Yaşar Nuri Öztürk fırtınası!
Yaşar Hoca, “Arapçılığa Karşı Akılcılığın Öncüsü” üst başlığı ile kaleme aldığı “İmamı Âzam Ebu Hanîfe” isimli eseri ile fırtınalar estiriyor. “Esas Fikirleri Gölgelenen Önder” diye takdim ettiği Ebu Hanife’nin toplumun geneli tarafından bilinmeyen pek çok yönlerini örnekleri ile dile getiren ve Emevi Hanedanının gerçek yüzünü ortaya koyan Öztürk Hoca, televizyon ekranlarında, “Karşı görüşü olan varsa gelsin” diye de meydan okuyor. Üslubu sert, bunu kabul etsin. Sanki, “Kimse gelmesin!” der gibi.
Eserin, bu satırların yazarını ilgilendiren en önemli ve en istifade ettiği kısmı, “Türk Cumhuriyet Devrimi’nin İmamı Âzam’la Zihniyet Paralelliği” bölümü. Bir de, bu topraklarda yaşayanlar gerçekten bir “Alevi-Sünni kardeşliği tesis etmek” istiyorlarsa, Ebu Hanîfe’nin Emevi ve Abbasi saltanatına karşı verdiği mücadeleyi bilmekle mükellefler. Bu kardeşlikte en büyük ortak payda İmamı Âzam Ebu Hanîfe’dir, Sayın Öztürk’e, bu konuya önemle dikkat çektiği için teşekkür borçluyuz. Hatırlarsanız bizler de aynı konuyu, “Hanefilerin ve Alevilerin Bilmediği” başlığı altında bu köşede 2006’nın 5 Haziran’ında anlatmıştık. Yazıyı yeniden okumak isteyenler “Orhan Pamuk Yalanları” kitabımıza bakabilirler.
Neyse.. Gelelim bizim bu yazıyı kaleme alış sebebimize... Öztürk Hoca’nın Yiğit Bulut’un Haber Türk’te yönettiği “Sansürsüz” programını seyredenler çok olmuş ki, “Hz. Ömer döneminde 500 hadis varken şimdi nasıl oluyor da yüz binlerce hadis oluyor?” diye soruyorlar, bir. Bir de, “O programları seyrettinizse, tasavvufla ilgili söylenenlere katılıyor musunuz?” diye soranlar var.
Bu satırları kaleme alış sebebimiz ısrarla sorulan bu sorulara cevap vermek içindir. Öyle uzatmayacağız, cevabımız kısa olacak.
Evet, programı seyrettik.
Yiğit Bulut’un konulara vakıf olamamasının verdiği sıkıntı programın kalitesini düşürdü, Öztürk Hoca’yı sinirlendirdi. Sinirlenince de ilmin yerini nefis aldı, işin tadı kaçtı. Gereksiz müdahaleler oldu, başlanmış konular yarım kaldı. Öyle olduğu için biz bu “yarım”lara göre görüş belirtmek durumundayız. Herhangi bir tarikat yahut cemaatle bağlantımız olmamasına rağmen bahsi geçen programda tasavvuf ve tarikatla ilgili söylenenlerin ekseriyetine katılmıyoruz. Hele Hoca’nın beraberinde çıkarttığı (Şu anda ismini hatırlayamadım, kendilerinden özür dilerim) şahsın tasavvuf büyüklerinin kendilerini Peygamberlerden üstün gördüklerine dair ileri sürdüğü ve ilimsizliği savunduklarını dile getirdiği sözlerini onaylamamız mümkün değil. Bu ifadeler, filin görmez tarafından tarifinden başka bir şey değildir. Kendini Hz. Muhammed ashabına denk görenin bile durumu çok ciddi şekilde tehlikeli iken, sen tut, bir de kendini Peygamberden üstün gör, böyle bir iddiayı hangi tasavvuf erbabı ileri sürebilir ki?
Ayrıca... “Hz. Ömer (r.a.) döneminde 500 hadis varken hadis sayısı nasıl oluyor da yüz binleri buluyor?” sorusunun cevabı ise, çok basittir.
Hadis..
Peygamberin söz, davranış, hatta sükûtudur.
23 yıl peygamberlik yapmış Hz. Muhammed (s.a.v)’in Veda Haccı’nda 120 bin sahabesi vardı.
Allah Resulü Rabbine kavuştuktan sonra 120 bin sahabenin neredeyse 100 bini İslâm’ı tebliğ için dünyanın dört bir yanına dağıldılar.
Siz Çin’in Şiyan Şehri’nde 1200 yıllık bir cami olduğunu biliyor musunuz? Peygamber arkadaşları oralara gittiler, Çinlileri Müslüman ettiler ve Peygamberle birlikte 23 yıl süresince başlarından geçeni İspanya’dan Çin’e kadar gittikleri yerlerde anlattılar. Mekke ve Medine’de beraberken söyleyip anlatmaları gerekmiyordu, çünkü herkes zaten biliyordu. Sonra birileri o coğrafyaları gezerek sahabenin Peygamber yanında görüp, duyup yaşadıklarını anlattığı kişilerden not ettiler, böylece yüz ve iki yüzyıl sonra yüz binlerce hadisten oluşan bir külliyat oluştu. Uydurma hadisler olmadı mı, olmaz olur mu, elbette oldu. Amma Kur’an’a ve bilinen sünnete aykırı ise, erbabı onu hemen tanıdı. Söyleyin Osmanlı ve Atatürk zamanında mı Osmanlı ve Atatürk’le ilgili kitaplar çoktu, yoksa şimdi mi? Bugün yazılanlar çok diye cümlesine uydurma diyebilir miyiz?
“İmamı Âzam Ebu Hanife” kitabı Ebu Hanîfe’nin ölümünden yaklaşık 650 yıl sonra yazıldı diye, kitabın değerine söz söylememiz doğru olur mu?