Vicdan sahipleri bu gerceği inkar edemez
6 Şubat 2011 tarihli Milliyet gazetesi de şöyle bir haber vardı: London School of Economics Üniversitesin’nde “Türk-Ermeni İlişkileri: Önyargı, Aldatma ve Ermeni Sorunu” başlıklı bir konferans düzenlenir. Konferansın konuşmacısı Justin McCharty, Türk-Ermeni sorununun “kurgu” olduğunu ifade eder. Ardından şunu ekler: “Ermeni misyonerleri tarafından yayınlanan kitaplardaki çoğu bilgi de gerçeği yansıtmıyor. Kendi hikayelerini kendileri yazıyorlardı.”
Ayrıca McCharty, göçlerin ve yaşandığı iddia edilen olayların gerçekleşmeden Batı medyasında yer aldığına işaret eder ve bunların gerçeği yansıtmadığını ifade eder. İngiltere ve Amerika’da yayınlanan çeşitli makale ve haberleri örnek gösteren McCharty, Osmanlı-Türk imajının olumsuz şekilde aksettirildiğine dikkat çeker.
Bunun üzerine salonda bulunan Ermeniler tepki göstererek hem McCharty’e, hem de Türk dinleyicilere hakaret eder.
...
Ermeniler, Türkiye ve Türkler lehinde söz söylendiğinde çıldırıveriyor. McCharty, söylediklerini işkembe-i kübradan uydurmuyor! Belgelerle destekliyor. Lâkin Ermeniler tahammül edemiyor. Atalar sözüdür: “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar!” Ermeniler, yalanlarının ortaya çıkmasından ötürü endişe ediyor olacaklar ki, sağa-sola çemkiriyorlar. Konuyu daha iyi kavramak adına ben de bir belge paylaşmak istiyorum.
İngiliz Parlamenter Sir Ellis Bartlett, 1895 yılının Şubat ayında Ermeni terör kampanyası hakkında bir broşür yayınlar. Der ki; “ Türk-Ermeni olayları hakkında yayılan masalların büyük çoğunluğu özel fantezilerle süslenir ve şiddet sahneleriyle dolu olarak anlatılır. Bunları anlatanların gerçek amacı, Ermenilere yapılan baskıların karşılığında para yardımı almak değil, kendi ülkelerinde (İngiltere) Türkiye’nin ve Türklerin aleyhine bir hava yaratmaktır.
...
Son dört yüzyılda hiçbir hükûmet, dinî konularda Osmanlı İmparatorluğu kadar hoşgörülü olmamıştır ve özgürlük vermemiştir. Dinî inançların tümüne -Yunan, Yahudi, Nasturi, Roma Katolikliği ve tüm diğerleri- her tür öğreti ve ibadet özgürlüğü olmasa, bugün karşılaştıkları sorunların hiçbirini yaşamayacaklardı. Fransa’da, Almanya’da ve hatta İngiltere’de kendi dininden olmayanların diri diri yakıldığı dönemde, Osmanlı Devleti, kendi tebaasına sınırsız din özgürlüğü vermiştir!...
...
İngiltere ve genel anlamda bütün Avrupa, bu son derece büyük yalanın etkisi altına düşmüştür. Bu anlamda, meşhur İngiliz dergi ve gazetelerinin sahipleri ve redaktörler, yayınladıkları absürt, mantık dışı ve gerçekleşmesi olanaksız haberler nedeniyle, çok ciddi sorumluluk altındadır. Çünkü, onların çoğunluğu sahtedir ve gerçeklerle taban tabana zıttır. Onların hepsi, Ermeni üretimi yalanlardır ve etrafa bu şekilde yayılmışlardır. Bu zulüm uydurmasının tüm dayanağı, İngiliz basınında Ermeni kaynaklarına dayanarak yayınlanmıştır. (1)
Türk milleti sonuna kadar haklıdır! Vicdan sahibi her kişi, Türk milletinin haklılığı teslim etmek zorundadır.
(1) İsmet Bozdağ - Tarihin Vicdanını Sızlatan Soykırım Yalanı
Tugay Kaçmar
+++
Arkasında “ucube”ci güçler var
Pınar Selek ile ilgili yazılarınız nedeniyle size yapılan eleştirileri okudukça sinirlerim tepeme çıkıyor. Hiç birine şaşırmıyorum.
Bu ülkede bir mahkum izin alıp hapisten çıkıyor, bir gece kulübüne gidip orada tartıştığı hakimi vurup öldürüyor ve ülkeden kaçıyor. Bunca hukuksuzluktan sonra Y.Güney denen artist bozuntusu yıllarca kahraman olarak anılıyor. Şimdi aynı insanlar bu kızın etrafında. Demek iyi kız öylemi ! Valla Hırant Dink’in katili diye tutuklanan çocukta temiz yüzlü iyi bir delikanlıya benziyor. Haydi o zaman da o çocuk içinde bir gurup oluşturup arkasında olup beraat ettirmeye çalışalım.
Nasıl ki o ucube heykeli yapan heykeltraşın arkasında sizinde yazdığınız gibi bir sürü sözde STÖ olan bir yığın yıkıcı karanlık güçler varsa, bu sevimli kız görünümündekinin arkasında da aynı güçlerin ve örgütlerin olduğu gün gibi meydanda... Bunların sayıları fazla değil ancak ülkemizdeki hakim medya ABD’li Yahudilerin, İngiliz ve Barzani’nin elinde olduğu için, bir kısım düşünme özürlü insanlarımızı maalesef etkiliyebiliyorlar.
Ama siz müsterih olun. Olan bitenin farkında olan bizlerin yanında onların esamesi okunmaz.
Ziynet Bozkurt / İzmir
+++
Günah kardeşim günah!
Pınar Selek de bir insan değil mi ? Abdullah Öcalan da bir insan değil mi? Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Orhan Pamuk insan değil mi?
Bırakın katletsinler, bırakın ırkıma küfretsinler, bırakın bu toprakların sahiplerini yerden yere vursunlar, örfümü, adetimi, geçmişimi, dilimi yok saysınlar.
Bunlar normal şeyler.
Ama sen günahkar; nasıl olur da bomba koyana ’bombacı’ dersin ?
Ne kadar mantıksız, ne kadar küçük beyinlisin.
Şunu bil ki sen ne SoroS’dan, ne AB’den, ne TESEV’den ve ne de AKP’den ödül alamazsın. Ancak cebinde 50 kuruşu olan (ya da 50 Allah kuruşu) benim gibi ulusalcı teröristin satın alabileceği YENİÇAĞ gibi vatan hainliği yapan bir gazetede yazar olabilirsin. Allah’a emanet ol!
Bilgin Canbaz
+++
Pınar Selek konusunda ki fikirlerinize sonuna kadar katılıyoruz. Mesele mesele, ideolojik güdülerle hareket edip sözde ’iyilik melekleri yaratmaktır’. Bu zihniyet Türk düşmanlıklığını ’iyilik melekleri’ile örtmeye çalışıyor.
Murat Çalışkan
+++
Kıbrıslı bir grup, Türkiye’ye “besleME bizi istemiyoruz” dedi. Bunu duyan Başbakan “Beslemeler sizi” diye gürledi iyi mi? Ama yavru vatan meselesi bu mantıkla idare edilemez! Çünkü bu; parayı veren adayı alır anlayışını doğurur ki o zaman, bizim yolladığımız paranın 10 katını verebilecek güçte olan elin İngiliz’i gelir Akdeniz’in en büyük uçak gemisine kuruluverir!
Engin Balım
+++
“Ünlü Kürt
sanatçısı Şivan Perwer”
Sokakta görsek, sesini duysak hemen hemen hiçbirimizin tanımadığı/tanımayacağı, kendini Kürtçü olarak tanımlayanların dahi,
ancak çok çok azının tanıyabileceği Şivan Perwer’e, ünlü Kürt sanatçısı deniyor bugünlerde. Öncelikle belirtelim, Şivan; Farsça
“Çoban” demek, Perwer ise;
“Sever”, aynen “vatanperver” de olduğu gibi. Yani, ne Şivan, ne de Perwer kelimeleri, sanıldığı gibi Kürtçe kelimeler değiller. Farsça
“Şivan Perver”, Türkçe’de “Çoban Sever” anlamına geliyor.
Ben de Çobanları severim. Çünkü Çobanlar, karnını doyurmaktan başka kafası başka bir şeye çalışmayan, başka gaye ve düşüncesi asla olmayan, sayıları da oldukça kabarık “Koyun Sürüleri!” ni güderler.
Neyse, Şivan Perwer, 70’li yılların ortalarında Kürtçü faaliyetleri nedeniyle aranır durumda iken ülkeyi terk ederek Batı ülkelerine kaçmış biri. Yaklaşık 35 yıldır, İsveç, Belçika, Danimarka geziyor.
PKK’nın yurt dışı etkinliklerinde de konserler veriyor. Yani, görüleceği üzere, çok ünlü bir Kürt sanatçı!
Sözlerini, genellikle aynı tarzda ve aynı manada kendi yazdığı
Türkülerine gelirsek...
“Kürt Kızı” anlamına gelen “Keça Kurdan” adlı bir Türküsü var ünlü
Kürt sanatçı Çoban Sever’in.
Çevirisi aynen şöyle;
“Kızlar, bizimle sohbete gelin,
Kızlar, bizimle savaşa gelin,
Savaşta aslanız, mertlerin umuduyuz,
Başkaldırının sesiyiz,
Hey hey biz Kürt kızlarıyız,
Kürt kızı, baş kaldır!
Hani vatan, hani özgürlük?
Hani biz yetimlerin anası?”
“Bağımsızlık Çok Güzeldir” anlamındaki “Pır Xweşe Sexwebûn” adlı türküsünün
çevirisi de şöyle;
“Kürtler, yiğitler, çok güzeldir bağımsızlık,
El ele verelim, ilerleyelim hepimiz,
Vatan için yürüyelim, ya ölüm, ya kurtuluş,
Güneş bizim için doğdu, uyanın uykudan çabuk. Artık savaş zamanıdır”.
İlk Türkünün ana teması ve verdiği mesaj şu; “Kürt kızları başkaldırın, örgüte katılın, savaşın”. Buradaki vatan, hiç kuşkusuz;
“Kürdistan”.
İkinci Türkünün ana teması ve verdiği mesaj da; “Savaş zamanı, ya ölüm
ya bağımsızlık”. Buradaki vatan da yine; “Kürdistan”.
“Vatan” hasretiyle yanıyormuş ve şartlar uygun olduğunda gelecekmiş ya
Şivan Perwer, görüşenler öyle diyor, hangi vatandan bahsettiğini bir
söyleyiverseydiler de, biz de anlasaydık, kendimizi bu kadar yormasaydık.
Hadi, bir Türkü de benden olsun...
“TRT ŞEŞ’e davet edin Şivan Perwer’i,
Olmadı, kol kola girin, resim çektirin,
kaset imzalatın,
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde 72 milyona dinletin
Çoban Sever’i,
Olmadı, ya Türkiye’ye, ya da vatanına (!) davet edin”.
Türkünün adı ne olsun?
Dedim ya; “Ben de çobanları severim”. Çünkü Çobanlar;...
Sabahattin Talu
+++
Sömürge ülkelerinde sistem seğişikliği
Neden sadece bir kişiyi yani diktatörü elinde tutarak ülkeyi sömürmek varken, farklı seslerin yükselme şansı bulduğu “demokrasi” ile ülkeler sömürülmeye çalışılmaktadır? Diktatörlükte, “tek adamın” dışında hiçbir fikir temsil hakkı bulamaz. Bu düzende, her an “bağımsızlık yanlısı” bir ayaklanma olma ihtimali söz konusudur. Biriken “düşünceler” ve “öfke” kendisini ifade, tatmin alanı elde edemez. farklılıklara karşı cezalandırmalar ağır şekilde uygulanır, bu da diktatöre karşı oluşan öfkeyi “içten içe” besler, büyütür. Basılı ve sözlü muhalefet engellendiği için çare radikal çözümlerde aranır, radikal yöntemlerle çıkılan yol ise ya yok oluşu, ya da beraberinden dirilişi, özgürleşmeyi getirir. Demokratik sömürgelerde ise bütün fikirler az ya da çok temsil hakkı elde ettikleri için, tabiri maruz görün; “insanların gazının alındığı bir düzen” mevcuttur. Bağımsızlık yanlılarının dahi bir kısmı temsil haklarının olduğunu düşünen gruptadır. Görüşlerinin kabul edilmediği göre göre, milli menfaatlere sırt çevrildiğine şahit ola ola, “bireysel refahını hiçe sayıp”, millet çıkarları için çileyi göze alamayan uyuşmuş bağımsızlık yanlılarını görmek mümkündür. Bu sebeple çağımızda tercih edilen sömürge sistemi “diktatörlük” değil; “demokrasidir”.
Demokrasi mi, milli demokrasi mi?
Unutulmamalıdır ki; “Milli olmayan her demokrasi, sömürge sistemidir.” Kanunlarını “kurucu ve asli unsura” dayandırmayan, yer altı ve yer üstü kaynakları uluslararası sömürüye teslim eden, bunu da “küreselleşmenin” vaz geçilemez bir süreci gibi kabul ettirme yoluna giren idareciler “seçilmiş sömürge valileri” olmaktan öteye gidemezler. Küreselleşme, mikro milliyetçilik ve demokrasi; çağın üç sömürü aracıdır. “Kendi kabuğumuza çekilemeyiz, hangi çağda yaşıyoruz” ve benzeri söylemler, gelişmiş ülkelerin, Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerin halk tabanına “diktasıdır”. Özelleştirme yolu ile milli varlıklarınız, mikro milliyetçilik faaliyetleri ile milli direnciniz, sözde demokrasi ile milli kazanımlarınız elinizden alınır. Ön psikolojik çalışmalar, bütün bunlara “gönüllü teslimiyet” geliştirmenizi sağlar ve hepsini “itiraz” etmeden kabul edersiniz.
Her doğan güneş, baharı müjdelemez
Bugün Mısır’da bir “diktatörlük” yıkılırken, yerine getirilmesi planlanan “demokrasi”; ne sömürüleni, ne de sömüreni değiştirmeyecek. İkisi de aynı kalacak, sadece insanlar, “bahar” geldiğini düşünerek üzerlerindeki kıyafetleri değiştirecekler. Bireysel özgürlükler demokrasinin aslı değil, kazanımıdır. Baharı getirecek olan güneş, milletin öz cevherinden doğmalıdır. Ayçiçeği misali güneş ne taraftan doğuyorsa o tarafa dönen milletler, esir olmaya mahkumdurlar. Milli bağımsızlıklarını ve milli hükümranlık haklarını bireysel özgürlüklere değişen insanlar, tarihin onları “rahat yaşamış insanlar” olarak değil “esir” yaşamış insanlar olarak yazacağını unutmamalıdırlar.
Erhan Özhan
+++
Derin yaralı bir aslan
Türk Silahlı Kuvvetleri, belki, kağıttan bir kaplan değil, ancak; Ergenekon, Balyoz, Kafes, casusluk, amirallere suikast, fuhuş, ıslak imza, Poyrazköy kazıları, çuval, kozmik büro Aramaları, Manisalı’ya suikast tertibi, kasaptaki ete soğan doğramam aforizması, Dolmabahçe koridorlarında Bizans bilinmezleri, bizim de bildiklerimiz var, kamu oyuna açıklarız blöflerinden aldığı darbelerle, ağır kan kaybına uğramış, iyileşme çabalarının şansı bile tartışılır halde, yaralı değil, derin yaralı bir aslandır...
Yakup Yavuzer