Vehbi Koç'un naaşı nasıl bulundu?

22 yıl sonra, bunları ilk kez yazıyorum.. Türkiye'nin aylarca ve merakla izlediği olayın ayrıntılarını ilk kez duyacaksınız..

Peki, bir 'Gazeteci', 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı'nda, anı mı anlatır?

Vallahi, Gazeteciliğin özgürlüğü mevzuu, artık mevzu olmaktan çıktığı için, bununla idare edelim..

Ve zaten, bir 'Gazeteci'nin en önemli sermayesi, meslek anılarıdır.. Çünkü bu anılar aynı zamanda 'Memleketin anıları'dır..

Neden anı paylaştığımı ise birazdan söyleyeceğim..

**

Tarih 24 Ekim 1996.. Türkiye öğle saatlerinde gelen bir haberle çalkalanıyor;

-İş adamı Vehbi Koç'un naaşı çalındı.

Haftalarca izi sürüldü işin.. Haber bültenlerine her gün "Vehbi Koç'un naaşı" ile ilgili bir haber giriyordu..

Ekim-Kasım-Aralık ayları böyle geçti.. İstanbul polisi, MİT, Jandarma, tüm birimler harıl harıl çalışıyordu. Ama naaştan hiçbir iz yoktu..

**

Tarih 2 Ocak 1997.. Vay be, 22 yıl geçmiş.. Star Televizyonu'nda muhabirim..

Muhabir arkadaşım Murat Demirel nefes nefese yanıma geldi;

-İde, iki kişi geliyor.. Vehbi Koç'un naaşı ile ilgili görüşmek istiyorlar. Beraber konuşalım.

"Tamam" dedim..

Birkaç dakika sonra, biri kadın diğeri erkek iki kişi girdi haber merkezine.. Yanlarında da, yanlış hatırlamıyorsam 5-6 yaşlarında bir çocuk..

Haber Merkezi'nde, polis muhabirlerinin oturduğu bölüme geçtik..

Doğrudan konuya girdi adam;

-Bir yakınımız Vehbi Koç'un naaşını çalmış.. Ama çok pişman olmuş.. Çok da borcu var.. 1.5 milyon Dolar karşılığında teslim etmek istiyor..

İki Murat birbirimize baktık.. Gözlerindeki ifade sorar gibiydi, "1.5 milyon Dolar'ın var mı?"

Tebessüm ettik.. İstenen rakam üzerine şaka yapmaya kalktım ki, içimdeki ses uyardı;

-Akıllı ol.. Ya doğru söylüyorlarsa..

**

Söze ilk ben girdim..

-Peki nasıl emin olacağız söylediklerinizin doğruluğundan?

Böyle deyince adam ayağa kalkıp, "İnanmıyorsanız konuşacak bir şey yok" dedi..

Sözleri garip gelse de tavrı inandırıcıydı..

Kaçırmamak için araya girdim;

-Rahatça ilerleyebilmemiz için, Genel Yayın Yönetmenimizle konuşmamız lazım..

"Konuşun o zaman" dedi adam..

Murat misafirlerle otururken, ben rahmetli Ufuk Güldemir'in odasına gittim.. İçeri girmeden önce, sekretaryanın telefonundan danışmayı aradım;

-Bize gelen misafirler kimlik bıraktı mı?

-Evet, bıraktılar.

-O kimliklerin hemen birer fotokopisini çekin.. Sonra ben alacağım..

O anda aklıma geldi.. Olur da bir anlaşmazlık olursa, en azından kim olduklarını bilelim diye düşündüm..

Sonra girdim Ufuk Güldemir'in odasına.. Konuyu anlattım..

"İrtibatı kesmeyin.. Para konusunda da pazarlık havasına girin, ciddiyetinize inansınlar" dedi..

Tekrar masaya döndüm..

Murat sohbeti ilerletmiş, sonradan adlarının M.Ö ve N.K olduğunu öğrendiğimiz misafirler de rahatlamıştı..

Naaşın nerede olduğunu öğrenebilmek için, sorularla sağdan soldan daldık ama tek kelime çıkmadı ağızlarından..

Mesleki deyimle, iş balon da olabilirdi, ama öyle önemli bir işti ki, "ya doğruysa" sorusu zihnimizde sörf yapıyordu..

**

15-20 dakika sohbet ettikten sonra, ertesi gün tekrar buluşmak üzere uğurladık..

Ardından, danışmaya inip kimlik fotokopilerini aldık..

Genel Yayın Yönetmenimizle de ayrıntıları paylaştıktan sonra işe koyulduk..

Plana göre, ikinci görüşmede, Star'ın patronu Cem Uzan'ın konuyla çok ilgilendiğini ve naaşın bedelini ödeyerek, Koç ailesine bir jest yapmak istediğini söyleyecektik.. Dolayısıyla, o andan itibaren her aşamada Ufuk Güldemir'le konuşacak, ama konuştuğumuz kişinin Cem Uzan olduğunu söyleyecektik..

Çünkü para ondaydı:)

**

Ertesi gün yeniden buluştuk.. Merak edip sordum;

-Koç ailesi ile irtibata geçtiniz mi?

Geçmişler ama sonuç alamamışlardı.. Önce yadırgamıştım.. İçimden bir ses, "Vehbi Bey'in naaşını alabilmek için 1.5 milyon Dolar veremediler mi?" dedi..

Ancak sonradan kavradım.. Bu hadisede fidye ödeselerdi, o andan itibaren, fidye için ailenin her ferdi tehdit altına girerdi.. Bir naaşı kaybetmeyi göze almalarının sebebi, geride kalanların can güvenliğini riske atmamaktı..

**

Buluştuk dedim ya.. Tabii o andan itibaren takip altındayız..

Çünkü, ilk görüşmeden sonra, Murat, İstanbul Emniyeti ile irtibata geçti ve bir Şube Müdür Yardımcısı'na durumu bildirdi..

Neden o Şube Müdür Yardımcısı? Çünkü o da bize daha önce, Türkiye'nin bugün bile konuştuğu büyük bir işi vermişti.. Şimdi sizinle paylaşmayacağım o iş, 23 yıl sonra bugün bile hâlâ "Derin operasyon" nidalarıyla konuşuluyor.. Oysa ne derin, ne de çetrefilli.. Aile içi bir ihbarın neticesiydi..

Şunu bilin isterim, Türkiye'de çok fazla manalar yüklenen birçok olay, aslında o kadar basit olaydır ki, şaşarsınız..

**

Uzatmayayım, ikinci görüşmeden itibaren polis peşimizdeydi.. Üçüncü görüşme içinse, 9 Ocak günü belirlendi..

Tabii o ana kadar, para konusunda, ara ara Cem Uzan'la görüşüyormuş gibi Ufuk Güldemir'i arıyor, saçma sapan bir muhabbetin ardından kapatıp, "İşler yolunda" diyorduk..

Televizyonun önünde buluşuldu.. Kameraman arkadaşımı ve beni istemediler.. Murat yalnız gidecekti.. Onlar yola çıktı, biz de takibe geçtik..

Yolda birbirimizi kaybettik.. Murat bacaklarının arasındaki telefondan, çaktırmadan beni arayıp, "Bu X oteli ne zaman yapıldı ya?" gibi saçma sapan soruları duymamızı sağlayınca, sahil yolunda olduklarını anladık..

Sonuçta, Yedikule'de yetiştik..

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nin karşısındaki bir kafede buluşuldu.. Orada, Vehbi Bey'in naaşının çalınması işinin patronu olan otelci de vardı.. Ve anlaşıldı ki, bize gelen M.Ö ve N.K. da bizzat işin içindeydi..

Teknik takip yapıldığı için, tüm faillerin bir araya geldiğini anlayan polis düğmeye bastı..

Kafe bir anda polis doldu.. Otelci kameramanımı ve beni görünce elini belindeki silaha attı ama tabloyu görünce vazgeçti..

**

Sanıklar polis minibüsüne bindirildikten 10 dakika sonra konuştular.. Naaş Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki boş bir mezardaydı..

O ana kadar, haber merkezinin yöneticileri dahil, kimse operasyonun ayrıntılarını bilmiyordu..

Hatta, Ufuk Güldemir, o akşamın bülten akışına haberin adını "KAZIK" diye yazdırmıştı.. Kazıktan kasıt, diğer haber merkezlerini atlatacak olmamızdı.. Hem de bu kadar büyük bir olayda..

Sanıklar bizden önce Uğur Dündar yönetimindeki Kanal D Haber'e gitmişti.. Ve yılların gazetecisi Uğur Dündar'ın ekibi, bu işi ıskalamıştı.. Vesileyle Uğur abinin kulakları çınlasın..:)

**

Canlı yayın aracımıza bilgi verdik ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na geçti.. Önde polis araçları, arkada biz, yarım saat sonra mezarlıktaydık.. Bizimle ilk irtibatı kuran sanık M.Ö. korkuyla yaklaştığı bir mezarı işaret ederek, "İşte burada.. Ama ben görmeyeyim" diye ağlamaya başladı..

Bir aile mezarlığındaki boş mezarın üzerinde kalın bir mermer kapak vardı.. Bir yandan elimdeki mikrofonla anons yaparak olayın ayrıntılarını anlatıyor, bir yandan da 4 polise destek olup, ağır mermer kapağı kaldırmaya çalışıyordum..

Nihayet kapağı açabildik ve boş mezarda, rahmetli Vehbi Bey'in naaşıyla karşılaştık..

Akşam Star Ana Haber'de, canlı yayında olayı duyurduğumuzda yer yerinden oynadı..

**

Girişte dedim ya, bir 'Gazeteci' 10 Ocak günü, basın özgürlüğünden falan dem vurmak yerine, neden bir meslek anısını anlatır ki..

Şundan..

Bakın, bu olay Koç ailesi için çok kıymetliydi.. Murat Demirel ile hayatımızı tehlikeye atarak giriştiğimiz ve başarıyla sonuçlandırdığımız bu işi, 22 yıldır, Koç Ailesi'nden tek kişiyle konuşmadık.. Her şey biliniyordu.. Ancak, aile için bu kadar kıymetli bir işe imza atmış 'Gazeteciler' olarak, olur da 'Yanlış anlaşılırız.. Bir beklentimiz varmış gibi algılanırız' diye, aileden hiç kimse ile konuşmadık..

Bugün, öyle bir noktaya geldi ki meslek, bir iş adamı için iki kalem oynatan, telefona sarılıyor;

-Abi, seni yazdım bugün..

10 Ocak günü bir anıyı paylaşmamın sebebi budur.. 'Gazetecilik', meslek namusu üzerinde ayakta kalabilen bir meslektir..

Bu namus bazılarının dilinde, bazılarının da fıtratındadır..

Mevzu bu..

Fıtratında "NAMUS" olmayanların bayramı kutlu olmasın..

Yazarın Diğer Yazıları