Ya mevcut durum ya tecdid
Ülkücü Hareket adına bugün ortada mevcut bulunan ‘siyâsî yapı’nın/yapıların ciddi bir idealizm ve fikrî kabızlık problemi vardır.
Peki, bu şartlarda ‘Başarmakla değil, mücâdeleyle mükellefiz “ şeklindeki haklı ama oldukça naif bir retoriği nereye oturtacağız? Nerede hayat alanı sunacağız bu retoriğe?
Ülkücü, milliyetçidir, ahlâkçıdır, dürüsttür, vatanseverdir, milletine kendini adamıştır...
Bu sıfatlara hâiz ülkücülerin yakın/uzak hedefleri nedir?
Meselâ devleti yönetmeye tâlip midirler? Devleti yöneteceklerse eğer bunun çatısı neresi olacaktır?
Kendi üst yapıları, yani siyâsî partileri vâsıtasıyla yöneteceklerse devleti (ki başka bir yolu yoktur), piramidin altından yetişen ülkücü kadrolar üst yapıda müteselsilen yer almalıdırlar.
Peki böyle mi devam etmektedir süreç?
Tabii ki hayır!
Gençlik ve piramidin üstü arasında hiçbir bağ yok, hatta üst yapının tabanla bir alâkası yoktur.
Hareketin başarısı için gerekli olan zaman elli yıl mıdır mesela?
Bu hareketin ‘başarı tabelâsı’ nereden okunur?
Aslında yoğunluklu olarak bir ‘devlet’ ideali ve ‘devlet kurgusu’ üzerine binâ edilen ve 12 Eylül 1980’de devletin gerçek yüzüne toslayan Ülkücü Hareketin, devleti yönetme isteği veya ideali ya da hedefinin diğer yapılara göre çok daha kuvvetli olması gerekirken, yaşanan siyâsî başarısızlıklar ve ülkücü kadroların devletin yönetiminde değil, hep yanında yöresinde ikincil elemanlar olarak istihdam edilmesi bir paradoks olarak orta yerde durmakta..
Ülkücü Hareketin ‘gaz ve fren ayarları’nı yapanlar ‘icap ettiğinde’ özellikle ‘fren pedalını’ çok stratejik(!) kullanıyorlar.
Eğer böyle ise, Ülkücü Hareket kendisine yakın (yelpâzenin sağ kesimi) siyâsî yapıların ya da devletin ‘insan fideliği’ midir, böyle ise mücâdeleyi neden dürüstçe kodlamıyoruz?
Ülkücülerden şeyh olmaz, ülkücülerden dinî cemaat olmaz, ülkücülerden mücadele adamı olur, devlet adamı olur, bürokrat olur. Bu kadar kadro yetiştiren (yalnız şahsî hafızalarımızdaki kadrolar iki-üç tane devlet yönetir) bir hareket niçin siyâseten bu kadar başarısız, bu kadar dağınık, bu kadar perîşân, bu kadar güdük, bu kadar hazin, bu kadar pasif durumlara düşer?
Hayatlarında hiçbir risk almamış bir hareketin kadroları (AKP) bugün devletin bir, iki ve üç numaralı koltuklarında otururken, hayatlarını milletine adayan ve 12 Eylül’ün birinci derecede mağduru olan Ülkücü Hareket neden hep fidelik vazifesi görmektedir?
Bunun sebebi yalnızca üst yapıdaki beceriksizler midir, bu kadar basit midir?
Böyleyse eğer, bütün bunların halledilmesi de bir o kadar basit olmalıdır.
Cevap bu kadar basit değilse, daha fazla ve derinlikli muhasebeler yapmak, daha fazla düşünmek gerekir.
Biz, “Devlet yönetme” iddiamızı mübâlağalı kabul ederek, bu iddiadan rücû edip, iktidarların” altyapı” sorumluluğuyla mı iktifâ etmeliyiz?
Bu da bir tercihtir, lakin bu şartlarda da hareketi, mücadeleyi doğru kodlamayı gerektirir.
Bir yanda devleti yönetme iddialarıyla ortalıkta adam diye gezinip, diğer yanda câmiaya “yine bana hüsran, bana yine hasret düştü” şarkıları söyletmek Ülkücülük değildir.
Kesin olan bir şey varsa o da, bu hareketin davulu hep ülkücü câmiânın sırtındadır.
Peki, tokmak kimin elindedir?
Asıl cevap gerektiren soru budur...
Eğer bu soru doğru cevaplanırsa, belki de her şeye sıfırdan başlamak için elimizde sahih bir gerekçe olabilir.
4 Kasım Kongresi bütün bunların da belki cevabının alınacağı bir kongre olabilir mi? Harekete bir oksijen takviyesi sağlayabilir mi? On yıldır patinaj yapan, yerinde sayan ve aslında iktidarı için önünde hiçbir engel bulunmayan Milliyetçi Hareket Partisi için bir sıçrama basamağı olabilir mi?
4 Kasım 2012 tarihinde büyük kongresini yapacak MHP’de, Genel Başkan adayları arasında, idareyi ülkücülerin elinde tutmak konusunda açık taahhütler veren MHP Genel Başkan Adayı Koray Aydın ayrıca ve özellikle bir ‘yenilenme’ ihtiyacını vurguluyor sık sık.
‘Yeni’ değil, ‘yenilenme’.
‘Yenilenme’, yani Koray Aydın’ın kendi sözleriyle ‘öze dönüş’. MHP’nin ve Ülkücü Hareketin kadîm fikrî birikim ve dinamiklerine dönüş. Koray Aydın, tabanına kulak veren, Meclis kadrolarını ‘ön seçim’le gerçekleştireceğinin sözünü televizyon programlarında açıklayarak kendisini bağlamaktan çekinmeyen ve böylece MHP tabanının yıllardır mustarip olduğu MHP üst yönetimi ve Meclis kadrolarındaki ithal isimleri tabanın seçeceğini vaat eden Genel Başkan Adayı olarak her zeminde büyük kitlelere kendisini anlatıyor.
A. Hamdi Tanpınar, “Sıçramak için bir basamağa ihtiyaç vardır” der. Davulun ve tokmağın Ülkücülerin elinde olacağı teminatını veriyor Koray Aydın, bu bile sıçramak için başlı başına ‘sağlam ve sahih’ bir basamaktır.