Vahim gidişe dik duruş gereklidir!
Milliyet’ten Metin Münir “Türkiye Türklerin midir?” başlıklı yazısında önce Türkiye’deki bütün etnik gurupları sayarak ’Türkiye herkesindir’anlamına gelen sözler ediyor. Sonra da ülkede “Herkes eşittir. Herkesin önü açıktır. Herkes aynı fırsatlara sahiptir. Kimse hor görülmez. İstediği Tanrı’ya dua eder veya hiçbir Tanrı’ya dua etmez. İstediği peygambere inanır, azize mum yakar” diyor. Ardından da “Sünni Türkler bu ülkenin gerçek sahibi addediyorlar kendilerini. Rejimin bekçileri onlardır. Ülkenin kremasını onlar yiyor. Bal tutup parmağını yalayanlar da onlardır. Diğerleri, Kürtler ve Aleviler onların verdiğiyle yetinmek zorunda” vb. diye döktürüyor. Ardından da sözü malum “Kürt Açılımı”na getiriyor ve bunun “Bir gıdım daha verme” operasyonundan ilere gitmeyeceğini iddia ediyor.
Bu yazılar da ortaya konan, aslında bir zihniyettir. Bu zihniyet sahiplerinin amacı demokrasi, eşitlik ve insan hakları vb. değildir. Kürt ya da Alevilere şu veya bu hukukun sağlanması da değildir. Bu tür yazılar herhangi bir sorunun teşhisini değil etnik ya da mezhep ayrıştırmasına katkı sağlamak amaçlıdır. Hiçbir bilimsel ve gerçek temeli olmayan yukarıdaki varsayımları ve benzerlerini okuyanlar, ülkenin her şeyine el koymuş olan “Sünni Türk” lere karşı kin ve nefret duyacaklardır. Elbette haklarını gasp eden ve kendilerine “gıdım gıdım” veren “Sünni Türk”lere mağdur ve mazlum Kürtler hayır dua etmeyeceklerdir.
Diz üstü çöken Devlet!
Medyanın büyük bir kesimi, son günlerde iktidarın içi, ucu ve sonu açık paketine katkı sağlamak adına resmen bu türden kışkırtıcılık yapmaktadır. Vurun abalıya misali “Türk”, “Türkiye Cumhuriyeti”, “Sünni Türk”, “Devlet” vb kavramlara saldırılmaktadır. Buna karşın Apo, DTP, Kandil ve PKK mağdur ve mazlum bir kesimin temsilcisi olarak şirin gösterilmektedir.
Mağduriyet ve mazlumiyet edebiyatı üretilerek eli kanlı teröristlerin hakları gasp edildiği için, dağa çıkmak zorunda kaldıkları duygusu verilmeye çalışılmaktadır. Kandil ve İmralı adeta demokrasi, barış ve insan hakları eğitimi verilen yerler olarak nitelenir olmuştur. Buna karşın “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözüne, Türk kavramına, Türk tarihine karşı çıkmak bir kısım siyasetçi ve köşe yazarı için demokratlık ölçüsüdür. Artık Türkiye’de milletin birliğinden bahsedenler ’inkârcı’, devletten söz edenler ise ’darbeci’kategorisine sokulmaktadır. Devletin televizyonunda bölücülere saygı sunulur, Polis Akademisinde ise terörist başına “muhataplık” önerilir olmuştur. Türkiye’de bir şeylerin kökünden değiştiğini görmek gerekir. Ne kadar azınlıkçı, bölücü, yıkıcı, ayırıcı ve bozguncu kesim varsa tamamı devlete karşı kazandıklarını düşünüyorlar. Köşelerinden ve kürsülerinden büyük bir arzu içinde devlete diz üstü çöktürmenin şehvetini yaşıyorlar.
Çıkarlar farklı, amaçlar aynı!
Bu kesim TSK’yı aştığını, yargıyı sindirdiğini sıranın artık Anayasa’ya geldiğini düşünüyorlar. Bu arada günah keçisi ilan edilen Türkiye tarihine ve Türk kavramına yönelik amansız kampanyayı da ara vermeden sürdürüyorlar.. Birileri aklınca “Kürt” kavramına yer açmak için “Türk” kavramına saldırıyor. Kimileri kuyruk acısı, kimileri kimlik sorunu, kimileri de bilinçaltıları yüzünden böyle davranıyorlar..
Bu zihniyet Türkiye Cumhuriyeti’ni yalnız kendisini Türk hissedenlerin devleti olarak görmekte ve bu devleti var eden her şeye (simgeler dahi) amansız bir biçimde saldırmaktadır. Kimisi “Kürt Açılımı” na gerekçe, kimisi “Ermeni Soykırımı” iddialarına imkân, kimisi de “Ruhban Okulu” nun açılmasına meşruiyet sağlamak için milli devlete ve onunla özdeşleştirdikleri Türk kavramına saldırmaktadır.
Ülkenin birliğini ve milletin bütünlüğünü savunanlara ise bu kesim “kanın durmasına, annelerin gözyaşının dinmesine ve barışın kurulmasına karşı” çıkmakla ya da darbeci zihniyete sahip olmakla yaftalamaktadır. Vahim gidişe dik duruş gereklidir.