Yaşamını aşk'a borçludur müzik...
Aşk olmasaydı müzik olur muydu? Olmazdı elbet. Yaşamını aşk'a borçludur müzik... Fakat sonra sonra, insanlık tarihi boyunca, bir karşılıklı var etme, bağımlılık ve etkileşim de doğmuştur. Böylece müzik, aşkın hayat yoldaşı olmuştur.... Öyle olmuştur ki, "Müzik olmasaydı nice olurdu aşkın hâli?" sorusu, yanıtını da içinde taşır olmuştur.
Wagner bu durumu şöyle açıklar: "Müziğin ruhunu aşktan başka bir şeyle anlatamam."
Shakespeare ise "Müzik aşkı besteler" der.
Müzik ve aşk insanlık tarihi başladığında başlamış olmalıdır... Aşk vardır zaten insanın doğasında, müzikse karşı cinse duyduklarını, dolaylı ve daha güzel bir ifade etme gereksinmesinden ya da doğrudan ifade edememe durumundan doğmuştur. Tarih Sumer'le başlıyor. Sumer'de müzik de, aşk da var. 100 kadar müzik aletinin adının tabletlerde yazılı olduğunu, notaya benzer işaretler ve beş çizgili sistemin ve gam'ın bulunduğunu bize Muazzez İlmiye Çığ bildiriyor.
İran'ın büyük şairi Hafızı Şirazî'nin şu şiirini okuyunca bunları düşündüm:
"Ölmüş gülüşlerin şarkısı/Bir zamanlar alev alev yanan aşkların şarkısı/Bir zamanlar pembemsi kırmızı şarapla yanan kadehlerin şarkısı/Güzelliği unutulan gül'ün şarkısı/Ötüşü susturulan bülbülün Tanrısal çağrısı/Ve hâlâ alttan alta süren, daha yürekli bir müzik/Ve sana adanan şarkıların dokunaklı aşk notaları/Ah yaşam ve ölüm anahtarının arayıcısı"
Hafız'ın bu şiirinde devrinin çok ötesine taşan imgeler var. Fakat benim ilgimi en çok "dokunaklı aşk notaları" çekti. Ben ki "Cennetin Kütüphanesi" adlı kitabımda "Müzik titreşimlerin sevişmesidir" demişim, öyle ise aşk notası da olabilir elbet. Aşkı notalara yükleyebilirsiniz; ayrılığı, ölümü, özlemi, mutluluğu yüklediğiniz gibi. Bu yüklemeler notalara, sessel işlevlerinin yanı sıra, batınî anlamlar da verir. Bundan ötürüdür dokunaklılığı... Bu dokunma anılardandır, yandım alamadımlardandır, aldım doyamadımlardandır.
Peki ya söz? Sözün bu işte bir rolü yok mu? Olmaz mı? Yalnız notaların "fa sol la mi" diye seslendirildiği bir ezgi düşünün, ne kadar etkiler ki sizi? Söz tercüman olmalı müziğe. Güfte ve beste bir bileşimin vazgeçilmez iki unsurudur. Ve söz notalarla yürüyüşe geçer, aşka gelir, hâle ve yola girer...
Hafız'ın şiirine dönelim, müziğe vurgu yapılan yerlerine... "Pembemsi kırmızı şarapla yanan kadehlerin şarkısı"... Burada kadeh yürektir, pembemsi kırmızı şarap aşk'tır, yanmanın nedeni ise belli işte... Bu yanmadan şarkı çıkmaz mı? Çıkmasa, o yürek yürek değildir...
Peki ya "Güzelliği unutulan gül'ün şarkısı"? Bu nice bir şarkıdır? Gül'ün güzelliği unutulur mu solunca? O gül'ü solduranlar olmalı, o gülün kadrini bilmeyenler, koklamayanlar, kokladıktan sonra kaldırıp atanlar olmalı ki o gül'ün öyküsü şarkı olmaktadır.
"Ve hâlâ alttan alta süren, daha yürekli bir müzik"... Alttan alta, yani bellekte duran, bastırılan, fırsat kollayan ezgiler ve sözler, bunların müziği yürekli müziktir, sizden daha yüreklidir, der hiç çekinmeden, döker içinizi, okur içinizi...
Eveet, Yahya Kemal'i pek sevmem ama yazımı bugün, onun o unutulmaz dizeleriyle bitireceğim:
"Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış.
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle,
Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış.
Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle."