Yandaş kükredi: Tıssssss!
Yeri yerinden oynatması, millette büyük bir “algı devrimi” yaratması, seyirci rekorları kırması beklenen film “gişe”ye gömülünce, yönetmeni, yandaş medyanın üzerine mikrofon fırlattı...
İyi ki bir televizyon stüdyosundaydı canlı yayın... Mazallah bir İtalyan lokantasında olsaydı, filmi boş salonlara oynayan yönetmen, bol soslu spagetti tabağını boca edecekti demek ki “katma değer”i sıfır bilet olan yandaş yazarın kafasına... Yahut düşünsenize bir yemek programında, hani şefin yemeklerinin tadına bakmak üzere çağrıldıklarında yaşandığını, satır, bıçak, Allah muhafaza kızgın yağ dolu kızartma tavası da olabilirdi saldırı aracı! Ya da aman Yarabbi; son dönemin en popüler protesto yöntemine başvurup, şefin yumurtalarını gözüne kestirseydi “mağdur yönetmen!”
***
Eh “mikrofon darbesi” de epey hasar verdi ama “kansız” dı en azından...
Maskeleri düşürdü, hanidir “yandaş medya, yandaş medya” diye dilimizden düşürmediğimiz “olgu”nun kof olduğunu gösterdi...
“Trakyalı Şrek”in, filminin üzerinden buldozer gibi geçtiği yönetmen konuştu da anlaşıldı; “Yandaş medya”nın, hani şu Pamuk Prenses ile Yedi Cüceler’deki “sihirli ayna”dan farkı yokmuş... Bir tek “Var mı benden güzel, benden güçlü bu dünyada” diye soran sultanın egosunu tatmin etmeye yararmış: “Yok sultanım; en güzel, en güçlü sizsiniz!”
“Sihirli ayna”nın Pamuk Prenses’in güzellikte kraliçeyi sollamasına mani olamayışı gibi...
“Yandaş medya” da Ata Demirer derler kendi halinde bir sanatçının, mütevazi bir Trakya kasabasından aktardığı hayata dair karelerin, “iddia olunan efsane”yi sollamasına mani olamadı!
Peki “mağdur yönetmen”in ileri sürdüğü gibi “yeterince destek olmadığı” için mi yandaş medya?
Daha filmin çekim aşamasında başladı yandaş medya reklama: “Tanrısever (mağdur yönetmen) kolları sıvadı!”
Film vizyona girmeden tam sayfa röportajlar yaptılar. “Allah’ın bu rolü kısmet ettiği” oyuncuları konuşturdular. Filme dair yükselen eleştirilere karşı manşetten “avukatlığa” soyundular. Vizyona gireceğini, girdiğini, galasını birinci sayfadan duyurdular. Filme konu şahsın hayatından kesitler sundular. Hani gişe yapsın diye kimi filmlerin erotik sahnelerinin basına sızdırılması gibi, kendi hedef kitlelerini cezbedecek, onlarda merak uyandıracak kareler yayımladılar filmden; polemikler başlattılar.
Hemen bütün köşe yazarları en az bir kere filmi yazı konusu yaptı; işi “toparlanın sinemaya gidiyoruz” çağrısına vardırdılar.
Özetle okuyucularını saçlarından sürükleyerek salona tıkmak dışında yapılabilecek herşeyi yaptılar! Ki zaten desteklerini “az” bulan “yönetmen”e “gözün doysun daha ne yapalım” tadında cevap da yazdılar; itiraf da ettiler yani filmi izletebilmek için seferberlik ilan ettiklerini...
***
İyi de en basit hesapla... Yandaş medyanın bütün diğer basın-yayın organlarını geçin, bir tek tiraj rekortmeni gazetesinin, var olduğu söylenen bilmem kaç yüz bin okuyucusu bile gitse sinemaya; hem de yanlarına bir arkadaşlarını, eşlerini, dostlarını, çoluk-çocuklarını almadan gitse, ihya olması gerekmez mi filmin yapımcılarının şu kadar zamanda!
Olmadığına göre...
“Balon” şişirebilmek bir yana... Zaten kendisi “balon” muş yandaş medya!
“Mağdur yönetmen” mikrofon fırlattı; sibop açıldı...
Duydunuz mu sesi; “Tısssssss!”
+++
Ucube menüsü:
zeytinyağlı pilaki
Haydi takın Davut Güloğlu’nun fenomen olan klibini: “Ne oldi şimdi, ne oldi böyle!..”
Yeniçağ’ın birinci sayfasından “Ucube Günay’ı yiyecek” dedik mi? Dedik!
“Ucube” Günay’ı yedi mi? Yedi!
Hem de Başbakan’ın ellerinden yedi iyi mi!
Odatv “RTÜK dün Kanuni’yi mağdur etmişti, bugün ise yeni bir “gazi”miz var: Ertuğrul Gazi!” diye yorumlamış ama, Erdoğan’ın üç gün bekletip, iyice soğuyunca servis etmesine bakılırsa ve ille de kafiyeli bir benzetme yapmak gerekirse, “gazi”den çok oldu mu size “pilaki”!
Cüneyt Ülsever’di sanırım; AKP’nin Köksal Toptan’a “güle güle” dediği günlerde, bütün “siyaseten devşirme”lerin kulağına küpe olması gereken bir tespitte bulunmuştu:
“Son kullanım süresi doldu!”
Koltuğunu korumak uğruna “sol geleneğin” bütün değer yargılarının üzerine çizik de atsa, kraldan çok kralcılık da yapsa, belliydi; tarih bir gün Günay için de tekerrür edecekti...
Etti...
Çünkü yerleri daralan iktidarlar, fazlalıklarından kurtulmaları gerektiği gün önce dönekleri harcarlar... Gemiye “çıkar” için doluşanların, menfaat uğruna “gemiyi ilk terk eden” olma ihtimali yüksektir ve liderler için böyle tiplerden vazgeçmek, hele de “kullanım süreleri dolduğunda” sadece an meselesidir...
+++
Asın kurtulalım
Prof. Mehmet Haberal’ı hücreye tıkmak için bir yerlerde kesin kararlar alınmış. Onu o küçük hastane hücresinden alacaklar; ille de Silivri’ye tıkacaklar. Doktorlar; ’Tedavi olmalı!’ diyor. Mahkeme; ’Tedavi olmalı!’ diyen doktoru da hapse atıyor. Gerekçe gayet tanıdık: Örgüt üyeliği... Güneydoğu’yu yakıp yıkanlar, örgüt üyesi değil... Otobüsleri yakanlar; karakolları basanlar; bunlara arka çıkanlar örgüt üyesi değil. Haberal’a rapor veren tıp profesörü, örgüt üyesi... Vicdanınız kaldırıyor mu bunu? En iyisi Haberal’ı asın... Siz de kurtulun biz de...
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Beleş aracılığı
Sinan Çetin’e göre ”Devlet, bilim, kültür ve sanatla ilgilenmez, ilgilenirse suç işlemiş olur.“ İyi ama, Sinan Çetin Cumhurbaşkanı Gül’ün uçağıyla Hindistan’a gitmedi mi? Şenay Aydemir de bunu soruyor: ”O bir iş heyeti değil miydi? O heyetteki yapımcılar da Hollywood ile ticari ilişkileri geliştirmek için orada değil miydi?“ Sinan Çetin’in cevabı biraz kafa karıştırıcı: ”Türk işadamlarıyla Hintli işadamlarının, iş yapmasına engel olmadığı için devlete teşekkür ettim, mutluluk duydum.“ Bir düşünsenize... Cumhurbaşkanı uçağındasınız, karşınızdaki Hintli işadamı size nasıl bakar, nasıl itibar eder? Bu devletin beleş aracılığı değil de nedir? Nasıl, Sinan Çetin’in mantığını beğendiniz mi?
Hasan Pulur / Milliyet
+++
Zavallı jöleli
“Jöleli arkadaş, hakkında yazdıklarıma sinirlenmiş.
”Dur şu Ahmet Hakan’a gününü göstereyim“ diyerek almış kalemi eline... Ancak... Ne diyeceğini bilememiş. ”Çakma Nişantaşılı“ dese fazla klişe kaçacak. ”Dönek“ dese kendi durumu akla gelecek. ”Yalaka“ dese olmayacak. Ne yapsın ”zavallı“? Çareyi benim için ”Cüppesiz Ahmet Hoca“ demekte bulmuş. Sanki ”Cüppeli“ denilen zatı, programıma çıkarıp ”Hocam... Hocam...“ diye bin takla atan benmişim gibi... Acıdım vallaha. Öfkesi yerli yerinde olup da kiyafet sorunu çeken bir adama acınmaz da ne yapılır?
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
‘Sür eşşeği Girne’ye be annem!’
Angela Merkel, açık açık “Ağzıyla kuş tutsa, gene de Türkiye’yi AB’ye almayacağız” dedi... Almam ya’ni.
*
Türkiye öfkelendi. “Haddini bil” filan. Halbuki... Teşekkür borçluyuz ona. Çünkü, gerçekleri söyleyen tek Avrupalı lider o... “Sizi kandırıyorlar” diyor.
*
“Ha bugün alacağız, ha yarın alacağız deseydim, beni çok severdiniz... Ama, bu palavraların size faydası olmuyor, 151 sene bekleseniz hikâye” demeye getiriyor.
*
“Rum tarafını tutuyorum diye bana kızıyorsunuz... Denktaş’ı devirip, Talat’ı başa geçiren siz değil misiniz? Türk tarafındaki yes be annem mitinglerinde, Türkiye yakamızdan düşsün pankartları açılmadı mı? Türk askeri işgalci, denmedi mi? KKTC milli marşını çöpe atıp, içinde Türk kelimesi geçmesin diye enstrümantal marş yazdırmadınız mı? Yönetimi Rumlara vermeye razı olduğunuz halde, Rumlar hayır deyince morarmadınız mı?” demek istiyor.
*
“Geçti Brüksel’in pazarı, sür eşşeği Girne’ye be annem” demek istiyor!
*
Ankara’da güpegündüz havayi fişeği ben mi attım?” demek istiyor.
*
“AB üyesi olmadan Gümrük Birliği’ne giren tek ülke sizsiniz... Tarihi hataya tarihi zafer dediniz, 200 milyar dolara yakın zararınız var, bizim suçumuz mu?” demek istiyor.
*
“Benim milletim zengin, özel hayatımda ikinci el Opel’e biniyorum, sizin poponuzda don yok, tüm siyasileriniz generalleriniz Mercedes’e biniyor, ben size daha ne diyeyim ki” diyor.
*
“Bakın bir örnek vereyim” demek istiyor... “Dünyanın fındığını siz üretiyorsunuz, bizde fındık ağacı bile yok, dünyanın fındık fiyatını bizim Hamburg Borsası belirliyor!”
H
“Malınızın kıymetini bilmiyorsunuz. Ahtapot Paul bile sizin spor otoritelerinizden başarılı... Mesut Özil’i aldınız da, vermedik mi, kafasına silah mı dayadık?” demek istiyor.
H
“İnsanlığa katkılarından ötürü sayısız ödül alan profesörü içeri tıkıyorsunuz, insanları domuz bağıyla öldürüp oturma odasına gömenleri dışarı bırakıyorsunuz, bu ne biçim iş?” demeye getiriyor.
H
“Bakın, din tüccarları milletinizi dolandırıyor, Keriz Feneri’nizi yakaladık, zahmet edip 800 küsur gün sonra anca geldiniz, belli ki niyetiniz yok” demek istiyor.
H
“Türkiye’nin çıkarlarını savunan gazetecilere darbeci diyorsunuz; AB’den para alıp AB’nin çıkarlarını savunan gazetecilere demokrat diyorsunuz. Gönül ister ki, bütün gazetecileriniz AB’den avanta alsın ama, almıyorlar... Siz en iyisi onları tek tek bertaraf edin, ben sizi AB’ye alacağımızı söyleyeyim, siz inanmaya devam edin, gül gibi geçinelim gidelim” diyor.
Bilmem ki, daha ne desin...
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Minik Serçe neden ötmüyor
Kanuni Sultan Süleyman’ın hayatının anlatıldığı ”Muhteşem Yüzyıl“ dizisi; Neo Osmanlıcılar’ın büyük tepkisini çekti...
Bu dizinin senaristi kim?
Oyuncu ve yazar Meral Okay...
Peki... Meral Okay’ın ”dünya-ahiret en yakın arkadaşı“ kim?
”Açılıma karşı çıkanlar iki cihanda da lekelidir“ diyecek kadar AKP’li olan Minik Serçe...
Aklına estikçe Başbakan’a telefon açtığını ve görüşlerini paylaştığını söyleyen... Hatta önümüzdeki seçimlerde AKP’den milletvekili seçilip, Kültür Bakanlığı koltuğuna oturmaya heves eden Sezen Aksu, en yakın arkadaşının başına gelenler hakkında neden sessiz kalıyor?
İlgili-ilgisiz herkes konuştu, düşüncelerini söyledi... Bir tek ”Minik Serçe“ ötmedi! En zor gününde arkadaşına dost elini uzatmadı... Bazı insanların boyu ”minik“ olabilir... Ama öyle bir yürek vardır ki onlarda, dünyalara sığmaz... Anlaşılan bizim ”Minik Serçe“nin, yüreği de minikmiş!
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Hırsızın hiç mi suçu yok yani
Yeni yönetmelikte ağır reklam yasakları da var ki bizce uygundur. İçkinin ve sigaranın reklamı olmamalı...
Ancak kişinin iradesine de karışılmamılı...
Uygar dünya yetişkin insanların içki içip içmemeye karar verecek iradeye sahip olduğunu varsayar.
Kişiyi kendini yönetemeyecek
kadar aciz gören cahiliye döneminin zihniyetidir.
NTV’de önceki akşam yapılan
açık oturumda bir ilahiyat profesörü içkinin dinimizce günah sayıldığını anlattı durdu...
Orada olmadığımız için sayın din adamına soramadık...
Laik düzende kanun ve yönetmelikler din esasına dayandırılabilir mi?
İki... Faiz de günah hatta haram değil mi? Neden hiç günlük hayatı kutsal kitaptaki faiz yasaklarına göre ayarlamıyorsunuz? Yolsuzluk, hırsızlık günah değil mi? Neden hiç onlarla ilgilenmiyorsunuz?
Yoksa bu içki yasakları kendinizi saf ve gariban halka dürüst göstermek için bir oyun mu? Yoksa ne?
Melih Aşık / Milliyet
+++
Irkçılık değil futbol pazarının itirafı
Okan Bayülgen Karabükspor’lu Emanuel Emenike için “Bunlar tekneyle mi geldi” dediği için ırkçı ilan edildi... Mesleği hakikaten de futbolculuk olan Emenike veya Karabükspor için demiyorum ama, amatör ligde bile “Afrikalı vatandaş” oynatılmaya başlandığını görünce Bayülgen’e katılmamak mümkün mü! Urfa’dan mevsimlik işçi toplar gibi Nijerya, Angola, Tanzanya bütün Afrika’yı dolaşıp, her duraktan üç beş atletik siyahi genç topluyor ve kulüplerin “ucuz işgücü” ihtiyacını karşılıyor sanki birileri...