Yaşasın heykel; yıkılsın illegalite

Kim bilir kaçıncı kez olacak ama yine de yazayım; “heykel”i, “put” olarak gören köhne bir zihniyete sahip olmadım asla... Aksine “heykel”i, harcanan emeği, sabrı, hele de bir taşı estetik bir şekle bürümenin, ince ince işlemenin zorluğunu düşündüğümde, saygıda kusur edilmemesi gereken sanat dalları arasında ön sıralarda saydım hep hayatımda.
Düşünsenize bir kaya parçası kültür mirasına; tarihi bir belge niteliğine kavuşuyor bir anda... Ki balballar, mezar anıtları, yazıtlar hatırlandığında bizim milli kodlarımızda da “heykel düşmanlığı” olmadı asla...
Kars’taki heykel de sırf Erdoğan “ucube” dediği için yıkılacaksa ben de onca sanatçı, siyasi, yazar, çizerle beraber canlı kalkan olurum ama orada mevzu başka...
O yıkım, Erdoğan “ucube” dedi diye değil, heykelin rakımı herhangi bir camiden yahut türbeden daha yukarıda diye değil, yalnız ve sadece Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olduğu için gerçekleşmeliydi, hem de çok önce...
Siyasi bir kavganın ortasında, tartışmanın en başından bu yana görmezden gelinen o ki; bu heykel hazine arazisine ruhsatsız olarak, “kaçak yapı” kavlinden yapıldı...
Sade hazine arazisi olsa iyi; yapıldığı yer bir de SİT alanıydı... Ve altındaki kültürel mirası eziyor, parçalıyor, çökertiyordu tonlarca
beton...
Öyle ustalıklı bir kampanya yürütüldü, Soros’tan fonlanan kuruluşlar, ulusal değerleri sahiplenen aydınların yumuşak karınlarını hedef alıp, gözlerini öyle bir boyadı ki “Taliban kafasıyla mücadele” diye... Bunun bir hak ve hukuk ihlali olduğunu fark edemeden hepsi yedi... Yoksa aylardır Silivri önlerinde hukuk diye yırtınanlar, hukuksuzluğu böyle pervasızca savunabilir miydi? Yahut vatan diyen, bayrak diyen insanlar; Ermeni açılımcılarıyla kol kola verip Timurpaşa Tabyası’nı çökerten inşaata kalkan olabilir miydi?
Şimdi daha heykel yapılmadan evvel yasal sakıncalarına dikkat çekenler bile korkuyorlar yıkımı desteklemeye; aman Tayyip’e prim kazandırmayalım diye! Çünkü konjonktürel bu ülkede her şey... “Ne” den değil “kim” den taraf durduğun önemli. Halbuki ikisi, iki farklı yer!
Heykel yıkılmalı ve onunla da kalmamalı bence;
O heykelin ruhsatsız yapımına izin veren de...
Ruhsatsız olduğunu bile bile yapan da...
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun “yıkım” kararlarını sümenaltı edenler de... Uygulamayanlar da...
Her biri cezasını çekmeli ki, sorunun “illegalite” sorunu olduğunu anlasın ahali...

+++

Doğu Türkistan’ın yol haritasını niye ABD çizsin?

Doğu Türkistan Türkleri’nin, yıllardan beri yaşadığı zulmü hiçbirimiz yok sayamayız...
Kurşuna dizilen, zorunlu kürtaj uygulamasına maruz bırakılan, kimyasal deneylerin kobayı olarak kullanılan, sistematik biçimde ve geçmişten bugüne aralıksız olarak Ortaçağ’ı mumla aratacak işkence yöntemleriyle katledilen Türkler’e uygulanan soykırımı inkara gidemeyiz...
Ama bu böyle diye;
Doğu Türkistan Türkleri’nin acılarının “yeni dünya düzeni”nin güç dengelerini kurmakta “araç” olarak kullanılmasına razı gelebilir miyiz; gelmeli miyiz?
ABD’nin, kendisi de Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde “insan hakları” ve “demokrasi”ye karşı uygulamalarında Çin’den hiç de aşağı kalmadığı halde, Doğu Türkistan’daki Türklerin acılarını umursadığına inanabilir miyiz, inanmalı mıyız?
Doğu Türkistan Türkleri’nin geleceğine yönelik izleyeceği ortak stratejilerin, 2 Mayıs’ta ABD Kongre binasında başlayacak toplantıyla belirleneceğini okuduğumda bu sorular geçti aklımdan.
Rabia Kadir bu toplantıda “bağımsızlığa nasıl erişileceğinin yöntemine karar vereceklerini” açıklamış...
ABD’nin Doğu Türkistan Türkleri için çizeceği “yol haritası”nın, Türkiye’de Kürtler için çizdiğinden farkı olacak mı sanıyorsunuz?
Türkiye’ye bakın pay biçin; kim ne kazanmış, kim ne kaybetmiş!
Dost acı söyler;
Doğu Türkistan Türkleri’ni Çin zulmünden kurtarmak adına Amerikan çıkarlarının kalkanı ve de maşası yapmayı öngören çözüm, çözüm müdür sahiden de?

+++

Benim dikili bir çınarım oldu...

Anadolu gezmelerinden(!) fırsat bulup bir Cumartesiyi de evimizde geçireceğiz diye sevinirken Gökmen Kantar aradı; Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı olur kendileri:
“Haydi ağaç dikmeye gidiyoruz!”
- Hı?
İlk fidanlarını geçen yıl 23 Nisan’da diktikleri Alparslan Türkeş Hatıra Ormanı’na çam, selvi, çınar; yeni ağaçlar ekleyeceklermiş... “Ama uyku, ama tatil...” demeye kalmadan Beylikdüzü’nde buldum kendimi. Çocuğunu kapan gelmiş... Dikilen her fidanın yanında bir Türk bayrağı var... Ağaç dallarındaysa üzerlerinde Atatürk resmi olan kırmızı beyaz balonlar uçuşuyor... MHP İstanbul milletvekili adaylarından Atila Kaya, Bülent Didinmez, Mehmet Taytak, İhsan Barutçu, Alper Kaan Boran da orada. Genelde ‘çam devrilen’ siyasi ortamda “çam diken” siyasetçi de görüyoruz sonunda... Didinmez ve Kaya geçen yıl da katılmışlar etkinliğe; onlar ikilediler dikili ağaçlarını. Kaya da, Kantar da biliyor bu ağaç dikme işini; kazma küreğe yabancı değil elleri... İl Başkanı Abdurrahman Başkan ziraat mühendisiymiş, o daha “bilimsel” davranmaktan yana... Bizim fidanın etrafını toprakla doldururken kullandığımız hoplama, zıplama yöntemleri pek uygun değil ona...
Gözüme kestirdiğim çam fidanı büyükçe bir teneke kovanın içinde. “Bu iş beni aşar” deyip İstanbul’un en genç vekil adaylarından olan Alper Kaan Boran’dan yardım istiyorum. Sağolsun ellerini parçalamak pahasına çıkarıyor fidanı kovadan... Da... O kalabalıkta kaptırıyoruz fidanı başkasına... Kısa bir küsme arasından sonra, bu sefer aynı kadro bir çınar fidanı ediniyoruz... Bu girişimimiz, bir kişinin batağa saplanmasına mal olsa da başarıyla sonuçlanıyor sonunda. Emrah kazıyor, Alper dikiyor, Gökmen fidanı tutacak tahtayı çakıyor... Ben mi? Ben de fidanla tahtayı bağlıyorum! Artık dikili bir çınarımız var hatıra ormanında...

+++

Fotoşop manyaklığı

Nebahat Çehre 65 yaşında... “Yaşlı” yani... Üstelik güzel, bakımlı, kendisine hayran bıraktıran bir yaşlı... Yer aldığı reklam kampanyasının televizyon spotlarında kamera ellerinden başlıyor çekmeye; ellerindeki kırışıklıkları kırk kere gördük ekranda. Yadırgamadan izledik. Ama fotoşop manyaklığı var ya; artık kimin dahiyane fikriyse tut sen Çehre’nin gazete ilanlarındaki ellerini üç yaşındaki yeğeniminkinden daha pürüzsüz hale getir, bir de rengini değiştirip pamuk gibi yap iyi mi!
Tam bir komedi...

+++

Demokratik protestoya terör derseniz ayaklanma provasına ne diyeceksiniz

İktidara bakarsanız, her eleştiri yazısı, her protesto gösterisi, AKP’ye karşı bir komplonun sonucu, bir kışkırtma, duyguların bir istismarı ve hatta bir terör eylemi niteliği taşıyor.

***


Haklarını arayan TEKEL işçilerine sekiz yıla kadar hapis istemiyle dava açılıyor...
Üniversiteye giriş sınavındaki şifreyi protesto eden öğrenciler için bazı kışkırtıcılar tarafından istismar edildiklerini söyleyen Başbakan, “İstersek karşılarına 5-10 bin genci koyarız ama...” diyor.
Üstelik bu ifadesi ilk de değil...
2007 yılının Nisan ve Mayıs aylarında İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde yapılan “Cumhuriyet mitingleri” için de isterlerse bunlardan daha kalabalık mitingler yapabileceklerini belirtmişti.
Sonuç malum:
Bu mitinglere öncülük eden Türkan Saylan gibi sivil toplum kuruluşu liderleri medyada adına “Ergenekon” denilen davalarda sanık oldu...
Tuncay Özkan hâlâ Silivri’de tutuklu.
Emniyet güçleriyle, yargısıyla tüm düzen, Başbakan’ın tavrına göre biçimleniyor.
Eğitim düzenini protesto eden bazı öğrenciler terör örgütü üyeliği suçlamasıyla hâlâ hapiste.
Emniyet ve Cemaat hakkında kitap yazanlar Silivri’de tutuklu.
Hatta Poyraz’a, Balbay’a, Özkan’a Yalçın’a, Pehlivan’a, Terkoğlu’na, Şener’e, Şık’a ilaveten, içlerinde terör örgütleriyle mücadelesi dolayısıyla ün yapmış polis müdürü Hanefi Avcı bile var.

***


Öte yandan seçime doğru, Kürtlerin “sivil itaatsizlik” eylemleri yaygınlaşıyor...
Son günlerde yapılan gösterilerde şiddet egemen oldu, molotofkokteylleri atıldı; bir gencimiz öldü, pek çok kişi yaralandı.
Şiddete başvurmayan, demokratik protesto hakkını kullanan öğrencilere, işçilere, kitap yazanlara, halka terörist muamelesi yapılırsa...
Gösteriler sırasında şiddete başvuran, araçlara ve binalara molotofkokteyli atanlara karşı ne tavır alınacak? Bu kavram ve hukuk kargaşasının etkileri, kamuoyu vicdanında onulmaz yaralar açarak demokratik rejimi yozlaştırmaz mı?
Emre Kongar / Cumhuriyet

+++

Diyarbakır’da gösteri yapan bazı kişiler polis tarafından AKP il merkez binasına götürülmüş.
Akkol - karakol böyle günlerde birbirine karışır...
Haldun Ertem

+++

Kedi gözünü açtı(!)

Minik bi kız, kendisi gibi minicik iki kedi yavrusunu sepetten yuvaya oturtmuş, hem güneş alsınlar, hem de mahalledeki arkadaşları da sevsin diye apartmanın bahçesine çıkarmış... Tesadüf bu ya, yalaka bi gazteci komşuymuş... İşe giderken, bi de bakmış, mahallenin bütün çocukları bi sepetin başında toplanmış, cıvıl cıvıl gülücük saçıyorlar. Merak etmiş. Yanaşmış... Ki, yanaşmayı iyi bilirler. A-aaa, iki minicik kedi yavrusu... Araştırmacı gazteci olduğu için “kaç yaşında bunlar” diye sormuş. Minik kız “görmüyor musun, henüz çok minikler, gözleri bile açılmadı” demiş. Gazteci hafiften morarmış ama, hiç bozuntuya vermeyip, “isimleri ne bunların peki” diye sormuş. Minik kız, pat diye, “AKP” cevabını vermiş. Gaztecinin gözleri faltaşı gibi açılmış... Acaba yanlış mı duydum diye, tekrar sormuş, zamane çocuklarının boku ters oluyor malum, “sağır mısın, AKP işte” cevabını almış.

***


E bu fırsat kaçmaz tabii... Koşmuş hemen gazteci gaztesine, kaldırmış telefonu, AKP’yi aramış, vermiş gazı, vaziyet böyle böyle, “biçilmez kaftan” demiş. Hemen organizasyon ayarlanmış, kameralar mameralar mahalleye hücum, Başbakan’ın güzergâhı değiştirilmiş, 23 Nisan sabahı tesadüfen oradan geçiyormuş gibi yapılıp, zınk, minik kızın önünde durmuş makam aracı... İnmiş başbakan. Bagajdan oyuncak dağıtımının ardından, “a-aa bunlar ne böyle” demiş, minik kıza yaklaşarak, “günaydın güzel yavrum, bu minik kedilerin ismi ne bakayım” diye sormuş. Minik kız, haşırt diye, “birinin adı CHP, birinin adı MHP” demiş iyi mi! Resmi heyetin gözüne biber gazı sıkılmış gibi olmuş... Üç-beş saniye sessizlikten sonra, bizim yalaka gazteci öne atılmış, “e hani AKP diyordun” diye hesap sormuş. Dedim ya, zamane çocukları aksi oluyor biraz, “o eskidendi” demiş... “Büyüdüler artık, gözleri açıldı!”
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

Söz ola kestire başı

Nihal Atsız’ın Bozkurtlar’ını anımsıyoruz. Hem de incinerek. Çünkü, hükümetin başı rakip gördüğü lidere ’Ben eşref-i mahlukatla dolaşıyorum. Sen bozkurtlarla mı geziyorsun?’ diyor. Türklüğün sembollerinden birini aşağılıyor. Belki de Açılım’ın nereye götürüleceğinin şifrelerini veriyor. Bakalım 12 Haziran’a kadar daha ne potlar kırılıp, ne çamlar devrilecek. Bir zamanlar Erdoğan’ın Yunus Emre’den kimilerine ders olarak okuduğu dizeleri, bu kez ona tekrarlamak istiyoruz:
’Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı.
Söz ola ağulu -Zehir- aşı,
Bal ile yağ ede bir söz.’
Burhan Ayeri / Akşam

+++

Müttefike selam

Türkiye’nin yetiştirdiği ender uluslararası hukuk uzmanlarından birisidir emekli büyükelçi Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı. CHP Parti Meclisi üyesi de olmasına karşın Pazarcı, aday listelerinde yer alamadı. Bir meslektaşı, eski Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu ise Adana’da birinci sıraya yerleşti.
Bunun gerekçesini bir parti yetkilisi şöyle açıkladı:
“Büyük müttefikimize yakın durmak öncelikli hedeflerimiz arasına alındı.”
Işık Kansu / Cumhuriyet

+++

Kara mizah...

YSK kararı yüzünden PKK terörü kentleri altüst etti. Bu örgütün üyelerinden tutuklanan pek yok. Terör örgüt üyeliğinden hapiste olanlar; Nedim Şener, Ahmet Şık, Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Doğan Yurdakul, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Deniz Yıldırım vb. diye sıralanıyor...
Kısacası... Bu iktidar yönetiminde... Gazetecilerin terör örgütü üyesi sayıldığı, teröristlerin özgürce dolaştığı bir ülke oldu burası..
Melih Aşık / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları