Ya Kılıçdaroğlu çıkar da “Usta öğretti” derse...

Mal bulmuş mağribi gibi atlamışlar...
“Kılıçdaroğlu medyayı yönlendirmiş” diye ayıplayan, kınayan, “tüüühhhhh sana” diyen manşetler
atıyorlar...
İyi, hoş, tamam da...
Ya Bülent Arınç’ın “Tühhhhh” diye tükürüğe boğduğu medyaya, Erdoğan’dan gelen “O manşetleri atmayacaksınızzzzz”, “O yazarlara yazdırmayacaksınızzzzz”, “Sözümü dinlemeyenlerin gazetelerini almayacaksınızzzzz” minvalindeki tehditleri neydi?
O da medyayı yönlendirmedi mi?
Hem de “kollarını sıvayarak” , korkutmaya çalışarak...
Genel yayın yönetmenlerinin Erdoğan’ın uçağında “ortak manşetle çıkma, şu haberi görmeyelim, bu haberin burasını büyütelim ortak kararları almaları” farklı birşey miydi?
Demem o ki, ya Kılıçdaroğlu kalkar da “Yaptım ama sorun bakalım neden yaptım” derse...
Boş bulunup da “neden” diye soran birine de “Biz” usta”dan böyle gördük” cevabını verirse ne olacak!
“Siyasetin medyayı yönlendirmesi” karşısında işin içine muhalefet girene kadar “üç maymun”u oynayan, hatta durumdan; toplumsal algıyı parmaklarının ucunda oynatmaktan pek memnun olan bu arkadaşların yüzü kızaracak mı?




Mayınları keçiler mi taşıyor acaba

Moralimiz bozulmasın, kahırdan incilerimiz dökülmesin diye “şehit” haberlerini görmeyen, göstermeyen, gizleyen gazetelerden birinin dünkü manşeti “Dersim katliamına soruşturma”ydı...
“73 yıl sonra yakınlarının kemiklerini bulan ailelelerin başvurusuyla başlatılan soruşturma”yı müjdeliyordu
haber...
“Devlet” yargılanacaktı
yani...
“Ohhh be” çekiyordu derin derin başlıklar; “devlet” adı altında dönemin siyasi iktidarı yargılanacaktı, Atatürk yargılanacaktı!
Öte yandan, daha dün evlatları “parçası bulunamaz hale getirilenler”in feryatları “suç duyurusu” sayılamazdı; susturulmalıydı. Medya hükmünü verdi, şehit annesinin gözyaşı provokasyon amaçlıydı; arkasından ağlayanlar, yüreği yananlar, bir ellerinde bayrak cenazeleri omuzlayanlar; hiçbiri “yüzleşmenin şart olduğu bir suç”un vebalini ödüyor olamazdı; hiçbiri “evlatlarının katilleriyle müzakere edenler”den hesap soramazdı!
Hem sorsalar ne olacaktı?
Dersim’de “devlet” deyince CHP, İnönü, Atatürk’ü öne sürenler, Pervari’de, Başkale’de, Çankaya’da “devlet” deyince faturayı AKP’ye, Erdoğan’a, Gül’e kesmeye yanaşmıyordu!
Dolayısıyla “devlet” adı altında “katillere” vaatlerde bulunan siyasi iktidardan “hesap sormak” işi tarihe kalıyordu.
AKP iktidarının, son birkaç gündür medyaya arka arkaya yansıyan açıklamalara bakılırsa, PKK ile ilişkisinin “al takke ver külah” boyutuna geldiği ortada olduğu halde hem de...
Keza Cumhurbaşkanı, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun bir “suikaste kurban gittiği”ni ispat çabasına girmiş, “Keçiler gelip sökmedi ya helikopterin beynini” diye alternatif bir gündem yaratıyordu da, başında olduğu devletin her bir ferdinin; hangi bölgede, hangi şehirde yaşadığı, yaşı, işi, mesleği, etnik kimliği, dini, dili fark etmez herkesin “kelle koltukta” yaşadığı şu günlerde, “mısır gibi patlayan bombaları, mayınları keçiler mi taşıdı” hesabını sormuyordu...
Yargıtay’daki görevinden istifa eden Tetkik Hakimi Celal Çelik haklı; artık insanın “midesi kaldırmıyor” milli vicdana kurulan tezgahları...



BASINDAN SEÇMELER


Ölüyü de rahat bırakmıyorlar

...Çankaya da oturan şahıs geçen gün çok ilginç bir açıklama yaptı. Kendisine vatansever bir subay tarafından bir video gönderilmiş, o videoyu izleyince şaşırıp kalmış. Enkaza ulaşan bazı subay görevliler orada helikopterin bazı parçalarını söküyormuş. (...) Türkçesi, Yazıcıoğlu’na bir suikast düzenlenmişti, askerler onu örtbas etmek için kolları sıvamışlardı!.. Bunun üzerine yandaş-yalaka medya ile ötekiler işin üzerine gitmeye başladılar. (...) Amaçlan şimdiden belli. Bu helikopter kazasını da askerlere, sonra Ergenekon’a (!) bağlamaya çalışacaklar. (...) Eğer ortada suikast varsa bu durum belgelensin, hiç kimse ağzını açamaz. Ama ortada, fol yok yumurta yokken, hele üstüne vazife olmayanlar 48 saniyelik videoyu izleyip bu konuda ahkâm kesmeye kalkışmasın.
Emin Çölaşan / Sözcü



Kadınlardan ses çıkmayınca kalemi ele aldı...

Siirt’te 4 genç kızın teröristlerce katledilmesi büyük tepki çekti. (...)
Olayın yaşandığı 20 Eylül’den 26 Eylül’e kadar bekledim ki, medyamızın kadın gazetecileri artık yeter diye isyan etsinler!..
Ama kimseden ne yazık ki ses çıkmadı!... Yeniçağ’dan Selcan Taşçı, “Bütün kızlar çok fena çuvalladık” diye yazmasına karşın kimse istifini bozmadı!..
Taşçı’nın, “Bugüne kadar vücutlarının her noktası hakkında görsel ve yazılı, detaylı bilgiye sahip olduğumuz, yazıları poşete sokulasıca kadın gazeteciler daha kaç cinayet bekleyecekler” diye isyan etmesine rağmen kadınlarımız susmaya devam etti!..
Türk basınının bazı kadın gazetecileri, üç dört sözcükle Siirt’teki vahşeti anımsatmakla yetinirken, büyük bölümü olay yaşanmamış gibi davrandı!..
Köşelerinde aşk, meşk, seks, manita, mastürbasyon, magazin, aldatma, tecavüz konusunda akla hayale gelmeyecek ölçüde ahkam kesenler, hemcinslerine yönelik katliama bir satır olsun değinmedi!..
Feministlikte mangalda kül bırakmayanlar günlerce ne yazdılar biliyor musunuz?..
Kimi Zeki Müren’e olan hasretini, kimi adliye binalarındaki kontrolleri, kimi ise kanser olduğu için türban takan rektörü yazıp durdu!
Biri “üçlü tokalaşmaları” , bir başkası “Perşembe monologları” başlığı altında “Kadının ezilişini temel alan klasik pozisyon”u, bir diğeri ise Bodrum’da yolların niçin karanlık olduğunu bile köşesine taşıdı.
Bir manita üstadı Fenerbahçe maçında kadınların nasıl bağırdığını anlatırken, röportajlarını yatakta yapan biri “sanatın olmadığı seks yok” diye kalem salladı!
Bir kadın duyarlılığıyla seslerini yükseltmesi gerekenler neyi öğrenmeli biliyor musunuz; terör ancak anaların halinden anlayan kadınların çığlığı yükseldiği zaman bitebilir.
Mehmet Faraç / Aydınlık




Yanında olsam “manevi babaları şehit
evlatlarına ağlıyor” sanıp mendil uzatırdım

Hani o an, yanında olsam; dayanamayıp mendil bile uzatırdım, “Yıpratma kendini... Senin bir suçun yok ki” diye teselli etmeye çalışırdım.

***


Çünkü, bilirdim ki bir zamanlar tüm ordulara komuta etmiş, bir açıklamasıyla ülkede fırtınalar estirmiş bu koca adam, boş yere ağlamamıştır... Ağladıysa; mutlaka canı yanmıştır...
Hele hele bu fotoğrafın çekildiği gün kalleş teröristler Siirt’in Pervari ilçesindeki Belenoluk Jandarma Karakolu’na baskın yapmış, altı askerimizi şehit etmiş, ondan fazlasını yaralamışsa... “Elbette buna ağlıyordur” diye düşünürdüm...
Ya da birkaç gün önce; aynı “çukur” lar, bir arabanın içindeki dört masum kızımızı havaya uçurmuşlarsa, “Bunun için akıyor olmalı gözyaşları” derdim...

***


Ama... Değil!
Ne yazık ki hiçbiri için akmamış o gözyaşları...
Zaten onun bu gibi konularda ne kadar “ketum” olduğunu, duygularını nasıl kontrol ettiğini bilirsiniz hepiniz...
Görevde olduğu dönemde basılan bir karakolda on altı asker şehit edildiği zaman bile, katıldığı bir düğünde Fenerbahçe marşıyla “coştuğunu” anımsarsınız herhalde...
İyi de o zaman ne? Torunları yaşındaki çocuklar bu vatan uğruna bir bir şehit olurken, bir zamanlar vatan savunmasını sağlamakla görevli bir komutan, niçin böyle bir fotoğraf çektirir ki, kameralara baka baka?
Yakınlarından biri mi ölmüş?
Hayır...
Polis, gözüne biber gazı mı sıkmış? Hayır...
Mutfakta soğan mı doğramış? Hayır...
O malum Dolmabahçe görüşmelerinin sırrı mı çözülmüş? Hayır...
Sıkı durun:
Üyesi olduğu Fenerbahçe’nin önceki günkü Genel Kurulu’nda çekilmiş bu fotoğraf!
Başkanvekili Nihat Özdemir, kürsüde Fenerbahçe’nin adının karıştığı şike ve teşvik iddialarına yanıt verirken çok duygulanmış...
İşte bunun için akmaya başlamış gözyaşları... Çok üzülmüş... Elinden bir şey gelmediği için, sinirlerine hâkim olamamış!

***


Bu fotoğrafın çekilmesinden sadece birkaç saat önce altı aslanımız can verdi bu toprakları savunmak için... Ve yine bu toprakları savunması için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en şerefli koltuğuna oturan, devletin bütün olanaklarını yıllarca kullanan, 600 bin subayın ve erin “manevi babalığı”nı üstlenen bir “komutan”, ölen çocuklar için değil, şike iddiaları için ağladı!
Mustafa Mutlu / Vatan




PKK Erdoğan’ı zaten silah zoruyla muhatap edinmiştir; PKK silah kullanarak devleti masaya oturtmuştur. Silah PKK’nın muhatap alınma, taraf olma, “yeni anayasa”da ortak olma dayanağıdır! Dolayısıyla siz bakmayın “sivil anayasa” laflarına. Çünkü Anayasalar silahla yapılır.
Mehmet Ali Güller / Aydınlık




Bütün meclis üyeleri ülkenin ve milletin birliği ve bütünlüğü üstüne yemin etmiştir. Kimse bölünmeyi ve terörü savunamaz. Ama olan bitene ve meclisteki ilişkilere bakınca şüpheye düşüyor insan. İktidar “devlet” postuna sarınıp PKK ile görüşüyor fakat her şeyi muhalefetten habersiz yürütüyor.
Güngör Mengi / Vatan




Müzakerenin bedeli

Radikal’de Ezgi Başaran’dan aktarıyoruz... BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş anlatıyor...
“İkişer sayfalık üç protokol hazırlamıştı Öcalan... Bunlardan biri ateşkes, diğeri PKK’nin silahsızlandırılması, üçüncüsü ise yeni demokratik anayasa sürecinin genel ilkelerini kapsıyordu. İnce detaylar yoktu. Bu protokollerin anayasayla ilgili olanında muhatap BDP’dir. Diğer ikisi için İmralı ve Kandil... Protokoller PKK’ye iletildi. Onlar uygun gördükleri 2-3 değişiklik yaptı ve son maddesi PKK’nın silahsızlandırılması olan protokolleri kabul etti. Şimdi top Öcalan’la görüşen devlet heyetindeydi....”
Başbakan hâlâ “Terörle mücadele, siyasetle müzakere” diyor.
Batı ülkelerindeki deneylerle sabittir. Terör örgütü silah bırakmadıkça müzakere sonuç vermez. Müzakerede istenen tavizi vermezseniz silahlar yeniden patlar. Yukardaki olay bu konuda yeterince ders vermiyor mu?
Melih Aşık / Milliyet




Öcalan’la mutabık kalındı mı?

Şerafettin Elçi, Öcalan’la mutabık kalınan bir protokolden söz ediyor. İçeriğini açıklıyor. MİT’in protokolü Kandil’e bizzat götürdüğünden ve onaylattırdığından söz ediyor...
Kamuoyunun, Elçi’nin verdiği bilgiler karşısında hükümet tarafından da bir açıklama yapılmasını beklemesi hakkıdır.
Fikret Bila / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları