak, Anayasa da dahil Türkiye’nin hukuk metinlerinde Kürtleri rahatsız eden bütün başlıklar yeniden yazılmalı...” fikirlerini pompalayan, Türk’süz Yeni Anayasa zeminine taş döşeyen, meşruiyet kazandırmaya çalışan birinin, geçmiş ideolojilerinden “ikna odaları” inşa eden birinin yatacak yeri olabilir mi!
Her gün şehit haberleri aldığımız şu günlerde... Mayınlar patlar, karakollar taranır, canlı bombalar kol gezerken, tutup da ellerinde binlerce insanın kanı olan Karayılan’ı “Barış ümidi olan bir insan” diye tanımlayanın yatacak yeri yoktur bence de!
***
Haklınız! Bu şehitler diyarında yatacak yeriniz yok!
(Bu arada Özgürel “Egebank 17 milyon dolar reklam parası verirken bu para nereden geliyor diye sormuyorsan eğer bu durum seni gazetecilikte belli bir yere savurur tabii” demiş basını ayıplarken... Bu kadar hassas olduğuna göre kendisi senaryosunu yazdığı Mahpeyker’in 4 milyon TL’lik bütçesinin nereden geldiğini sorup soruşturmuştur herhalde...)
Devlet kanalıyla devlet düşmanlığı propagandası
Geçtiğimiz Cumartesi öğleden sonra TRT 1 Cemil Meriç anısına bir belgesel yayınlandı. Meriç’in 1939 yılında Hatay hükümetini devirmek suçuyla yargılandığı davadan beraatı ekrana şu ifadeyle yansıtıldı:
“Devletin elinden kurtulmuştur... ”
Bu neyin kafası!
Savulun “devlet” geliyor!
Devleti “ceberut” varsaymayan biri yapar mı bu yakıştırmayı!
Devem ediyor yayın:
“Ankara resmi ideolojisi dışındaki herkese karşıdır cezalandırmak ister...”
Bugünkü gibi mi!
Bu bakış açısıyla, Ümraniye, Balyoz, Kafes, Odatv gibi davalarda da yüzlerce aydın “devlet tarafından ele geçirilmiş” oluyor...
Öyleyse TRT ekranında neden bu davaların sanıklarıyla ilgili haberler “devletin elinden kurtulacakları günü bekliyorlar” diye verilmiyor?
“Devlet” el değiştirdiği için mi!
Yasa dışı densizlik
Amiral Aleksandr Vasiliyeviç Kolçak (1874-1920) (...) Rusya iç savaşında Bolşevik karşıtı Beyaz Ordu Komutanı. Kızıl Ordu’ya esir düştü. 7 Şubat 1920’de idam edildi.
Sovyet iktidarı döneminde vatan haini konumuna düşen Kolçak, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yeniden keşfedildi. Kendisini, vatanını kurtarmaya çalışan bir lider olarak gören çevreler Kolçak’ın itibarının iade edilmesi için dava açtı. (...) Reddedildi. Buna karşın Kolçak’ı anmak için yapılan heykeller (...) dikildi. Ayrıca adı bir adaya verildi.
Kolçak’ın heykelini dikmek, adını bir adaya vermek yasa dışı ve suç. Çünkü itibarı mahkeme tarafından iade edilmemiş, ama ne yaparsın ki artık karşı-devrim iktidarda...
Karşı-devrimciler ile
solu psikiyatri kliniği
sananların yalanı
Bizim tarihimizde de bunun bir benzeri var. İskilipli Atıf Hoca, İstiklal Mahkemesi’nde vatana ihanet suçuyla yargılandı ve 4 Şubat 1926 tarihinde idam edildi. Ancak Atıf Hoca’nın “Frenk Mukallitliği ve Şapka” kitabı yüzünden ve Şapka Kanunu’na muhalefetten idam edildiği iddia edilir. Ki gerçek dışıdır! Kim iddia eder? Karşı-devrimci İslamcılar, Milli Görüşçüler, muhafazakarlar, AKP’liler ve... ve huzurlarınızda solu psikiyatri kliniği sananlar! Bu adamlar insanın gözünün içine baka baka yalan söylerler.
Şubat ayında Çorum’un İskilip ilçesinde yapılan törende, İskilip Devlet Hastanesi’nin tabelası indirilip yerine “İskilip Atıf Hoca Devlet Hastanesi” tabelası kondu.
Törende konuşan Sağlık Bakanı Yardımcısı Agah Kafkas, Atıf Hoca’nın İskilip’in medar-ı iftiharı olduğunu söylemiş. İskiliplilerden gelen yoğun istek (?) üzerine hastanenin adının değiştirildiğini söyleyen Kafkas, din alimlerinin hukuksuzluğun kurbanı olduğunu ileri sürmüş ve yaptıkları yasa dışı densizlik için, “Bu bir iade-i itibardır, hakkın teslimidir!” demiş.
Cumhuriyet savcıları
neden harekete geçmedi
İskilipli Atıf Hoca, İstiklal Mahkemesi’nin kararı gereğinde (ve aksine bir hukuki karar bulunmadığı için) hâlâ bir vatan hainidir. Bir vatan haininin adı Sağlık Bakan Yardımcısı tarafından bir hastaneye verilemez. Böyle bir hükümet kararı mı var? Bakan Yardımcısı bu işi kendi kafasına göre mi yaptı? Bunu öğürenmek ve gerekeni yapmak ilçenin Cumhuriyet Savcısı’nın işi. O işini yapmıyorsa, Çorum Cumhuriyet Savcılığı’nın işi.
Ancak hükümetin, emniyetin ve adalet mekanizmasının görevini yapmaması, karşı-devrimin artık ülkeye fiilen egemen olduğu ve ülkeyi yönettiği anlamına gelir.
Özdemir İnce / Aydınlık
Şimdi iktidara yönelik ağır bir eleştiri kampanyası başladı. Kimi yandaşlar Erdoğan’ın giderek sertleştiğini, despot bir yönetim uyguladığını, demokrasi ve hukuktan saptığını söylüyor. Bunlar doğru ama yeni değil; değişen, dış güçlerin artık rahatsız olmaya başlamalarıdır.
Can Ataklı / Vatan
Sevimli (!)
Önümüzdeki dönemde, Cumhurbaşkanlığı atakları için, Erdoğan’dan “sevimlilik gösterileri” bekleyebiliriz.
Gazeteci arkadaşlarımız ve içerideki milletvekillerimizin özgürlükleri için yumuşayabilir. Ergenekon ve Balyoz’da da Erdoğan birlik beraberliği öne çıkarabilir.
Ahmet Şık’ın “beni başbakan serbest bıraktırdı” sözünü bu çerçevede değerlendirelim..
Ben yenilerini bekliyorum bugün yarın!..
Orhan Bursalı / Cumhuriyet
İktidarın ehl-i rahat aydınları
Liberallerin sert muhalefetine karşılık iktidarı savunmak durumunda olanlar İslamcılıktan muhafazakarlığa geçiş yaparlarken, sürece uygun olarak konformist oldular, onlar artık iktidarı iktidar için savunuyorlar; tanıştıkları yeni mekanlarda geceleri iştirak ettikleri fasılların ağız tadıyla sürmesini istiyorlar. Dünün “İslamcı veya İslami kesim”in yazarları, tıpkı dünün solcuları ve milliyetçileri gibi konformistleştikçe “liberalleşiyor”lar. Hakikatte birkaç liberal sahici yazar ve akademisyen dışında “solcu-sosyalist, milliyetçi ve İslamcı kökenden gelen günün liberalleri” bu düşünceyi konformizmin küresel zamana uyum çerçevesinde meşruiyet aracı olarak kullanıyorlar.
Miadları doldu
AK Parti seçmeninin orta sınıf ve alt katmanında ve geniş yoksul kitlelerde ise yatışması şöyle dursun, öfkeye dönüşme istidadı kazanan beklentiler var. İktidarın ehl-i rahat aydınları bunu algılayamıyorlar bile. Laikçi medyanın ve klasik aydınların tabii ki miadı dolmuş, ama bu dini içi boşaltılmış diyanete dönüştüren söz konusu konformist muhafazakar gazeteci ve aydınların da miadı dolmuş bulunuyor.
Ali Bulaç / Zaman