Vefaya davet
Zaman ne de çabuk geçiyor. Adını oğlumda yaşattığım 177. ülkücü şehit Erdem Arabacı 10 Eylül’de otuz yılını dolduracak. Kaybettiğim günden bu yana hep sırtımın üşüdüğü babamın üzerinden on altı yıl geçti. Ellerimle yıkayıp toprağa verdiğim yiğit komutanım Seyfi Demiray da on altı yılı aştı. Bize fikir sahibi olmayı nasip etmekle kalmayıp, kimlik de kazandıran Başbuğ Türkeş’siz on yılı da geride bıraktık.
Acılar arttıkça yüreğimiz nasır tutuyor sanki. Dayanılmaz sandığımız yokluklarına ister istemez katlanıyoruz. 44 yaşında Karşıyaka’da defnettiğimiz ağabeyimi aklımdan bir an çıkaramayacağımı zannediyordum. Üç yıl geçti aradan Osman ağabeyimin acısı yüreğimi acıtıyor olsa da yokluğunu kanıksadım. “Rabbim O’nun geride bıraktıkları için sabır veriyor” diyor anam. Evlat acısı, kardeş acısı yüzünden tıkanan damarlarımızda stend yardımıyla akıyor kan... Başka ölümleri kaldırmaz dediğimiz bedenlerimiz halen ayakta. Şiddetle devam eden hayatın önünde savrula savrula nefes alıyoruz.
Vakit ne çabuk ilerliyor... Teşkilat Ercan’ı ebediyete uğurlayalı bir yılı geçmiş. Oğuz Yayınevi’nde hazırladığımız “Ercan Poyraz Armağanı” adlı kitabı eline aldığında gözleri bulutlanmış, bakışlarını görmememiz için odayı kaçarcasına terk etmişti Akif...
On yıl boyunca on binlerce kilometre yolculuk yaptık. Ağzından kerpetenle söz almak mümkün olmamıştı. Ketumluğu kadar yalnız olan adam gibi adamı hep başkalarından dinlemiştim. Alper Aksoy’un “Sürgün Kurtlar Belgeseli” projesini hiç düşünmeden reddeden Akif , benim roman teklifimi tebessümle “daha ölmedim ki” sözleriyle geri çevirmişti. Muhittin Arar’ın acı ile kaleme aldığı “Ağustos Yangını” adlı şiiri bilse okutmazdı kimseye...
“Kimin daha uzun yaşadığının hükmünü tabiat değil tarih verir” diyen Mustafa Yenişeker, Ercan ağabeyin ardından:
“Ah! Ah!... Yedi düvel devlerini ürküttüğün kadar ecel kuşunu da korkutsaydın ne olurdu? Sefaletimizin hitam bulacağı günlerin perçemini yırtmışken, sevenlerini mahsun, bizi kimsesiz bıraktın...”
Acın acıtsa da ismin her daim yaşayacak.
Duvar diplerinin kederlendiği günden biridir, elem anaforuna hiç bu kadar gark olmamıştım ve gark olmamıştık çoğumuz...
“Keder küheylanı yalnız yaşamayı seçenleri yalnız seyahat ettirirmiş...” diye yazmıştı. Her daim gıpta ettiğim Yenişeker, yüreğine çöken acıyla bilmem neler döktürecek. Ama Ahmet Malkan bu satırların yazarının sırtına kaldıramayacağı bir yük sarıp, Ahmet Turan Alkan Hoca’nın “Yatağına Kırgın Irmaklar” ı gibi bir eser istedi. Ben de Hakkı Şafak Ses ile göz göze gelip “Üçkan Hikayesi” ni hatırladım.
Hüznün yüreğimizi kanırta kanırta kanattğı bir ortamda, göçüp giden bir ülkücünün ardından bir şeyler karalamak öyle zor ki... O hayattayken kurguladığım romanı, O’nun yokluğunda nasıl yazacağım bilmiyorum. On yıldır gergef gibi işlediğim halde sonunu bağlayamadığım bitmeyen kitaba inat belki de hiç başlamayacağım. Aklımca habersizce bizi ansızın bizi bırakıp gitmesinin intikamını yazmayarak alacağım.
“Hiçbir ölüm bana bu kadar dokunmadı” sözlerini hıçkırarak söyleyen sadece Emin ağabey değil, Mehmet Akif Çöktü’nün cürümleriyle beraber O’nun siyah-beyaz fotoğraflarını yakasına takan on binlerce dostu da tekrarladı.
Vakit yine acımasızca ilerliyor. Mehmet Akif Çöktü’yü kaybedeli bir hafta oluyor bugün. Yedisinde, yetmişinde de unutmak mümkün değil ama demir tavında dövülür... Sevgi paylaştıkça büyürmüş acılar ise paylaştıkça azalırmış. Gelin yarın (Perşembe günü) demiri tavında dövelim. Sevgi ablamız ile Kafalı Hocamızın “Turan Güneş Bulvarı Ürdün Caddesi Örmes Blokları No:6/2’de, Or-An Sitelerinde” buluşalım. Yarın, öbür gün bizim de kapımızı çalabilecek ölüm ile yüzleşelim... Niyazi ve Almıla’ya balarından kalan vefa mirasını sergileyelim.
Göçüp giden ülkücünün yedisine gelemeyenler de üzülmesin. Yüreğinde dava aşkı, vatan sevgisi olarak Hak’ka yürüyen şehitlerimizin ve gazilerimizin aziz ruhlarına birer Fatiha’yı esirgemeyecekleri yürekten selamlıyorum.