Ya şimdi konuşun ya da bir daha hiç konuşmayın
Altılı Masa''nın son buluşmasındaki konu başlıklarına dair yazacağım.
Ama…
Gazeteci yahut yazar veya yorumcu olarak hiç de böyle mecburiyetlerimiz bulunmadığı halde, biliyorsunuz, artık önce niyetimizden şüpheye mahal vermemek için bazı bildirimlerde bulunmak durumundayız; böyle zırva bir iklim tesis edildi.
Önce ne olduğumuzu, ne amaçladığımızı, ne olmadığımızı, ne amaçlamadığımızı izah etmeliyiz ki, "aman, sakın yanlış anlaşılmayalım"; çünkü her şeyden evvel "doğru anlaşılmak"tır basın hürriyeti!!!
*
Bu minik iğnelemeden, muhalif siyaset alanı üzerine düşeni aldıysa…
Beyan "vazifemi" de yerine getireyim:
Meslek hayatının 21 yılını, yani tamamını mevcut iktidarın politikalarına muhalefet ederek geçirmiş bir yazar ve Türkiye Cumhuriyeti''nin her türlü hak, hukuk gaspına yol veren bu sistemden derhal kurtarılması gerektiğini savunan bir vatandaş olarak, seçmen tercihim pek tabii ki muhalefetin ortak adayından yana olacak.
Kişilerden ziyade sistemi oyladığımın farkında olarak gideceğim sandığa.
Temel gayem; herhangi birini bir şey yapmak ya da yapmamak değil evladıma, evlatlarımıza "yaşayabilecekleri" bir Cumhuriyet bırakabilmek olacak.
Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu da benim Cumhurbaşkanı adayım, Meral Akşener de, Mansur Yavaş da, Ekrem İmamoğlu da…
*
Görevimi tamamladığıma göre, gelelim mevzumuza:
*
Bir:
Herkes bu farkındalığa sahip midir?
İki:
Olmak mecburiyetinde midir?
*
Benim bu yazıyı yazdığım saatlerde henüz başlamış olan dünkü "6''lı Masa" toplantısının gündemindeki, "Cumhurbaşkanı adayını belirleme yöntemini konuşmaya başlamak" konusunda "tam mutabakat" sağlanıp sağlanamayacağını, liderlerin kaçının, işte bu yüzleşmeye yanaşıp yanaşmayacağı belirleyecek.
*
Aşılması, anlaşılması gereken ilk mesele:
"Ortak aday"ın kim olduğu; adından, partisinden, cinsiyetinden, mezhebinden vesair değil "kazanabilir" olup olmamasından dolayı önemli;
Herkesin oyuna talip olabilir mi?
Talip olduğu herkesten oy alma potansiyeline, potansiyeli olsa dahi imkan ve kabiliyetine sahip mi?
Bazen olur; sizin içinizde paha biçilmez bir hazine mevcuttur ama öyle kalın perdelerin, öyle aşılmaz duvarların, öyle derin uçurumların ardından bakıyordur ki size insanlar; cevherinizi göremezler. Dolayısıyla da, hakkınız olanı teslim etmez, edemezler.
*
Soru şu:
Türkiye''nin belki de son seçimine giderken, bu, muhalefet açısından alınabilir bir risk midir?
O perdeleri en kolay indirebilecek, o duvarları en kolay yıkabilecek, o uçurumları en rahat aşabilecek olan aday kimdir; aynı anda mümkün olan en geniş alanda, en çok sayıda insanla bunu kim becerebilir, başarabilir?
*
Sinerji; birden çok kimliğin, eğilimin, geleneğin buluşabildiği noktada oluşur. Kimin durduğu yer buna en müsaittir?
*
Bu soruların, dürüstçe verilmiş cevaplarında gizli olacak liderlerin verdikleri "sistem mücadelesi"ndeki samimiyetleri.
*
Zira, hiç gerek yokken, pekala kazanılacak durumdaki bir seçimi riske atacak her türlü eylem, söylem, dayatma, emrivaki, menfaat endeksli destek yahut köstek girişimi, hepsi, "sistem"den kişisel ve kurumsal hırs/çıkarlara dönüştürür mücadelenin merkezini.
*
Genelde ahkam makamından, "-meli", "-malı"lı yazılara imza atmayı sevmem.
Ama bugün mevzubahis vatan ise o benim de vatanım.
Cumhuriyet ise benim de cumhuriyetim.
Kaygı gelecek ise benim de geleceğim.
Bu iş "millî irade"nin rızasıyla olacaksa; ben de bileşeniyim.
Ve bu milletin bir ferdi olarak bütün endişeleri gidermeye elverişli bir yöntemin izlenmediği bir "kısmi mutabakata" razı değilim.
Dediğim gibi Kemal Bey, Mansur Bey, Meral Hanım, Ekrem Bey hepsi aday olabilir; başkaları da olabilir.
Ama…
Bana, bize her şeyden önce "demokrasi"yi vaat eden bu masa, "ortak aday"ını, "kazanabilirliğini" ikna edici, somut verilere dayandırarak belirlemek zorunda.
Seçmenle inatlaşmadan.
"İdeal olan" değil diye mevcut durumu, sokağın, sahanın gerçeğini, sosyolojik parametreleri yok saymadan.
Hatta işi her gün yazmayı, çizmeyi, konuşmayı gerektiriyor diye kendinde "siyaseti terbiye" yetkisi gören sözde aydınlara kanmadan, tek bir tabakanın estirdiği rüzgârın peşinden herkesi sürüklediği sanrısına kapılmadan…
Kısacası; hayale dalmadan…
*
Bunun üzerinde neden bu kadar uzun durdum.
Çünkü, sistem yüzünden; bir yandan Cumhurbaşkanı adayını belirlerken, bir yandan da başka hesaplar yapmak durumunda şu anda "6''lı Masa";
Masadaki partilerin tamamı bir "parlamento seçimi ittifakı" da kuracak mı; 6 parti de, "Millet İttifakı"nda yer alacak mı?
DEVA Partisi TBMM''ye, "grup kuracak milletvekili sayısına sahip olarak" sokulmak istiyor? Keza Gelecek Partisi de öyle…
Demokrat Parti ve Saadet Partisi''nin böyle bir grup şartı yok ama haliyle adaylarını göstermek istedikleri il ve sıralar var.
Bu, toplamda 60-70 milletvekilini bulan bir "kontenjan" demek.
Hem sayısal, hem oransal olarak çok ama çok büyük bir feragat demek.
Bu nevi kabulü zor bir pazarlık "Cumhurbaşkanı adaylığına destek" üzerinden yapılmaya kalkılır mı?
O zaman hani ilkesel tavır?
*
Son olarak…
Kimse bu soru ve sorgulamalardan korkmasın.
Ülkü; demokrasiyi bütün kural, kurul ve kurumlarıyla içselleştirmiş bir yönetim biçiminin tesisi ise;
Korkmadığı gibi çoğaltsın da.
Hani, filmlerde bir sahne vardır "İtirazı olan ya şimdi konuşsun ya da ebediyen sussun" diye; "ortak adaylık" bahsinde tam da oradayız şu an.
Kim eteğinde ne varsa şimdi döksün…
Ne olacaksa şimdi olsun ve bitsin….
Ki, muhalefet kampanya dönemine gazsız, ukdesiz, sancısız şekilde girilebilsin.
Bastırılmış hırslar, ertelenmiş hesaplar, hazımsızlıklarla, mutabık olunarak değil de tahammül edilerek gidilen seçim süreçlerinin sancılarını yakın geçmişte hep birlikte yaşadık;
Teşkilatların çalışmasında yaşadık…
Seçmenin inandırılmasında yaşadık…
Sandıklarda, seçim güvenliği hususunda yaşadık…
Tekrarının, telafisi mümkün olmayan bir son demek olduğunu yazmaya gerek var mı!