Yargıda formül çatlağı... Kanadoğlu: Feyzioğlu çok ayıp etti...

“Celladın insafına terk etmeyin.” 
Balyoz sanıklarının yeniden  yargılanması için Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı CMK 310’a dayanarak hükmün ‘sanık lehine’ bozulması için Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na başvurabilir” formülünü ortaya attı. Yeniden yargılama süreci için iktidarın zirvesinde temaslar yürüten ve çözüm paketi açıklayan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ise Silivri’de görüştüğü isimlerin Kanadoğlu formülüne “bizi celladımızın insafına terk etmeyin” diyerek karşı çıktıklarını açıkladı.
Yeniden yargılama konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıkları üzerine Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu ile görüştüm. İlk soruyu lafı eğip bükmeden sordum;
 “Silivri’den gelen (Bizi cellâdımızın insafına terk etmeyin) tepkisi.. Ortaya koyduğunuz çözüm yolu önerisi ile oradakileri gerçekten cellâdın insafına mı bırakmış oldunuz?” 
Sabih Kanadoğlu’nun cevabını aynen aktarıyorum;
 “Hayır efendim. Nereden çıkarıyor ki. Zaten iki aydır söylediğim bir şey o ve sadece Balyoz Davası’nın bir kez de ceza genel kurulunda incelenmesini, tartışılmasını talep etmiştim. Benim başka bir amacım yok. Orada Sayın Feyzioğlu sanki iki karşıt görüşmüş gibi takdim etti ve çok da ayıp etti. Öyle bir şey yok. Ben elbette ki sadece onanan davanın genel kurula götürülmesini talep ediyorum. Yoksa ben hiçbir zaman tutup da Özel Yetkili Mahkemeler kaldırılmasın, bunlar devam etsin yahut karar bozulunca gitsin yine aynı mahkeme yargılasın diye bir söz etmedim. Nereden çıkardı. Uygun mu gördü kendi menfaatine veya kendi söylediği sözlere yardımcı olmak için mi kullandı bilmiyorum. Dediğim gibi çok ayıp edilmiş bir iş bu. Sanki içeri gidip Kanadoğlu bunu istiyor bu da şöyle bir sonuç çıkarır deyip de oradan aldığı bilgiyi de dışarıda kamuoyuna nakletmesi fevkalade ayıp denebilecek, etiğe sığmayan bir olay. Benim söylediğim şudur, bu yeniden yargılamayı sağlar ama adil yargılamayı sağlamaz. Onun için her şeyden önce gizli tanık kurumunun tamamen kaldırılması lazım. Bunun istenmesi lazım. Ben dün de söyledim; aldınız yerel mahkemeye gönderdiniz, sanki yerel mahkeme fevkalade bağımsız ve tarafsız bir yer de oraya giderse bu iş gayet yoluna girer. Öyle bir talep ve iddiada bulunmanın da gerçekle bir ilgisi yok. Söylemek istediğim de bu.” 
AKP-CHP ve BDP’nin tutuklu ve hükümlü milletvekillerinin  sorununu çözüm için kurdukları komisyondan çıkan; yargılamanın durdurulması, infazın dönem sonuna bırakılması, dokunulmazlık zırhının genişletilmesi, milletvekilleri hakkında soruşturma, kovuşturma yapılması ve tutuklanması için 367 şartının aranması kararlarını da yorumlamasını istedim Kanadoğlu’ndan. Yargıtay Onursal Başsavcısının değerlendirmesi şöyle;
“Bu da iki buçuk senedir söylediğim bir olay. Bu eğer tutuklu iken seçilmiş milletvekillerinin serbest bırakılmalarını ve onlara dokunulmazlık kazandırmanın bir yolu aranıyor ise; o da Anayasa 83, dokunulmazlıkları düzenler ve dokunulmazlığı saydıktan sonra o seçimden önce işlenmiş olmak kaydı ile soruşturmaya başlanmış olmak kaydı ile 14. maddeye değinen suçlarda dokunulmazlık yoktur der. 14. madde de laik cumhuriyet aleyhine veyahut ülkenin bütünlüğü aleyhine işlenmiş suç olarak nitelenir. Bu irtibatı keserseniz zaten dokunulmazlığı aynı anda kazanır diye iki buçuk senedir söylüyorum hatta samimiyetle çağrı adı altında bu konuda partileri göreve davet eden makalelerim de çıktı. Şimdi yapmak istediklerinin anlamı şu; iki konu üzerinde duruyorum orada, eğer benim söylediğim yola gitmezlerse gayet basit bir şey bu. Eğer bunu yapmıyorlarsa o zaman yapmayı düşündüklerinin iki büyük sakıncası var. Birinci sakınca şudur; bir kere her şeyden önce bu kuvvetler ayrılığı ilkesine tamamen aykırıdır. Yani yargının vereceği kararın, yasamanın iznine tabi tutulması hukuk devleti ilkesine de aykırıdır. Yani yargıyı yasamanın iznine bağladığınız anda o zaten hukuk devleti ilkesinin ortadan kaldırılması demektir. Bu anayasaya aykırıdır. Asıl büyük sakınca şudur; siz bu şekilde Meclis’in, yasamanın iznine bağlıyoruz demesi siyasi iktidarın keyfine bırakmak anlamına gelir. Eğer siyasi iktidar ki örneği çok görüldü şöyle davranacaktır, aynı suçu işlemiş iki kişiyi düşünelim. Birisi siyasi iktidara mensup diğeri de muhalefete. Muhalefet için izin, iktidara ait milletvekili için hayır. Şimdi böyle bir durumun ortaya çıkması gerçekte bir başka büyük sıkıntı daha çıkarır. O da şudur; eğer Türkiye’de olduğu gibi yürütmenin başındaki zat yasamayı da elinde tutuyorsa, yargıyı da kendisine bağımlı hale getirmeye çaba sarf ediyorsa, gerçekte bu izin olayı bütün bu erklere egemen olan kişiye verilmiş anlamına gelir. Ve böyle bir şeyi nasıl kabul ederler ve muhalefet buna nasıl evet der anlamak mümkün değil. Aslında tamam, milletvekilleri tutuklu kalmasın, dışarı çıksın, tamam hiçbir itirazım yok ama yolu ortada, yolu belli. Ama oraya kimsenin yanaştığı yok tartıştığı yok. Gerçekte samimi olmadıkları için bu haller ortaya çıkıyor.” 
Türkiye’nin en badireli dönemlerinde çok kritik uyarılarda bulunan Sabih Kanadoğlu’nun değerlendirmelerine siyasi hesaplar bir tarafa bırakılarak çok dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum...

Yazarın Diğer Yazıları