Ve sonunda itiraf etti
“Adı Hüseyin olan biri ABD Başkanı olursa eşek gibi anırırım” diye yazıp, Hüseyin Obama ABD Başkanı seçilince sağıra yatmıştı. Ardıç yine anırmadı ama dünkü köşesinde saklamadı da: Ulan biz eşeğiz be
Beklenen gün gelecekse çekilen
acı, ızdırap, hasret hepsi kutsalmış hakikaten...
Ayıbını yüzüne vurmak için sayfalarca yazı yazdık, hak yemeyelim bir tenhada anırır da duymayız diye Karakaçan Bey önderliğinde peşine “anırma takip timleri”ni saldık, “anırma adresi” olarak işaret ettiği Taksim Meydanı’nda nöbete durduk, Shrek’ten, Şaban’ın “Mister”ine, Eyor’dan Sancho Panza’ya dünyanın bütün eşeklerini seferber ettik...
Çok yorulduk, maddi-manevi çok kayba uğradık ama değdi...
Ne kadar direnirsiniz direnin, ne kadar üstünü örtmeye, unutturmaya çalışırsanız çalışın, “tarih” denen yüce mahkeme önünde, itirafa zorluyor zaman sizin en gizli sandığınız gerçeği bile...
Nitekim Yılmaz Özdil’e laf çakıyormuş gibi yaparak da olsa, zeytinyağı gibi üste çıkar havada, tabiri caizse bir tür “şark kurnazlığı” ritüeline de döndürse sonunda kabul etti Engin Ardıç:
“Ulan biz eşeğiz be...”
Gerçi eksik... “Anırırım” demişti bize...
O üç noktanın yerine, ’eşekliğin’ organik ilanı niyetine yüksek perdeden bir “Aaaaiiiiii!”ydi bizim beklediğimiz ama...
Bulup da bunamayalım...
“Eşekliğini” ilan ederek, anırmış kadar olmadı mı sonunda!
Oh be!
++++++
Artık kabak tadı verdi...
Yılbaşı akşamı tam gazeteden çıkmaya hazırlandığımız saatlerde odatv.com “flaş haber” olarak duyurmuştu: “Mehmet Ali Birand CNN Türk’teki görevinden alındı!” Aynı gecenin ilerleyen saatleri, bu konuda ilginç bir gelişmeye sahne oldu, Medya Polemik pazarları okuyucuya emanet olduğundan dün aktaramadık size. Odatv’nin “kovulduğunu” iddia ettiği Birand, habere kaynaklık etme konusunda Anadolu Ajansı’nı sollayan sosyal paylaşım sitesi Twitter’dan “kovulmadım” mesajı yayımladı: “Bu haberlere inanmayın. Ne CNN Türk’ten ne de Kanal D’den ayrıldım. Dostlarımla Lavanda Otelde nefis bir yılbaşı geçiriyorum. Nice yıllara.” Kimsenin ekmeğinde gözümüz yok ama kovulamadı gitti şu Birand da; üç değil beş değil kabak tadı verdi kovulur gibi olup son saniyede koltuğunu koruması hikayeleri... (Tutkal kullanıyorsa; belli Çin malı değil!) Çekirge de üç kere zıplar... Kedi de dokuz canlı ama... Her yolun bir sonu var eğer ‘yerinde saymıyorsan’! Bugün değilse yarın her “anchorman” emekliliği tadacak nasıl olsa... Onun için Birand’ı izlemeye devam edin; bu yalanlama da bir gün illa ki yalanlanacaktır!
++++++
Yandaşlığın da bir adabı olur...
* Eğer ben bu hükümetin, “geleneksel iktidar kurumları”nın haksız egemenliğini yerle bir edip yerine demokratik kurumları getirmek için mücadele ettiğine inanabilseydim...
* Eğer ben bu hükümetin, “geleneksel iktidar kurumları”nı devirirken yerine kendi kurumlarının haksız egemenliğini getirmeyeceğine ikna olabilseydim...
* Eğer ben bu hükümetin amacının, gerçekten de “darbeler dönemi”ni bitirmek üzere acayip riskli bir mücadele dönemi başlattığına koşulsuz iman edebilseydim...
* Eğer ben bu hükümete yönelik itirazların tümünü, “darbe korkusunu sistem üzerinde kalıcı bir korku unsuru” olarak sürdürmek isteyenlerin direnişinden ibaret görseydim...
* Eğer ben Ergenekon’un sulandı-rılmaya sıfır müsait bir büyük arınma süreci fırsatı olarak Değerlendirebilseydim...
* Eğer ben hükümete yönelik her türlü eleştiriyi, “bir odaktan yönlendirilmiş kasıtlı kampanya” olarak yaftalayıp geçersiz hale getirme çabasını fark etmeseydim...
* Eğer ben demokrasiye gönül vermiş birkaç demokrat müteşebbisin, “memlekete çok sesli bir medya lazım” fikrinden yola çıkarak gazete ve TV satın aldığını düşünseydim...
* Eğer ben hükümet eliyle yeni bir “medya düzeni” oluşturma çabasını, yani iktidar kıyaklarını falan göremeyecek durumda olsaydım...
* Eğer ben gerçekten de “yandaş” adı verilenlerin, hükümetin kayıtsız şartsız destekçisi değil de müthiş ilkeli adamlar olduklarına şeksiz şüphesiz iman etseydim... “Ortada” falan olmaz, orada olurdum...
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
ABD, 6 ay aradan sonra Türkiye’ye büyükelçi atamış. 6 aylık boşluğu bizim “Soros’un çocukları” doldurmuş olabilir mi?
* Haldun Ertem
++++++
KISA... KISA...
* Yayıncılarla yaptıkları son toplantıda izdivaç programları ve dizileri ele aldıklarını söyleyen Davut Dursun, izdivaç programlarına bant yayını veya canlı yayına müdahale imkanı tanıyan geciktirici sistemi kapsayan bir düzenleme yapılacağını açıkladı.
* Sabah ve Vatan reklam gruplarında da çalışan, Maya Medya Dergi Grubunda Reklam Grup Başkanı Zeynep Aşıklar 31 Aralık gecesi vefat etti. Cenazesi bugün öğle namazı ardından Teşvikiye camisinden kaldırılarak, Zincirlikuyu Mezarlığında toprağa verilecek olan Aşıklar 40 yaşındaydı ve 3 aydır böbrek kanseri tedavisi görüyordu.
* Haber kanallarının reyting sıralaması Aralık ayında da değişmedi. Hem PT hem de tüm günde NTV en çok izlenen haber kanalı olurken Habertürk’ün de gerisinde kalan CNN Türk sonunculuktan kurtulamadı!
++++++
Geleneksel Memecan minnetnamesi
Erdoğan’ın İsviçre’de hesabı olduğu iddiasına çocuk bile inanmazmış... Ekonomide işler “masa donattıracak” kadar iyiye gidiyormuş... Davutoğlu dünyayı parmağında oynatıyormuş... Toplumun yüzde 42’si “kaybetmeye mahkum” olduğu için(!) bir kenara itilmiş; yüzde 58 ise “krallar gibi” yaşıyormuş, “enflasyon canavarı” fare olmuş... Muş... Mış... Miş... Gelenek bozulmadı: Karısı, Abdullah Gül’ün daveti, Tayyip Erdoğan’ın teklifi ile yaşadığı Amerikan banliyösünden lütfedip yurda dönen ve ayağının tozuyla AKP’den milletvekili seçtirilen Salih Memecan, önceki yıllarda olduğu gibi 2011’in ilk gününde de tam sayfa minnetname yayımlamayı ihmal etmedi...
++++++
Köşedeki simitçiden bahsediyor sanki
Mümtaz’er Türköne, Abdullah Gül’ün Diyarbakır gezisini şöyle yorumluyor: “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün mesaj yüklü Diyarbakır seferini, bir protesto eylemi olarak yorumladım. Cumhurbaşkanı bu ziyaretiyle neyi protesto etmiş oldu? Cevap: Çözümsüzlüğü...” Türköne’ye bakılırsa Gül; “tek kişilik bir protesto eylemine girişti ve Diyarbakır’a gitti.”
“Bir eylem ancak bu kadar başarılı olabilir” vesaire türünden Memecan’ı hiç de aratmayan ve bana kalemindeki “kronik yağcılık” rahatsızlığının nüksettiğini düşündüren satırları anmıyorum bile...
Abdullah Gül kim?
Cumhurbaşkanı! Başkomutan! Devletin zirvesi!
“Çözümsüzlüğü protesto etmiş” Sanırsın köşedeki simitçi; köy kahvesindeki Osman ağa, işçi Mehmet, coplanan üniversite öğrencisi!.. “Çözüm” makamında oturan kişinin “çözümsüzlüğü protesto” etmek gibi bir hakkı, lüksü olabilir mi? Eğer Türköne’nin “protestocu” yakıştırmasının aslı, astarı varsa; Cumhurbaşkanı’nın, -mutlak iktidar sahibi olduğu ülkesinin- sorunlarını çözmesini beklediği başka birileri mi var?
Ülkeyi Marslılar yönetiyormuş gibi, siyasi iktidar da sık sık “sorun”lardan “şikayet”çi olduğuna; yani çözüm mercii olduğunu unuttuğuna göre; Gül’ün protestosuyla medet umduğu “çözücü” kim acaba?
++++++
Bize bunu yapma artık Uğur Dündar
Uğur Dündar her akşam sokağa çıkardığı muhabirlerine, vatandaşlar arasından rastgele seçilen kişilere soru sordurtuyor. Örneğin “Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanı kimdir?” diyor muhabir. Sizi bilmem ama ben bunu içim ezilerek, yüreğim daralarak izliyorum. Yahu Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanını kimse bilemez mi? Referanduma neden gittiğimize bir kişi bile cevap veremez mi? Diyorum ki, Uğur Dündar Bey bu işten vazgeçsin. Bir ülkenin getirildiği durumu bu kadar açık ve net sergilemek gazetecilik adına iyi olabilir ama duygu ve düşünce dünyamızı bu kadar alt üst etmeye de kimsenin hakkı yok.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Dublörlük yapmayı düşünmez misiniz!
Devir “yeniden dizayn” devri. Siyasi partilere, gazetelere, ekranlara, üniversitelere, hatta spor kulüplerine iliştirilen her yeni isim, her yeni transfer “dönüştürücü mü” kuşkusu yaratıyor zihinlerde... Biz nasıl Atatürkçü bildiğimiz, Cumhuriyet değerlerine sahip bildiğimiz, milli bildiğimiz yapılara “sızmalar” konusunda dikkat kesilmiş haldeysek; karşı “Taraf”takiler de “aman Soros ilkelerinden sapmaya yol açmasın” endişesi yaşıyor olabilir aralarına yeni katılanlarla ilgili... İşte bu kuşku perdesini yırtıp atmak içindir belki, Taraf, kadrosuna katmaya hazırlandığı Serdar Kaya adlı şahsın gazeteyle “kan, gen, doku” uyuşmasını tescil röportajı yayımlamış dün.
Ey Taraf okuru hiiiç tasalanma; Rabbim onu Taraf’a yazar olsun diye yaratmış!
Kitabını, Malatya’nın Yeşilyurt İlçesine bağlı Kadiruşağı Köyü’nde, sahibinin elinden kaçtığı okul bahçesinde bulunan Atatürk büstüne çarpıp, kazara da olsa “yıkılmasına” yol açan “Gülsüm ineğe” ithaf etmesinden belli!
Bir çocuğu Atatürk’ün açtığı çağdaşlık, uygarlık (hadi Başbakan’ın deyimiyle -medeniyyet- olsun), bağımsızlık “yolunda yürüyeceğine” and içtirmenin “köleleştirmek” olduğunu savunan Kaya’ya göre Gülsüm inek “köleliğe” başkaldıran bir tür “devrimci”!
İronik ama; “Putlarımızı yıkan(!)” Gülsüm ineğe “putunu(!)” inşa ederek teşekkür etmeliyiz yine Kaya’ya göre!
Teşekkür ve hatta teselliye muhtaç Gülsüm inek, “Türkiye’de doğmuş olmak” gibi bir büyük talihsizliği var çünkü.
Ben demiyorum, Kaya diyor bunları:
“Başka ülkede olsa herhalde heykelleri dikilirdi. Gülsüm İnek’i biri satın alsa, insanlar onunla hatıra fotoğrafı çektirse, hayatından kesitler kayda alınsa harika olur. Öldükten sonra bir mezar taşı yapılabilir, orası küçük bir müze haline getirilebilir!”
Ama “hayvan hakları” diye de bir şey var değil mi şekerim! “Heykelini dikeceğiz” diye, Gülsüm ineği saatlerce bir heykeltıraşın atölyesine mahkum etmek reva mı? “Putları” kıran o “kutsal” uzuvları uyuşmasın sonra!
Hem herşeyi ondan beklemek haksızlık değil mi; tek adam yönetiminden tek inek yönetimine mi geçmek niyetiniz?
Madem “tarihin akışını değiştirdiğini” düşünüyorsunuz o talihsiz “boynuz kazası” nın; O zaman işin bir ucundan da siz tutun. Cumhurbaşkanı gibi “çözümsüzlüğü protesto” edeceğinize, “çözümün kendisi” olmayı deneyin; o kutsal yaratığa(!) dertlenmek yerine, dublörlüğünü yapın; siz poz verin “Gülsüm heykeli” için heykeltıraşa!
Not: Ülkemizdeki “müzelik eser” potansiyelini gözler önüne seren bu röportajdan ötürü Taraf’a teşekkürü borç biliriz.
++++++
MİNİ YORUM
Kaş yapayım derken...
Metrobüslerde bulunan dijital ekranlar sadece yolcuları duraklar konusunda bilgilendirmek için değil kimi “özel” hatırlatmalar için de kullanılıyor. Mesela neredeyse bir haftadır “Bugün Mehmet Akif Ersoy’un vefat yıldönümü” hatırlatması var ekranda; ziyaret etmek isteyen olursa diye kabrinin Edirnekapı’da olduğu hatırlatılıyor... Bu ilanı ilk defa dün gören ve edebiyatla tarihle alakası olmayan birinin Akif’in ölüm yıldönümünü 2 Ocak zannetmemesi imkansız... Kaş yapayım derken “bilgi kirliliği”ne neden olarak göz çıkaran İBB yetkilileri İstanbulluların “minnetle anması gereken” diğer “kahraman”ların isimlerini de hatırlatacak mı; bekleyip göreceğiz.