"Ya istiklal ya ölüm!.."
Karşı devrimcilerle mücadele saman alevi gibi bir parlayıp bir sönerek değil, Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyet değerlerine sahip çıkma kararlılığımızı sürekliliğe kavuşturarak mümkün olabilir
1 Şubat 2008 günü Üniversiteler Arası Kurul, bütün baskılara ve engelleme girişimlerine karşın toplandı, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerine karşı tavrını son derece net bir biçimde ortaya koydu, o tarihi bildiriyi açıkladı ve dağıldı.
14 Nisan Platformu da, laik rejime ve Atatürk devrimlerine sahip çıkma kararlılığını, 2 Şubat 2008 günü 222A adıyla Anıtkabir’de
yoğun bir katılımla gerçekleştirdiği muhteşem eylemle ortaya koydu
ve dağıldı.
Ama, dış destekli karşı devrimciler dağılmadı, Türkiye’yi bölüp parçalama çabalarına aralıksız ve kararlı bir şekilde devam ediyor.
15 Temmuz 2008 tarihli
Washington Times’de yayınlanan bir yorumda, “Bush’un Başkanlığı ve Rice’ın Dışişleri Bakanlığı döneminde Amerika, Türkiye
yerine AKP’yi tercih etmiştir”
deniliyordu.
17 Mayıs 2006 günü Danıştay’a yapılan silahlı baskını protesto gösterilerine atıfta bulunan zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, “Bu eylemler süreklilik arz etmeli” demişti.
Hatırlayalım, Ukrayna ve Gürcistan gibi demokrasi deneyimi bize göre çok az olan ülkelerde Amerikancı olmayan yönetimleri iş başından uzaklaştırmayı isteyen Sorosçular, kendileri açısından başarıya, eylemlerinin sürekliliği sayesinde ulaşmışlardı.
Türkiye’nin “Ilımlı İslam” projesiyle bölünüp parçalanmasının öyle saman alevi gibi parlayıp sönen eylemlerle önlenemeyeceği net bir biçimde görülmüştür.
Atatürk Türkiyesi’nden, Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünden, laiklik ilkesinden, hukuktan ve toptan Atatürk devrimlerinden yana olan herkes, bir zamanlar umudunu Anayasa Mahkemesi’ne bağlamıştı. Anayasa Mahkemesi de, elindeki delillere bakarak AKP’nin, laikliğe karşı eylemlerin -söylemlerin değil, bizzat eylemlerin- merkezi haline geldiğine 1’e karşı 10 oyla karar vermiş, böylece AKP’nin devletin rejimine düşman olduğu en yüksek mahkeme tarafından tescillenmişti. Kanıtlara dayalı bu saptamaya karşın AKP kapatılmadı.
Ne tuhaf bir durumdur ki Türkiye rejimine düşman bir örgüt tarafından yönetilmekte, bu örgütün emir ve talimatları yerine getirilmekte, “yasa” diye ortaya koyduğu yazılı metinlere uyulmakta, Atatürk devrimlerine bağlı kalacaklarına, ülkenin laik rejimini koruyacaklarına ant içmiş tüm kurum ve kuruluşlar, bu yasadışı örgüt karşısında selam durmaktadır.
Varlık nedeni Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü, üniter yapısını, laik rejimini, Atatürk devrimlerini korumak ve kollamak olan kurumun hali pür melali de ortadadır. Irak’ın kuzeyinde yuvalanmış, ülke sınırlarından ABD’nin sağladığı istihbarat ve lojistik destekle, ellerindeki Amerikan silahlarıyla sızarak askerlerimizi, güvenlik görevlilerimizi, yurttaşlarımızı şehit edip tekrar sınırın ötesinde, Irak topraklarında bulunan yuvalarına kaçan teröristlere sıcak takip yaptırmayan Amerika’nın çıkarlarını korumak için Afganistan’a, İsrail’in güvenliğini sağlamak için Lübnan çöllerine asker gönderen zihniyetin Atatürk Türkiyesi’ni koruyacağını sanmak ise tam bir gaflettir.
Atatürk’ün, “Ya istiklal ya ölüm” parolasının ışığında, gerektiğinde şehitler verme pahasına, tıpkı Atatürk’ün İstanbul hükümetine karşı isyan bayrağı açtığı gibi Türkiye’yi çağ dışına sürüklemek isteyen ve bölünüp parçalanmasını esas alan projelerde görev almış olan yasadışı zihniyete karşı vatanımıza ve namusumuza sahip çıktığımızı göstermeli, öyle saman alevi gibi parlayıp sönen eylemlerle sonuç alamayacağımızı da bilmeliyiz.
Karşı devrimci din bezirganları dönüşü olmayan bir yola girmişlerdir. Öyleyse en az onlar kadar cesur, yürekli ve sürekli bir kararlılık göstermek zorunda olduğumuzun bilincinde olmalıyız. Aksi halde sonuç Türkiye için felakettir.
* Sefer Çetinkaya / Emekli eğitimci
++++++
İhanet açılımları!
Wilson prensipleri hayata geçiriliyor. ABD’nin yüzyıllık rüyası, İngilizlerin hayali gerçekleşiyor. Önce çekiç güç adıyla Irak’ın kuzeyinde tampon bölge oluşturuldu. Peşmergeler, Guam adalarına götürülüp eğitildi.Yetmedi, işgal sonrası bölgede devlet oluşumu için eğitim verildi, lojistik destek sağlandı.
Sıra Türkiye’ye geldi.
Bu kez AKP; ABD, İsrail ve İngiltere şer üçgeninin dediğini yapmak zorunda bırakıldı.
Terör örgütünün taleplerinin yumuşatılarak kabul edilerek çözülmesi yoluna gidiyorlar.
Sivil PKK’lılar, mecliste, bürokraside görev alırken, medyada yer alırken, silahlısı dağda kıs kıs gülüyor. Öldüremedikleri, yakalayamadıkları askerler, bizzat iktidar tarafından ele geçiriliyor, terörist olduğu iddiasıyla suçlanıyor, etkisizleştiriliyor. Mücadele eden silah arkadaşlarına ise psikolojik çöküntü yaratıyorlar.
The Guardian’ın köşe yazarı Simon Tisdall, Türkiye’de “Bir barış süreci kökleşirse, bunun bazı çevrelerde Atatürk’ün tek dil ve tek bayrak altındaki tek halk idealini baltaladığı gibi görülecek” diye savunduğu yorumunda “Erdoğan, Türkiye’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün aşınan ultra milliyetçi mirasına şimdiye kadar en büyük darbe vurmak üzere olabilir” iddiasında bulunuyor.
Açıkça, alenen pervasızca, tek dil ve tek bayrak altındaki tek halk ideali baltalanıyor.
Lozan Antlaşması’nın 86 yıl sonra Atatürk’ün şekil verdiği gömleğin gevşemesine yönelik karşı konulması zor baskılar iç ve dış ihanet şebekelerince oyun içinde oyun oynanıyor..
Tarih affetmeyecek. Vicdanlar affetmeyecek.. Türk Milleti affetmeyecek..
* Nurullah Aydın
++++++
Sosyalizme bağımlı emperyalizm
Çin, Amerika’yı doları stabilize etmesi için sıkıştırıyor.
Mayıs 2009 itibari ile Çin’deki Amerikan kâğıtlarının tutarı 801 milyar dolar olmuş.
Doların değerinin yüksek olması, Çin’i dünyada rekabetçi yapıyor. Çin malları ucuz, diğer
ülkelerin ürünleri pahalı oluyor.
Bu sebepten Çin Amerika’ya para basmaması, yani doların değerinin düşürülmemesi için baskı yapıyor.
Çin’e istikralı dolar
lazım.
Çin Maliye Bakan Yardımcısı Zhu Guanyao, “Amerikan dolarının istikrarlı olmasını, Amerika’daki Çin yatırımlarının (kâğıtlarının) korunmasını” istedi.
Amerika’nın ekonomik geleceği, o kadar Çin’e bağımlı hale geldi ki; sosyalizme bağımlı Amerikan emperyalizmi demek geliyor içimden.
Çin kâğıtlarının değeri, Amerikan Hazinesindeki altın rezervinin %38’ine karşılık gelmektedir.
Çin’in Amerika’daki PRC altın rezervi ve yabancı kâğıt rezervi toplam 2,13 trilyon doları bulmuş. Çin’in iddiasına göre elinde 1050 ton Amerikan altını var. Amerika’nın tüm altın rezervi 8300 tonmuş.
Yuan’ın düşük değerde tutulması, gerçek değerinden daha yüksek doların sürmesi halinde Çin ürünleri dünya piyasasında yol alamaya devam edecektir.
Amerika’nın elinde
askeri sınaî kompleksin dışında başka bir güç kalmamıştır.
Çin’de üretim artıkça, Amerika’da batış hızlanmaktadır. Üretim, istihdam ve sosyal sermayeyi dışlayan Amerika’yı Çin de kurtaramayacaktır.
* Bülent Esinoğlu
++++++
Hastane arazilerine de mi göz diktiler?
Beykoz Devlet Hastanesi ve Validebağ Hastanesi Sağlık Bakanlığı tarafından kapatılarak sırasıyla Paşabahçe Devlet Hastanesi ve Üsküdar Devlet Hastanesi ile birleştirildi.
Bu iki hastanenin de arsalarına dikkatinizi çekerek, konunun nedeninin daha iyi anlaşılabilmesi için kısaca kendi hastanem olan Beykoz Devlet Hastanesi hakkında bilgi vereyim.
Halen Dünya Bankası’ndan alınan kredi ile deprem güçlendirmesi yapılmış olan ve yaklaşık 10 ay önce yeniden son derece modern bir şekilde açılmış olan bu hastanenin konumu birçok kişinin iştahını kabartmaktadır.
Hastanenin verimli çalışması ve halkın birinci tercihi olması bu konuda halkın tepkisini çekmektedir.
Yeni eklenecek onayı alınmış bina ile 450 yataklı ve Kavacık’ta açılacak ek poliklinik kompleksi ile Anadolu yakası Boğaz hattının en kapsamlı sağlık tesisi olacak iken ani bir kararla bu parlak gelecek sonsuza kadar karartılmak istenmektedir.
İstanbul Tabip Odası tarafından konu yargıya taşınmaktadır. Bu arada hem çalışan personel hem de halk bu konudan son derece olumsuz etkilenecektir.
Bu iki değerli arsanın birilerine peşkeş çekileceği bellidir.
Bu nedenle planlanan bu operasyonun zamanlaması bile adli tatil gözetilerek yapılmıştır.
* Dr. Ali Özden Sarıtaş
++++++
UYANIŞ
Anahtar vatandaşta
Neden vahim hatalar işleyen siyasetçilere tekrar tekrar oy akıtılıyor?
İnsanlarımız bir parça siyasi ve tarihi bilince sahip olsalar devlet ve millet olarak bu acıları yaşar mıydık?
Yani temel sorun sıradan vatandaşdadır. Milliyetçi,ulusalcı aydınların önceliği kitlelerinin uyanmasını sağlamak olmalıdır.
* Ömer Faruk Atay
++++++
Lozan’ı yeniden yazdırmak geldi
İçerden dışardan kuşatılmışım
Yine dumanlandı şu deli başım
Ben de milletime sevdalanmışım
Sarı Zeybek gibi dirilmek geldi.
Atılmak, başarmak kazanmak için
Ezilip, büzülüp korkakça değil,
Bütün zorlukların önünde durup
Mehmetçik misali dikilmek geldi.
Allah Allah deyip atılışını
Paylaşılan yurdumun kurtuluşunu
Bir harbin sonunda varoluşunu
Lozan’ı yeniden okutmak geldi.
Kanımızda çizdiğimiz sınırlarını
Bölünmez dediğimiz coğrafyasını
Lozan’da varılan antlaşmasını
Çiğneyip geçene yazdırmak geldi.
* Turan Kırılmazoğlu
++++++
MİNİ YORUM
Çalıştay gazetecileri
İktidarın “Kürt açılımı” dediği hadisenin “uzmanı” seçilenler ’Taraf polisler’olunca, çalıştay pratiğinin Polis Akademisi’nde yapılması da şaşırtıcı olmadı. Hatta ben MGK’nın da oraya taşınmasını öneriyorum. Belli ki meseleye en ‘hazır’ olanlar neo-güvenlik anlayışımızın mimarı olan akademi üyeleriydi. Şaşırtıcı olan orada da “gazeteci” etiketinin kullanımıydı. Kör Agop’un Meyhanesi’nden, Bebek’teki İtalyan lokantasından, Soros’un TESEV’inin yönetiminden, kalemşorluktan ve vekil eşliğinden tanıdıklarımız dışında gazeteci kalmadı mı memlekette?