Yağma Hasan'ın böreği... (17 Nisan 2008)
Devlet televizyonu halkın parasını pervasızca savuruyor
TRT’den İbo’ya 150, Hülya’ya 80 milyarcık haftalık
Yok, “şeriatçı” falan olmaları söz konusu değil...
Öyle olsa...
İbrahim Tatlıses gibi bir adama haftada 150 bin kayme bayılacak kadar cömert olabilirler miydi?
Bence asıl mesele “şeriatçılık” değil...
Hesapsızlık...
Öngörüsüzlük...
Şöyle ki:
Bu İbrahim Tatlıses denilen zat, kendi adına yaptığı şov programlarının reyting yapamaması nedeniyle büyük kanallardan sürülmedi mi?
Sürüldü...
Küçük kanallarda kendine barınak aramadı mı? Aradı...
Oralarda dahi tutunabildi mi? Tutunamadı...
Bunun üzerine İbo’muz, “jüri üyesi” falan olup var oluşunu sürdürme mücadelesi verdi mi? Verdi...
Orada da mesela bir Bülent Ersoy kadar katma değer yaratabildi mi? Yaratamadı...
Peki bu durumda “Al sana haftalık 150 bin kayme... Dansözüne de 30 bin kayme” falan denilip, “kuyudan adam çıkarma” gayreti nedendir?
Daha “Sen TRT’sin... Fark yaratmalısın... Misyonuna sahip çıkmalısın... Agresif reyting yarışı sana yakışmaz” meselesine gelmedik bile...
Yani “İbo Şov” denilen programın TRT’ye yakışıp yakışmayacağı tartışmasını bir tarafa bıraktık...
Diyelim ki TRT’ciler, “Yakışır” dediler ve yakıştırdılar da...
O zaman...
150 bin kayme bayılmak da ne oluyor?
İbo’nun önüne...
Düşen reytinglerini koyacak, hafiften sönmeye başlamış yıldızından söz edecek, bir “tutunamayan” haline geldiğini anlatacak...
Biri çıkmaz mı koca TRT’de...
Mesela bütün bunlar en azından zorlu mu zorlu bir pazarlığın malzemesi yapılmaz mıydı?
Ya da şöyle soralım:
TRT’ciler, sonunun hüsranla bitmesi mukadder bir macera için, halkın parasını değil de, kendi babalarının paralarını bu kadar pervasız harcarlar mıydı?
+++++
TRT’de sürgün süresi arttı
Kurum yönetmeliğindeki ‘geçici görevlendirme’ maddesi yenilendi
Yeni düzenlemeyle, TRT Genel Müdürü, personelini başka bir yere geçici görevle göndermeye 2 yıla kadar yetkili olacak. Düzenleme Resmi Gazete’de yayımlandı.
TRT personelinin bulunduğu şehirden başka bir mahalde geçici olarak görevlendirmesinde, yöneticilere tanınan yetki süreleri yeniden düzenlenerek uzatıldı.
Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Personel ve Sözleşmeli Personel Yönetmeliklerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikler dün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Yönetmeliklerin ’geçici görevlendirmeyi’düzenleyen maddelerinde yapılan değişikliğe göre; TRT Genel Müdürü, kurum personelini başka bir yere geçici görevle göndermeye 2 yıla kadar yetkili olacak.
Daha önce 6 aydı
Genel müdüre tanınan yetki süresi daha önceki yönetmelikte 6 aydı.
Radyo, televizyon, haber ve vericiler müdürleri, görev alanları ile ilgili kurum personelini yeni düzenlemeye göre 20 güne kadar geçici göreve gönderebilecek.
Bu süre daha önceki personel yönetmeliğinde radyo, televizyon ve haber müdürleri için 7 gün, bölge vericiler müdürleri için 15 gün, sözleşmeli personel yönetmeliğinde ise radyo, televizyon ve haber müdürleri için 10 gündü.
Temsilci, temsilcisi olduğu TRT yurtdışı bürosunun bulunduğu ülke sınırları içerisinde 10 güne, radyo ve televizyon verici müdürleri görev alanları ile ilgili olarak 10 güne, başhukuk müşaviri, genel sekreter, savunma sekreteri, daire ve kurul başkanları, bölge müdürleri, Ankara Radyosu müdürü, Ankara Televizyon müdürü ve Ankara bölge vericiler müdürü, görev alanı içinde 30 güne, genel müdür yardımcıları da 6 aya kadar geçici görevlendirme yapabilecek.
Yurtdışına geçici görevle gönderme yetkisi ise bundan önce olduğu gibi genel müdüre ait olacak.
+++++
301 yetmez, sıradaki gelsin
Bu ülkede, “hür düşünce” adına 301. Madde’nin kaldırılmasına çalışanların asıl istedikleri sövme hürriyeti! Kime olduğu da belli:
Türklüğe, Cumhuriyete, Meclis’e, Hükümet’e, yargı organlarına, askere ve polise. Çünkü, TCK’nın 301. Maddesi, bu değerleri ve kurumları alenen aşağılamayı suç sayıyor. Son fıkrasında ise, net olarak şu cümle yer alıyor: “Eleştiri için yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.” Demek ki... Eleştirmek serbest, sövmek suç! Bu ifadeler bile rahatsızlık doğurduğuna göre... Belli ki, fikir açıklamak ve eleştiri yöneltmenin yanı sıra, aşağılamanın, ayaklar altına almanın ve sövmenin de serbest bırakılması isteniyor! Yıllardır bunun için fırtına koparılıp, feryat ediliyor.
Neymiş, Avrupa öyle istiyormuş. Bizim de Avrupa standartlarını yakalamamız gerekiyormuş. 301. Madde’nin Ceza Kanunumuzda bulunması bizim açımızdan affedilmez bir ayıpmış. Vesaire, vesaire... Oysa, Avrupa’nın dört bir yanı 301 benzeri düzenlemelerle dolu. Belli değerlere hakaret etmek, onları aşağılamak, İngiltere’de de suç, Danimarka’da da. Bulgaristan da buna izin vermiyor, Fransa da. Onlar için “hak” olan, bizim için “kabahat.”
Üstelik, verilen cezalar bizdekinden kat be kat fazla. Bizde cezanın üst sınırı 3 yıl. Almanya’da ise neredeyse iki katı. Almanya’da, Federal Devleti, Hükümet’i ya da yargıyı aşağılayanlar, 3 yıldan 5 yıla kadar hapisle cezalandırılıyorlar. Buna rağmen, karşımıza geçip bize akıl veriyorlar: - Reformlara ara verdiniz ve çok ayıp ettiniz. Üstelik, şu 301. Madde’yi de bir türlü değiştiremediniz... “Reform” diye önümüze koydukları, milletin karşı karşıya gelip birbirine sövmesi için alt yapı oluşturulması!
Şimdi 301. Madde’yi bir defa daha değiştiriyoruz. Topu da Cumhurbaşkanlığı makamının önüne atıyoruz. Hem yargıyı etkisizleştiriyoruz, hem de dava açılmasını Cumhurbaşkanı’nın iznine bağlayıp, Anayasa’nın eşitlik ilkesini ayaklar altına alıyoruz. Peki işe yarayacak mı? Bu sorunun cevabı, yapılacak uygulamaya bağlı! Cumhurbaşkanı yetkisini kullanıp hiçbir dava açılmasına izin vermezse, problem çıkmayacak. Tersini yaparsa, tartışmalar yine kesilmeyecek.
Bu defa da 301. Madde’nin tamamen kaldırılması istenecek. Bu kadarla da yetinilmeyecek. Avrupa, hep yaptığı gibi çifte standart uygulamaya devam edecek. Yarın önümüze başka abuk sabuk istekler konulacak. AB Komisyonu Başkanı Barosso, Türkiye’ye gelip, zaten bir kısmını peş peşe sıraladı ve gitti. Avrupa bu, hikmetinden sual olunmaz! Biz böyle düşünüp, sorunları halkın önüne bu şekilde koyduğumuz müddetçe de içine düştüğümüz kısır döngü devam edip gidecek.
+++++
Hürriyet
Yılmaz Özdil
Pirinç
Ve, ulusal bilinç uyanıyor...
“Pirinç almayın!”
Yeni kampanyamız bu.
**
Peki ne alalım?
**
Buğdayı ABD’den getiriyoruz.
Mercimeği Kanada’dan...
Mısırı Arjantin’den getiriyoruz.
Susamı Sudan’dan...
Arpayı Ukrayna’dan.
Baklayı İtalya’dan.
Sarmısağı Çin’den.
Anadolu’da gezerken çekirdeğini yanlışlıkla elinden düşür, ayçiçeği fışkırır...
Rusya’dan getiriyoruz.
Pamuk Yunanistan’dan.
Elma Şili’den.
Portakal Brezilya’dan.
Muz Panama’dan.
Vişne Almanya’dan.
Ceviz Çin’den.
Hesapta milli yemeğimiz...
Fasulye İran’dan.
Barbunya ABD’den.
Soya Arjantin’den.
Pirinç Avustralya’dan.
Nohut Meksika’dan.
En cüzel çay?
İngiltere’den.
İneklere yem olarak döktüğümüz kepeği bile utanmadan ABD’den getiriyoruz...
İnekler Hollanda’dan.
**
Kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi memleketim... Memleketimi IMF’ye satan arkadaşlar sayesinde, bugün, Mali, Kamerun, Peru, Suriye, Ekvador, Mısır, Hindistan, Burkina Faso’nun da aralarında bulunduğu 103 ülkeden ithalat yapıyor, karnını doyurabilmek için.
**
ÖSS’ye giren çocuklarımızın, Allah zihin açıklığı versin diye yuttuğu 3 adet okunmuş pirinç tanesi bile, ithal... Sen hangi ulusal bilinçten bahsediyorsun?
**
Dolayısıyla, önerim şu...
Mazot 20 YTL olsun.
Çobanları bakan yapın.
Doğurun.