Ya başkanlar da itirafa başlarlarsa!..
Eski medya patronları ve gazeteciler arasında moda olan itirafçılık rüzgarı, belediye başkanlarını da etkisi altına alır da, rant zengini yaptıkları gazetecileri bir bir sıralamaya başlarlarsa yandı gülüm keten helva!
Vatan Gazetesi’nin dünkü manşeti, günlerdir ’Adana’dan bildiren’ muhabirlerinin “başarılı gazetecilik” serüvenini anlatıyordu:
“VATAN, Adana Belediyesi’ndeki vahim iddiaların üzerine ısrarla gitti. 5 gündür süren haberlerimiz sonrası; Savcılık harekete geçti, müfettişler devreye girdi.
MHP lideri Bahçeli ise Başkan Durak ile Meclis üyesi Tuncel’in istifasını istedi.”
Daha önce de;
Örneğin AKP’li Şaban Dişli’nin istifasını getiren süreçte veya Almanya’da başlayan Deniz Feneri Davası’nın Türkiye’ye taşınmasında, kuşkuşuz ’gazetecilerin gazetecilik yapmasının’ yadsınamaz rolü vardı.
Bu yanıyla “gazetecilik” mesleği yolsuzlukların, usulsüzlüklerin, adaletsizliklerin, eşitsizliklerin ortaya çıkarılmasında, kimi zaman devletin güvenlik birimleri yahut adli makamlardan bile daha etkin olabiliyor.
Ya tam tersi?..
Olamaz mı?
Akçalı işlere
ortak olanlar
Bu meşakkatli mesleğe ömür verip, tırnaklarıyla haberi kazıyarak saygın bir ada sahip olmak yerine, gazeteciliği maske, kalkan, örtü, silah olarak kullanarak, dolgun bir cebe, yata, kata (e öyle olunca da otomatikman saygınlaştıran bir sosyal yapımız var nasılsa...) sahip olmak uğruna, belediye başkanlarının akçalı işlerini görmezden gelen...
Ne görmezden gelmesi yahu...
Basbayağı, adamın usulsüzlüklerini şehirleşme dehası diye yutturmaya çalışan, akçalı ilişkiler kuran gazeteci bozuntuları yok mu?
’Kavuklu’ belediye başkanları olur da, onların etrafında ciğerci kedisi gibi dolanan ’pişekar’ gazeteciler olamaz mı yani?
Yok mudur?
İtiraf sezonu
açılmışken...
Vatan gazetesinin patlatmakla gururlandığı son olayda;
Yargıda aklanır veya aklanmaz, neticede “gazetecilik”, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak’ı, “kendi kendini ihbar” etme noktasına getirdi.
Medya da son günlerde tam bu kıvamda aslında.
Her gün ya bir gazetede, ya bir televizyon ekranında “kendi kendini ihbar eden” eski medya patronlarına, eski genel yayın yönetmenlerine, hali hazırda köşe yazarlığı yapan itirafçılara rastlıyoruz.
Bugünlerde 28 Şubat itirafları revaçta... Ondan önce 1960’ların, 1970’lerin “darbe zemini hazırlayıcıları” vardı sahnede.
Yeter mi?
Türk basınının tek günahı (Hadi orasına Allah karar verir), tek ayıbı, darbelerdeki kullanılış biçimleri mi?
Hazır olay sıcak, ortam müsaitken, dün sabah saatlerinde savcılığa kendi kendini ihbar eden Durak, Adana’da ev, arazi sahibi yaptığı gazeteci varsa, onları da ihbar etseydi de öğrenseydik keşke! Bakalım böyle ekran ekran dolaşıp, yüzü kızarmadan etik nutukları atacak kaç kişi kalacaktı ortada?
Başkanlara
açık çağrı
Bu vesileyle bütün belediye başkanlarına çağrı yapalım;
Bugüne kadar hangi medya patronuna imar izni verdiniz, hangi medya patronuna maden arama, işletme ruhsatı verilmesine yardımcı oldunuz, hangi gazetecileri villacık sahibi yaptınız, hangi gazeteciler altın değerinde arsalara kondu, üç kuruş maaşla çalışırken kimler nasıl son model ciplere binmeye başladı?..
Kısacası belediye başkanlarıyla, belediye meclis üyeleriyle, al takke, ver külah işlerine girerek, kimler haksız kazanç sağladı?..
Lütfen açıklayın!
Belediyelerin “kirli çamaşır sepetleri”, kalsa kalsa kelebeğin ömrü misali, iktidarların ömrü kadar kapalı kalabiliyor...
Sonra?
Flaş... Flaş... Flaş...
Şok... Şok... Şok...
Bazen küçücük bir beldeden uçurulan küçücük bir bilgi hükümet düşürecek çapta yolsuzluğun habercisi oluyor...
Ama kimse sormuyor; o küçücük ilçelerde, şehirlerde, hadi metropollerde diyelim, onca film fırıldak çevrilirken en acar muhabirler, medyanın en kulağı delik etik bekçileri hiç mi duymuyor? Hiç mi bilmiyor? Burunları kirli sepetinden çıkan pis kokuları hiç mi almıyor?
Pandora’nın
kutusu açılsın
Doğru, dürüst, namuslu, temiz bir toplum, temiz bir siyasetse hedeflenen gerçekten;
Öyle ortalığa üç beş kirli çamaşır serpiştirmekle olmaz bu iş!
Yüreğiniz yetiyorsa açacaksınız Pandora’nın kutusunu, kötülük namına ne varsa yayılacak meydana.
Rivayet o ki;
Dindar Yahudilerden oluşan Yazıcılar ve yine Yahudi dogmalarını benimseyen, dini kuralların eksiksiz yerine getirilmesi konusunda tavizsiz olan Ferisiler, zina yaptığını iddia ettikleri bir kadını Hz. İsa’nın mabedine getirdiler. Getirirken akıllarında iki ihtimal vardı. Hz. İsa kadını ya cezalandıracak ya da kurtaracaktı. Kurtarırsa, onu “Musa’nın kanununa karşı gelmek”le suçlayacaklardı. Çünkü Hz. Musa böyle bir suçun recm edilmesini isterdi. Cezalandırırsa da “merhamet”i tebliğ ettiği için kendi inancıyla çelişmiş olacaktı. Hz. İsa ikisini de yapmadı?
Kadını recm için bekleyen kalabalığın önünde, yere bir ayna çizdi. Bu aynada herkes kendi kötülüklerini görüyordu.
Hz. İsa aynayı işaret ettikten sonra şöyle dedi:
“Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın!..”
Yazıcılar ve Ferisiler birer birer mabedi terk ettiler.
Şimdi Aytaç Durak vak’asını, medyanın orta yerine çizilmiş bir aynaya dönüştürme imkanı var önünüzde...
Hodri meydan...
İlk taşı da, Yönetim Kurulu Başkanı, üzerinde geçtiğimiz yıl yıkılan kolej binasının olduğu 210 dönümlük arsa yüzünden Eyüp Belediyesi’yle davalık olan Vatan atsın!
Benim rantiyecim
kısır döngüsü
Bir Belediye Başkanı koca şehri çiftliğe çeviriyorsa (hukuken doğrulanırsa) o makamı da terk etsin, mümkünse kanal kanal gezmek yerine insan içine de çıkmasın, çıkamasın...
Bir gazete de, görevini, servetine servet katmak için kötüye kullanan bir yöneticiyi afişe etmişse elbette takdir edilsin, hep birlikte ayakta alkışlayalım.
Bir şartla;
Bu “kişiye özel” bir haber değilse. Bir yandan vurun abalıya diye Durak’ın üstüne çullanırken, diğer yandan “başkanda pişer, bize de düşer” diyen gazeteci müsvettelerini kayırmıyorsa!
Önce Aytaç Durak’a, sonra da Antalya’nın ve ilçelerinin, İzmir’in ve ilçelerinin, Muğla’nın ve ilçelerinin, İstanbul’un, Ankara’nın Gümüşhane’nin, Trabzon’un, ülkenin dört bir yanındaki bütün belediyelerin, mevcut ve eski belediye başkanlarına çağrımızı
yineliyorum:
Belediyecilik rantından bugüne kadar hangi gazetecinin payına, ne düştü?
Gazetecilikten
müteahhitliğe
Bir çağrı da iki gündür ekranlarda arazi spekülatörlüğünü “esefle” kınayan gazetecilere. Etrafınıza şöyle “alıcı gözle” iyice bir bakın bakalım;
Belediye Başkanını överek, Beykoz’da çivi dahi çakmanın yasak olduğu Kentsel Sit alanı içinde, boğaz manzaralı milyon dolarlık yalılara “konan” köşe yazarları var mı, yok mu?
İmar izni almak istedikleri belediyelerle, gazetelerinin logosunun basılı
olduğu antetli kağıtlarla yazışıp, 1. derece Doğal Sit Alanı’nda yazlık sahibi olan Genel Yayın Yönetmenleri var mı, yok mu?
Bedrettin Dalan döneminde “gazetecilikten müteahhitliğe yükselen” muhabirler var mı yok mu?
“Medya Mahallesi” sakinlerinden, Şile’de, Bahçeşehir’de, Levent’te villacık kazananlar var mı yok mu?
İstanbul’da, belediye arazilerinin üzerinde, başkanların jestleriyle yükselen “medya plazalar” var mı, yok mu?
Ankara’da Babil’in asma bahçelerine özenip, üst düzey müşterilerine kooperatif pazarlayan akademisyenden bozma köşe yazarları var mı yok mu?
Ankara’nın değerli arazilerini kat karşılığı alıp inşaat yapan, trilyonluk ihaleler alan Ankara temsilcileri var mı, yok mu?
Formula 1 pistinin etrafındaki gelecek vaat eden araziyi paylaşamadığı için manşet savaşlarına girişen medya grupları var mı, yok mu?
Gazeteci aç, açıkta kalmasın tabii... Ama şehrin en seçkin semtlerinde mantar gibi biten “Gazeteciler Siteleri”nin temeli, gazetecinin kaleminin hakkıyla mı atıldı, yoksa Belediye Başkanları’nın “kıyak”larıyla mı?
Hazır itiraf sezonu açılmışken, en azından Aytaç Durak’ın yaptığı kadarını yapıp kendi kendini ihbar edebilecek gazeteci çıkacak mı bakalım?
Bakalım, ilk taşı alıp aynadaki aksine atacak kadar onurlu bir gazeteci var mı?
Yoksa burunlarına kadar ranta battıklarını açıklama “onuru”nu, “başkanlarına” mı bırakmayı tercih ediyorlar?
Öyleyse kolay...
Belediye başkanları, gazetecilerin yaptığını yapıp;
“Ben imar planıyla oynayıp, arazilerime şu kadar değer kazandırdım, ama o değerli arsalarda da şu, şu gazeteciler, bu kadar ev sahibi oldu”, “Ben servetime servet kattım ama, şu şu medya patronları benimle birlikte ihya oldu”, “Ben basının desteğiyle yeniden seçildim ama basın da benim sayemde bedavadan mala mülke oturdu” demek çok da zor olmayacaktır diye düşünüyorum...
Başkanlar açıklamazlarsa mı?
Bakmayın siz Başbakan’a, hiçbir sır mezara kadar saklanamıyor, hele bunca tanıklı, belgeli sırlar asla!
Şenlik var anlayacağınız! Yakında...
Sarıkaya: Şahin o sözleri söyledi
Muharrem Sarıkaya, önceki gün HaberTurk’e manşet olan “TRT’den TSK’ya rest” haberiyle ilgili olarak TRTGenel Müdürlüğü’nden yapılan açıklamayı yalanladı. TRT’nin açıklamasındaki, dün Medya Polemik’te de belirttiğimiz “yuvarlak” ifadelere dikkat çeken Sarıkaya’nın cevabı net oldu:
“1- TRT Genel Müdürü İbrahim
Şahin’in ağzından ”rest“ kelimesi
çıkmamıştır.
2- Gazetemizin başlığında yer alan ”TRT’den TSK’ya rest“, her habercinin bilmesi gerektiği gibi haber başlığıdır; yazı işlerinin takdiridir.
3- Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ve Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Aslan Güner’in bombalı kamyon haberi dolayısıyla TRT’ye gösterdikleri tepkiye, TRT Genel Müdürü Şahin ”Albay Dursun Çiçek’in ıslak imza haberinde de haklı çıktık. Ya bu da ıslak imza gibi çıkarsa?“ karşılığını vermiştir.
4- Kurum adına yapılan yazılı açıklamada, Genel Müdür’ün haberin kaynağını oluşturan yukarıdaki sözleri hiçbir şekilde yer almamıştır. Ne yalanlanmış, ne de doğrulanmıştır.
5- Açıklamada yer alan ve ”birtakım çevreler“ denilerek kaleme alınan itham ve imalar ne kurumum, ne de kişiliğime atfedilmeyeceği için bu konuda açıklama yapmayı zul addederim...”
Eleştirilmekten kevgire döndü
TRT eleştirilmekten kevgire döndü.. Çünkü yaptıklarının iler tutar tarafı yok..
En son el bombası yüklü kamyon örneğinde gördük..
Aman da ne aman..
İhbarcının saçma sapan iddialarını doğruymuş gibi bütün Türkiye’ye yayın yaptılar..
Dün baktım ..
TRT Genel Müdürü Haber Türk’te kendini savunmuş; Biz habercilik yapıyoruz demiş!
(Yeri gelmişken, hayatında bir tek gün habercilik yapmamış insanların ahkâm kesmesine hasta oluyorum.)
Yaptığı habercilikmiş..
Bir örnek de ben vereyim.. PKK’nın Reşadiye saldırısını hatırladınız mı?
Yedi askerimiz şehit olmuştu..
TRT haberi günlerce Ergenokon yanlısı askerler yapmış olabilir imasıyla verdi..
Yayınladıkları haberden bir cümle..
“Bu arada Ergenekon sanığı Albay Dursun Çiçek’in de Reşadiyeli’olması dikkat çekici, ayrı bir husus.”
TRT genel müdürünün habercilik dediği bu.. Çiçek’in Reşadiyeli olmasıyla PKK saldırısının ne alakası var!. Yok da kafalar karışsa allak bullak olsa fena mı olur..
Her şey birbirine girsin, aşure olsun!.
Reşadiye, şehitler, Albay Çiçek, PKK..
Habercilik bu değil..
Yeni habercilik bu diyorsanız, açık açık söyleyin.. l Mehmet Tezkan / Milliyet
MİNİ YORUM
Çamuru sileyim derken...
Fatih Altaylı, Ergun Babahan’ın hakkındaki iddialarını cevaplamak üzere Taraf’a röportaj verecekmiş. Bugüne kadar Taraf’ın yayıncılık anlayışını ve perde arkasındaki karanlığı en çok ve sert biçimde sorgulayan isimlerden biriydi Altaylı. Sıçrayan çamurun kökünü kurutmak için bile olsa, çukura girmiş olmak, çukura girmiş olmak değil midir? Babahan, sözü, Taraf’ı meşrulaştırmaya değecek kadar ciddiye alınan biri mi?