Vicdansızlık!
Bir insan düşünün ki PKK’ya karşı mücadele ederken vurulmuş. Alnından değil arkasından kurşunlanmış. O nedenle de şehit olmamış, sakat kalmış ve tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş olsun. Vatan uğruna yaptıklarından dolayı da devlet onu “övünç” madalyasıyla onurlandırmış!
Devlet övünç madalyasını almış olan bu insan tekerlekli sandalyeyle onbir yıldır binbir güçlük içinde yaşamaya çalışmaktadır. Ancak gün gelmiş ona kurşun sıkan PKK’lı “itirafçı” olmuş. Onun itirafı, daha doğrusu iftiralarıyla da bu kahraman asker beslemeler tarafından hedefe oturtulmuştur. Vatanı uğruna vücudunu kurban veren bu onurlu ruh, sonuçta iftira, isnat ve ithamlara dayanamayarak son kurşununu düşmana değil kendi kafasına sıkmış. Hayatına son vermiştir.
Türkiye’de yaşananlar göstermektedir ki, insanlar giderek vicdan, insaf, ahlak ve insani değerler konusunda giderek kamplaşmaktadır. Sağ/sol; Alevi/Sünni; Kürt/Türk diye kamplaşmaktan daha tehlikelisi bir yanda acı, gözyaşı ve ıstırap çekenler varken diğer yanda bundan keyif ve zevk alan insanların olmasıdır. Bu gidiş çok tehlikelidir.
Kiralık kalemler...
Düşüne biliyor musunuz? Bir yanda onuru için intihar eden bir gazi var. Diğer yanda da eski bir katil teröristin iftiraları! Bu ülkede itirafçı, azınlıkçı, bölücü, bölgeci ve hainlerin iddialarına Tanrı’nın buyruğuymuş gibi inananlar da var! Bu, ilginç değil ilginç ötesi bir durumdur...
Bu ülkede iktidarın postunun köşesinden tutmuş, bu sayede de köşe olmuş meşhur köşe yazarları her şeyi herkesten daha iyi biliyorlar. Başbakan bile sık sık “sanığın kesin mahkûmiyet hükmüne kadar suçsuz sayılması ve kendisinin suçsuzluğunu kanıtlamakla yükümlü olmaması” ilkesinden söz ediyor. Ancak işe bakın ki mahkeme kararıyla suçsuz olduğu kesinleşmiş kişilere bile bu ülkenin demagok köşe yazarları saldırıyor.
İntihar eden “devlet övünç madalyası sahibi” albayı, Gülay Göktürk: “Bir suçu söyletmek için işkence yapmak, taammüden adam öldürmek ve cürüm işlemek için teşekkül oluşturmaktan” dava açılmış, şimdiye kadar paçayı sıyırttıysa çift başlı yargı sayesinde sıyırtmış bir kişi “ olarak tarif ediyor. Bu hanımefendi yazarın yazdıklarından yargı kararıyla bir kişinin suçsuz olduğu kesinleşse bile bunu yeterli bulmadığı anlaşılıyor. Kendisini her şeyi bilen ve her şeyin kadir-i mutlak sahibi olarak gördüğünden olacak, bu insanların suçluluğuna mahkeme kararlarına rağmen iman ediyor. Bu insanların suçsuzluğu yargı kanalıyla kesinleşmiş olsa bile o, bunun ” çift başlı yargı sayesinde “ olduğunu söylemektedir. Asıl olan mahkemenin yargısı değil Gülay Göktürk’ün yargısıdır!
Bu nasıl ” kesin inanç “tır? Bu ne biçim bir önyargıdır? Bu nasıl bir vicdandır ve bu nasıl gazeteciliktir? Anlamak mümkün değil.