YAŞ operasyonunun gerçek hedefi
Pilotsuz Hava Kuvvetleri’ne, kaptansız Deniz Kuvvetleri’ne komutan olsan ne olur, olmasan ne olur?..
(İçimden bunları demek geçtiği için yazıya böyle başladım-aht)
Ağustos ayı başında yapılacak YAŞ toplantısı öncesi ve sonrasında sıcak günler yaşayacağımızı bu köşeden sizlere duyurmuştum. Ankara, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki üç generalin istifa haberleri ile kaynıyor. Yandaş medya daha öncede yaptığı gibi Hava Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Korgeneral Nezih Damcı’nın istifasını “vur emrini veren komutanlardan biri olarak” direkt Uludere olayı ile ilişkilendirdi. İstifa haberlerine denk düşen, Tayyip Erdoğan’ın Şırnak’ta Uludere’de ölenlerin yakınlarına söylediği “vur talimatını ben vermedim” sözlerini bir daha hatırlayın.
Yine bir YAŞ toplantısı öncesi ve yine bildik AKP tezgah ve fırıldakları..
Dikkatler “Genelkurmay’ın tepe noktalarında kavga var” görüntüsüne çekilmeye çalışılıyor. Orada zaten olanlar oldu!.. Her şey rutin seyrinde devam ediyor. Esas kavga genç subaylar üzerinde. İktidar orayı perdeleyip gözden kaçırmaya çalışıyor. Daha önceden benim karargahtan edindiğim izlenim; AKP, Albay ve daha alt kadrolardan gelen vatansever takımını tasfiye etmek için büyük gayret gösteriyor. Bu yüzden genç subaylardan Karargaha büyük baskı var. TSK içinde en çok merak edilen; Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında kimin komutan olacağı değil, vatansever genç subayların tasfiye operasyonlarının nasıl sonuçlanacağı. Gözler, özellikle zırva çözüm sürecinde kışlalarına hapsedilen ve büyük tepki gösteren birlik komutanlarının ne olacağına çevrildi.
YAŞ öncesi, medyadan “Uludere istifaları” olarak sunulan 3 havacı komutanın istifalarının ne manaya geldiğini Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım’a sordum. Yalım, “olan Türk Silahlı Kuvvetlerine oluyor. Şu an gemiyi terk etmemeleri lazımdı” dedi. Genelkurmay Başkanlığı karargahında sınır ötesi faaliyetlerle ilgili de çalışan bu konuda direkt bilgisi olan Yalım’ın tartışmalar çerçevesinde söylediklerine dikkat;
“Sınır ötesi harekata izin veren tezkere, harekatın hudut, şümul, miktar ve zamanını belirleme görev ve yetkisini hükümete vermiştir. Yani sınır ötesine yapılacak hava harekatının kaç sorti olacağını ve ne zaman yapılacağını, Genelkurmay Başkanlığı’nın teklifi üzerine, hükümet belirlemektedir. NATO Angajman kurallarına göre, barış zamanında, sıcak takip yetkisi ile sınır ötesindeki kara, deniz ve hava hedeflerinin vurulması yetkisi hükümet başkanına aittir. Başkanlık sistemi ile yönetilen NATO üyesi ülkelerde vur emrini Başkan, parlamenter sistemle yönetilen ülkelerde ise vur emrini Başbakan verir. NATO üyesi ülkelerin Milli Angajman kuralları, NATO Angajman kuralları ile uyumlu olmak zorundadır. Türkiye de NATO üyesi bir ülkedir. Başbakan Erdoğan’ın ‘vur emri’ olmadan, Hava Kuvvetleri uçaklarının hedefi bombalaması mümkün değildir. Şu anda AKP Milletvekili olan emekli Hava Pilot Tümgeneral Şirin Ünal da bu konuyu çok iyi bilmektedir. Şirin Ünal, Genelkurmay Başkanlığı’nda görev yaptığı dönemde, Başbakan Erdoğan’dan aldığı emirleri Hava Kuvvetlerine iletmekten sorumlu karargah subayı idi.”
Ümit Yalım’ın dikkat çektiği diğer önemli
nokta;
“Uludere olayını soruşturan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, görevsizlik kararı vererek dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderdi. Peki, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, Albay Temizöz davası için neden görevsizlik kararı vermedi? Temizöz’ün dosyasını, kanunen görevli ve yetkili olan Diyarbakır 7’nci Kolordu Askeri Mahkemesi’ne neden göndermedi? Bu örneklere bakınca, Uludere soruşturmasının Başbakan’a uzandığı anlaşılmaktadır. İşine gelince sivil mahkeme, işine gelmeyince askeri mahkeme. Bu nasıl hukuk?”
Yalım’ın şu sözlerine hak vermemek
mümkün mü?
“Tayyip Erdoğan’ın ve AKP Hükümetleri’nin bombalama konusunda sicilleri oldukça kabarık. 20 Mart 2003 tarihinde çıkarılan tezkere ile Amerikan ve İngiliz uçakları Türk hava sahasını kullanarak Irak’ı bombaladı. Tezkere ulusal ve uluslararası hukuka göre gayrimeşru. Tezkere yüzünden, Irak ordusunda zorunlu askerliğini yapan 6 bin Türk ve Müslüman soydaşımız da atılan bombalar ile hayatını kaybetti. Erdoğan ve AKP Hükümeti, kendi Müslüman soydaşlarını bombalatan, eli kanlı hükümet olarak tarihin kara sayfalarındaki yerini aldı. Tayyip Erdoğan’ın 2003’te yaptığı ile Esad’ın iki yıldır Suriye’de yaptıkları arasında ne fark var? Eylül 2007’de, İsrail savaş uçakları, Türk hava sahasını kullanarak Suriye’yi bombaladı. İsrailli pilotlar dalga geçer gibi yakıt tanklarını da topraklarımıza attılar. İsrail savaş uçaklarına önleme yapılmadı ve AKP Hükümeti bu konuda İsrail’e bir tek nota bile vermedi. Bu ne anlama geliyor? Acaba Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti, İsrail uçaklarına, Türk hava sahasını kullanması için izin mi verdi?”