Yağ satarım bal satarım...
Ve şimdi karşınızda bir “Altanlar” klasiği... (Bu durumda “Madem” bir klasik”ti neden yedin?” diye sorma/sorgulama/ayıplama hakkınız baki!)
Ahmet Altan’ın, “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Balyoz” ihalesinde ortağı olan Mehmet Baransu’nun tutuklanmasından sonraki bütün o efelenmeleri, “buradayım”, “heeeeeey sesimi duyan yok mu”, “onu alma beni al, bana gel, bana sor” nidaları, o posta koymalar, güya sorumluluğu üstüne almalar, kalkan olmalar -sakatlanma pahasına korumaları yara yara Erdoğan’a el uzatan vekil adayı akil Hüseyin Yayman misali- kendini ortalığa atıp, -huyu kurusun- edebiyat parçalamalar;
Yeni çıkacak kitabı öncesi “delikanlılık”la yaşadığı “reklam aşkı”ymış meğer hepsinin sebebi!
Göz göre göre “kullanışlı aptal” yerine koydu hepimizi!
* * *
Bile bile ya...
1970’lerde ailecek sırtlarını sıvazlayıp sokaklara sürdükleri gençlerin, 12 Eylül’ün acımasız işkence tezgahlarında açılan yaralarını bile “sermaye” olarak kullanabilenler için Baransu’nun eli kelepçeli resmi ne ki!
Bunu bile bile...
Ellerine bulaşan kandan, aldıkları ahlardan, bu ülkenin toprağa verilen binlerce gencinin vebalinden bile “servet” devşirebilenlerin, ideolojisi ne olursa olsun bir kuşağın gerçekten inanarak, kendilerini karşılıksız adayarak girdikleri kavgayı, kitapçı filan bile değil üç kuruşa bakkal rafında “satışa çıkarabilen”lerin, Mehmet Baransu’nun durumu ne ki; onu kazanca dönüştürme fırsatını kaçırmayacaklarını bile bile bağlandı ya basiretimiz ona yanıyorum!
“Yemezler...” makamında yazmış olsak bile alet olduk ya buna herkesten önde kendimi kınıyorum!
Yapmadığı şey değil ki;
İktidara iliştirildiği dönemlerde:
- Yağ satarım, bal satarım!..
Kapı dışarı edilince:
- Ustam öldü, acı satarım!
* * *
İçinizden “Yok canım, kendinize haksızlık etmeyin, sonuçta maskesi düştü insan içine çıkamaz hale geldi...” diyen naif insanlar çıkacaktır;
Da...
Bu modellerin insani ayarları sizin bizim gibi değil ki. Hepsini yalayıp-yutup “Yarabbi şükür” demeye müsait “sado-mazohist eğilimleri”!
Velhasıl, lamı cimi yok becerdi çoktan unutulup gitmiş bir ismi yeniden ezberletmeyi!
* * *
Dün hâlâ “kibir onursuzluktan iyidir” diye destek çıkıyordu biri Altan’a;
Ateşe attığı maşasının cayır cayır yanışını dahi nakde tahvile çalışmak mı “onurluluk”?
“Ensest”i, “birbirini çok seven insanların sevgilerinin doruk noktasına ulaşması” varsayan birinden bahsediyoruz;
“Hayvanlarla seks”i normal karşılayan birinden... Kadınların içinde “fahişelik eğilimi ve düşmüşlük özlemi” taşıdığını ileri süren birinden...
Ve “onur” diyorsunuz ha;
Şeref yani!
Haysiyet...
* * *
Rahmetli Deniz Som “Dönek oğlu dönek” demişti, Fethi Naci “tiksindirici” , Uğur Mumcu “liberal tosun” ;
Ben de “ustalara saygı” diyorum;
Vardı zahir bir bildikleri!
“Beni tanıyor musun?”
Can ve mal güvenliğimiz, huzur ve refahımız, yekten “Anayasa’yı tanımıyoruz” demese de lafı oraya getiren bir “kafa”ya emanet olduğuna göre, hiçbirimiz güvende değiliz!
Her birimiz yasaları çiğnemeye, “anayasal kurumlar”ın yetkileri gaspa hazır bir zihniyetin tehdidi altındayız!
Önce bunu söyleyeyim ki yazdıklarımıza “coşkuyla katılanlar”ın başlarına bir iş geldiğinde “ama biz bilmiyorduk” olmasın;
Mevcut siyasi iktidarın, TBMM kürsüsünden “illegalite” ilanı anlamına gelen o korkunç sözlerden sonra, her birimizin başına her şey gelebilir çünkü!
Hâlâ “var”ken -mübalağa değil yok da edebilirler çünkü- kamuya olan sorumluluğumuz gereği soralım:
‘Anayasa’ dışında uymaya yemin edip de tanımadığınız ne var acaba?
“Devletin varlığı”nı tanıyor musunuz mesela; yoksa o da “değiştirilmeli” mi, yok hükmünde mi nazarınızda?
Ya “bağımsızlığımızı” ?
“Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü” tanıyor musunuz? Yoksa değiştirilebilir mi, özerklik olabilir, federasyon; hı?
“Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliği”ni kendinize bağlayarak aslında hiç ama hiç tanımadığınızı gayet net izah ettiğiniz, peki eğer kargalar bile gülmeyecekse ;
Hukukun üstünlüğünü?
Tanıyor musunuz? Yoksa, mesela Abdullah Öcalan’ın mezara kadar o delikten çıkmamasını garantileyen onca hüküm bir anda hükümsüzleşebilir mi?
“Demokratik ve laik Cumhuriyet rejimi”ni tanıyor musunuz; yoksa Öcalan’ın “ambalajı” da bu olduğu için bir müddet daha “demokratik Cumhuriyet”e tahammül edip, Şeyh Sait’in müzakerenin iki tarafının da partisine dağılmış torunlarıyla bir “Kürt Teali Federasyonu” mu inşa edeceksiniz?
“Atatürk ilke ve inkılaplarını” sormuyorum bile...
Ya “herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsü” nü?
O değil de “insan”lığımızı tanıyor musunuz, insandan sayıyor musunuz bizi yoksa “böcek” gibi mi görünüyoruz sahiden bulunduğunuz mevkiden?
Bir varmış bir yokmuş...
“Yalan dünya” böyle bir şey işte;
Ümraniye Davası’nın iki sanık gazetecisinden biri Ünal İnanç son nefesini verdi; Tuncay Özkan baba oldu, yeni doğan “Güneş”i bir dönem iyice daralan nefesine nefes verdi...
Ne denir ki; gidenlere rahmet, kalanlara sağlık, sıhhat...