“Yaban”ı beklerken...
“Güzel şeyler oluyor...” diyerek girdi Türkiye’ye Şivan Perver;
Yüreklere su serpti, “devletin zirvesi” yle, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile “ağız birliği” içindeydi!
Keza Başbakan Tayyip Erdoğan’ın misafiriydi!
Ve bir yanında, gözünün Türk topraklarında olduğunu hiçbir zaman gizlememiş olan, evlatlarımızın katillerinin, PKK’lı teröristlerin hamisi, “Büyük Kürdistan’ın AKP açısından -tercihen- banisi” Barzani!
Camlarından “Kürdistan’ın egemenlik sembolü(!)” sallanan araçlardan oluşan konvoy; “düğün alayı” gibi Diyarbakır’ı turluyor!
Ezeli rakibini ezerek yenmiş takımın taraftarı gibi zafer naraları atanlar; poşuya sarılı suratlar...
En üst düzeyde “koruma” tahsis edilmiş halkı kin ve isyana teşvik/tahrik edenlere, bölücülere, teröristlere, işgale heveslenenlere, isyan edenlere...
Hiçbir “rahatsızlık” emaresi, acı, sızı, sancı yok yüzlerinde, kızlı-erkekli ağızları kulaklarında olduğuna göre “meşe dalları” iyi gelmiş demek ki!
***
Bugünün geleceğini işaret eden bütün kötü zamanlarda, ben hep Porsuk çayı yakınlarındaki o virane köyü hatırladım; aç, açıkta ve yarı çıplak insanlarını Anadolu’nun...
Ne zaman umudumu keser gibi olsam, Yakup Kadri’nin romanına sarıldım; Yaban’a... Kendime durmadan, ama hiç durmadan, soluksuz, “Kurtuluş Savaşı” nın da “düşmanın Türklere yardım edeceği söyleyen şeyhler”e ve “o şeyhlere inanan köylülere”, “Mustafa Kemal’in ordusunda savaşıp Mustafa Kemal’e karşı saf tutan ve Türk değil İslam’ım diyenlere”, işgal ve tecavüz evlerinin içine, karılarına, kızlarına uzanana kadar “bekleyenlere” o cehalete, o umarsızlığa rağmen kazanıldığını hatırlattım...
Tek kolunu savaş meydanında bırakmış ve yine de savaşmaya hazır Ahmet Celal’in “şuur” olarak zuhur edeceğine inandım; “o gün” geldiğinde.
***
O gün bugündür!
***
Ve sen -daha ne olmasını bekliyorsun- hâlâ şuuru, vicdanı, cesareti olmaya talip olmuyorsan milletin... Bir adım öne çıkmıyorsan;
Sakın öfkeden yumruklarını sıkma boşuna...
Sana ızdırap veren şey, senin kendi eserindir!