Vatana ihanetten vatani hizmete dikey geçiş
Yasa TBMM’den geçtikten sonra “başımıza gelecekler”i sıralamanın manası yok.
Kahvehane-meyhane köşelerinde hükümet yıkıp hükümet kuracak, cami avlularında dünyaya nizam salacak, kuaför salonlarında manikür yaptırırken “çan çan” kültürüyle değme siyasetçiye taş çıkartacak kadar “politik” olan bu toplumun... Sözde “sivil inisiyatif” için üstünü başını parçalayan ve fakat özde “fon verenlerinin askeri” olan sivil toplum kuruluşlarının, “başlarına ne işler açılacağı”na dair çok değil ya azıcık kaygısı olsaydı;
* Gezi’deki ağaçların kesilip kesilmemesi kadar önemseselerdi mesela hiçbir kişisel bilgilerinin bundan böyle “kişisel” olmayacağını,
* Mesela ODTÜ’den geçen yol kadar endişelendirseydi onları birilerinin yatak odaları dahil bütün yaşam alanlarını sınırsız dinleme, izleme yetkisiyle donatılması,
* Kısırlaştırılan kedi-köpeklerin hali kadar canlarını yaksaydı bu topraklarda yaşayan her bir insanın “faili malum meçhul”lere kurban olma sezonunun açılması,
* Eğlence mekanlarının dışarıya masa atamamasının yarattığı kadar bir mağduriyet yaratacağına inansalardı bir kamu kurumuna suç işleyip hesap vermeme hakkı tanınmasının,
* 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmamasının yarattığı infialin onda birini yaratsaydı Anayasa’nın “harrrrş” diye delinip geçilmesi,
* Hepsini geçtim, 12 yılda, binlerce tecrübeye rağmen “demokratik haklarını kullanarak, çoğunluğun tiranlığını” yaratmakta ısrarcı olmasalardı,
O yasa o meclisten zaten çıkmaz, çıkamazdı!
Ha yine de kayda geçsin diye iki cümle not düşmek gerekirse tarihe;
Bundan böyle, yani Cumhurbaşkanı da onaylar ve AYM de iptal etmezse (ki etse de, geriye dönük uygulanamayan bir karar olduğundan kâr kalacak yaptıkları o vakte kadar) MİT herkese, her şeyi yapabilecek ve fakat MİT’e hiç kimse hiçbir şey yapamayacak!
***
Haberdar olmak için can atan ama “ah şu kahrolası korkak, omurgasız, sinmiş, yandaş medya” yüzünden bir türlü gerçekleri göremeyen, duyamayan, bilemeyen halkımız zahmet edip televizyon kumandasına uzansaydı ve Müge Anlı’yla dedektifçilik oynamak, Gülben Ergen’le kamil insan olmaya(!) çalışmak filan yerine artık sayısı hayli çoğalan haber kanallarından herhangi birini açsaydı, illa kulağına çalınırdı:
- Diktatörleştirecek...
- Gestapo devleti...
- Muhaberat devleti...
- Toplumun idamı...
- Cümleten geçmiş olsun...
12 yıl sonra ilk defa “tehdit” aynı anda hepimizin bahçesine girdi; sadece askerler değil, sadece gazeteciler değil, sadece çiftçi, sadece öğrenci, sadece işçi, sadece kadın, sadece emekli değil herkes “öteki” şimdi, herkes “düşman”. Hiç kimse “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek sıyrılamaz bundan.
***
Sizi bilmem ben akıbeti meçhul olmaktan korkuyorum!
Elimin kolumun yasayla bağlanmasından, direnç kanallarımın yasayla tıkanmasından, “çaresiz”, “savunmasız”, “korunmasız” bırakılmış olmaktan korkuyorum;
Artık hepimiz yalnız, hepimiz çırılçıplağız!
Yine de... Velev ki... Hadi biz faniyiz; ama hür, ama esir, ama üç gün, ama beş gün, ama iyi, ama kötü gelip geçiciyiz diye gamsızlaştırabildik kendimizi;
Peki ya “ebed müddet” diye çırpındığımız “devlet”in geleceği? Yani çocuklarımızın, yani torunlarımızın, yani onların torunlarının?
CHP’nin eski Grup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhan, birkaç gün önce Müyesser Yıldız’a verdiği söyleşide vurguladı bütün bu “kılıf”ların nihai hedefini:
“Birilerinin, ‘özerklik ilân ettim’ demesiyle özerklik ilân edilemez. Böyle bir şeyin anayasal altyapısı olması gerekir. MİT yasasıyla görüşme ruhsatı verilmesi bu yönde bir adımdır, yeterli gücü elde ettiklerinde Anayasal altyapıyı hazırlayacaklardır.”
MHP Genel Başkan Yardımcısı Şefkat Çetin’in dünkü açıklaması tabloyu iyice netleştirdi:
“Doğuracağı sonuçlar itibarıyla çıkarılan yasanın en vahim tarafı, MİT’e terör örgütleriyle görüşme yapma yetkisinin tanınmasıdır. Terörist bir yapıyı devletin resmen muhatap kabul etmesi, bölücülere uluslararası seviyede meşruiyet hakkı tanımak anlamına gelecektir. Bölücü teröristleri çıkarılan yasayla devletimiz adına MİT’le muhatap etmekle, başka devletlerin bu meseleye karışmasının sorumluluğu ve vebali AKP hükümetinin boynundadır. Bugüne kadar teröristbaşı Apo’yu muhatap almak ihanet iken, yapılan bu işin şimdi yasayla düzenlenmesi katmerli ihanettir...”
***
Hadi küçük bir hafıza yolculuğuna çıkalım şimdi: 1986’dan itibaren PKK ile müzakere hangi kurum üzerinden yürütüldü?
“PKK liderini tanıyabilmek ve arada bir güven ilişkisi oluşturabilmek için İmralı’ya giden”, “ulus-devletlerin sonunun geldiği ve Türkiye’nin bu sürecin dışında kalamayacağı” manifestosunu dillendiren Emre Taner kimdi?
2000 yılında “Kürtçe televizyon yayına karşı olmadıklarını” söyleyen Şenkal Atasagun kimdi?
2009 yılında PKK’lıların eve dönüşünü ve örgüt liderlerinin Avrupa’ya yollanmasını öneren, “devlet herkesle görüşür” diyen Sönmez Köksal kimdi?
Tayyip Erdoğan’a Diyarbakır’da “Kürt sorunu herkesten önce benim sorunumdur” dedirten brifingi kim vermişti?
Kuzey Irak’ta “Türkiye Cumhuriyetini temsilen” oturduğu masada, “Türkiye Cumhuriyeti adına”, “Kürt oluşumunu tanıyan” ilk devlet yetkilisi kimdi?
MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, Oslo pazarlığının ortaya çıkmasından sonra yaptığı açıklamada “PKK ile görüşmelere karşı çıkanlar, birer birer MİT’ten uzaklaştırılıyor” dememiş miydi?
Yine Güneş’in PKK’lılarla pazarlık sırasında söyledikleri “itiraf” değil miydi:
“Size verilen birtakım sözlerin tutulması için hukuk ihlal edildi, her şey yok edildi!”
Kayıt ilk sızdığında Dicle Haber Ajansı ne diye servis etti: “Görüşmelerin iç yüzü Erdoğan’ı yakacak.”
Talabani, KCK iddianamesine yansıyan konuşmasında ne demişti:
“PKK’nın bir talebi vardı; genel af ile onu dile getirdik. Biz MİT Müsteşarları ile PKK’nın bazı ilişkileri var, sizin bilginiz dahilinde mi dedik. Erdoğan ‘MİT Müsteşarı’nın tüm ifadeleri benim ifademdir’ dedi.”
Görevden alınan savcı Sadrettin Sarıkaya’nın MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’i ne diye ifadeye davet etti:
“Devlete ve anayasal düzene karşı anlaşma şüphelileri” diye...
Özetle;
Yargılanmamak için tek şansları vardı;
“Vatana ihanet”, “vatani hizmet” yapıldı!