Uzun tutukluluk işkencedir!
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bekleyen 153 bin 850 başvuru dosyasının, 16 bin 800’ü Türkiye’ye aitmiş. AİHM’ye 1990’lı yıllarda Türkiye’den giden başvuruların yüzde 90’ı yaşam hakkı ihlalleri ve işkence suçlarına yönelikken bugün tutukluluk ve yargılama süreçlerinin uzunluğuyla ilgili davalar ilk sırada yer alıyormuş.
Türkiye’den yapılan başvurular arasında işkence şikâyetinin yerini uzun tutukluluk süreleri almış. Bu durum uzun tutukluluk sürelerinin Türkiye’de işkenceye dönüşmüş olduğunun kanıtıdır.
’İşkence işkencedir’ deyip geçmeyiniz. Fiziki ve doğrudan işkence ile psikolojik ve dolaylı işkence nitelik itibarıyla birbirinden farklıdır. Bu bakımdan uzun tutukluluk sürelerinin işkenceye dönüşmesini ciddi biçimde sorgulamak gerekir.
Uzun tutukluluk süresiyle yapılan işkence ile fiziki işkence arasında benzer olduğu kadar farklı yönler de vardır. Bir defa fiziki işkence bedene yapılır. Bedene yapılan fiziki işkence zamanla sınırlıdır. Belirli bir süresi vardır. İnsan, bedenine uygulanan fiziki işkence sırasında ya ölür kurtulur ya da bir süre katlanır kurtulur. Ama her hâlükârda bu işkence türü insanın moral ve beklentisini tümüyle yok etmez.
Tutukluluk süreleri uzatılarak yapılan işkence ise insanın ruhuna, moraline ve umutlarına yapılır.Tutukluluk sürelerinin uzatılmasının işkenceye dönüşmesi insanda umutsuzluk duygusu yaratır, moralini çökertir ve beklentilerini bitirir. Bir insanın hayatını kaybetmesinden daha kötüsü umudunu kaybetmesidir. Uzun tutukluluk süreleri insanın umudunu kaybetmesine neden olur. Umudunu yitirmiş birey, et ve kemikten ibaret bir yığın haline dönüşmüş olur.
Unutmamak gerekir ki, tutukluluk süreleri uzatılarak iradeye diz çöktürmenin sonuçları, fiziki yapılan işkence sonucu bedenen diz çöktürmenin sonuçlarından daha tehlikelidir.
Diğer yandan fiziki işkencenin şahıslarla ilgili olmasına karşın tutukluluk sürelerinin uzun tutulması daha çok sistemle ilgilidir. Uzun tutukluluk süreleri bürokrasi, yasa, prosedür, hiyerarşi ve siyaset gibi bir çok kavramla yakından ilişkilidir.
Ayrıca işkence sistematik biçimde yapılmış olsa bile yasalara rağmen yapıldığı için, herkes tarafından insanlık dışı ve insanlık suçu olarak kabul edilen bir eylemdir. Çoğu kez işkenceciler, kendilerini yasa yerine koyarak, yasa adına işkence yaparlar. Yasa yerine kendini koyarak veya yasaya rağmen yapılan işkence ya da kötü muameleler duyulduğunda işkenceciler yasalar karşısında hesap vermek zorunda kalırlar.
Uzun tutukluluk süreleri için ise böyle bir durum söz konusu değildir. Kişilerin uzun yıllar tutuklu kalmasına karar verenler, bunu yasaların ve mevzuatın gereği olarak yaparlar. Konu tamamen sistemle ilişkilidir. Yasalar bunu gerektiriyor, mevzuat böyle emrediyor, prosedür de bunu icap ettiriyordur!
“Bekçi Murtaza” tipi mevzuatı kutsayarak insanı ve insanlık değerlerini ayaklar altına almak hukukçuların işi olamaz. Sorun burada yasalara uymamak ya da mevzuatı çiğnemekle de ilgili değildir. Sorun yasaların uygulayıcılar tarafından tutuklu insanlar aleyhine yorumlanmasıyla ilgilidir.
Katı, rijit, sert, ön yargılı ve düz bir mantıkla masumluk karinesini de hiçe sayarak “tutukluluk hallerinin devamına” türünden verilen karar, sonuçta yasa yoluyla yapılan bir tür işkencedir. Hukukçuların en önemli görevlerinden birisi de insanların temel hak ve özgürlüklerini yasalar karşısında da korumaktır. Hukukçuların yasaların işkence aracı olmasına izin vermemeleri gerekir. Bunun için de hukuk fakültesini bitirmek yetmez, aynı zamanda iyi hukukçu da olmak gerekir. Bu yüzden olacak “İyi yasa yahut kötü yasa yoktur; iyi uygulayıcı ya da kötü uygulayıcı vardır!” demişler.