Utanmak için aynaya bakmanız yeterli
Flaş... Flaş... Flaş... “1980’de idam edilen ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun infazından saatler önce verdiği ifadede, “pişman” olduğunu söylediği ortaya çıktı!”
Hadi ya! Ne olacak şimdi; ülkücüler “şehitlik”ten ihraç mı edecekler rahmetliyi?
Kavgalarını bitiremediler
Hadi 78’liler Federasyonu bir halt etti, ya sana ne demeli Mesut Hasan Benli adlı Radikal muhabiri? Bahçıvansın biberin yok, gazetecisin haberin yok, oldu mu şimdi!
Acıyarak bildirmeliyim ki, “ortaya çıktı” diyerek, yedi cihandan gizlenen derin sırra ermiş havalarında pazarladığın haberin mükerrer. Kamuoyunu yanıltmak, yanlış bilgilendirmek ayıp değil mi?
78’liler Federasyonu bir gün gazeteciliğin de “Utanç Müzesi”ni açmaya yeltenirse, bu haberi koymalılar baş köşeye!
Gir Aydınlık arşivine bak bakalım senin “ortaya çıktı” dediğin mektup kaç kere manşet olmuş daha o günlerde... kaç kere yazmış Uğur Mumcu bunları Cumhuriyet gazetesinde!
Hadi ülkücü geleneğe uzaksın, bu haberin o mecrada küçük bir sinek kadar bile bulantı yaratmayacağını bilemedin... Bari mesleğine yakın olabilseydin, yaptığın işin hakkını verebilseydin. Ne oldu yani şimdi... Hakkında yazılanlar, boynuna vicdansızca asılan “itirafçı” yaftası Pehlivanoğlu’nun gencecik yaşında suçsuz yere idam edildiği gerçeğini mi değiştirdi?
Bakın MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın ne oldu bu habere ilk tepkisi:
“Bunun yeni bir belge şekliyle takdim edilmesi yanlış hatta kasıtlı! Ülkücü hareketi lekeli gibi göstermeye çalışmak Marksist anlayışın geleneğinde var. Kavgalarını hâlâ bitirmediler. Hâlâ ülkücü hareketle ilgili problemlerini bu tip sahte belgeler üzerinden sürdürmeye çalışıyorlar...”
Anlayacağınız bu habere imza atan kişi, ideolojik bir husumetin, bitmez bir kinin maşası olmaktan öte bir arpa boyu yol gidemedi.
Pehlivanoğlu şehidimizdir
İroni şurda ki...
PKK itirafçılarının ağızlarından akan pislik deryasında boncuk bulmayı umanlar... “Ben bir zamanlar darbe ortamı yaratmak için gençlere şöyle bomba patlattırırdım...” diye kitap yazıp, itiraf ticaretine soyunanlar... Gammazcılar, ihbarcılar, kişiler bir yana “dava”larını bile satanlar... Şimdi bu haberi siper edip günahlarına, “aaaa itirafçıya bak” demeye hazırlanıyorlar.
Tamam... Yeterlilik sınavı yapalım öyleyse; bakalım özgeçmişi “ilk taşı atmaya müsait” olan kaç kişi çıkacak içinizde?
İşin habercilik boyutunu bir yana bırakıp, elimizi vicdanımıza koymak gerekirse, Pehlivanoğlu’na “utanç” olarak atfedilen, o günleri yaşamış hemen herkesin gerçeği. Mesela İstanbul Milletvekili Atila Kaya diyor ki:
“İdama gidiyorsunuz, tam o sırada biri çıkıp diyor ki “Seni kurtarırım ama...” Hepimiz yaşadık, bana da yaptılar aynısını. İdam almıştım, “Gel bu kanundan yararlan...” diye baskı yaptılar. Mustafa Pehlivanoğlu bizim şehidimizdir. Ve gerçek duyguları idam sehpasına giderken söyledikleridir. Bir insanın son sözleri gerçek duygularıdır ondan ötesi olmaz.”
O mektubu yayınlasanıza
Pehlivanoğlu’nun avukatı Şevket Can Özbay da tepkili haberin sunuluş tarzına:
“Hepsi milliyetçileri küçük düşürmek için!”
Radikal’in “pişmanlık” ve “itiraf” kavramlarını öne çıkararak verdiği haberin perde arkasını şöyle anlatıyor Özbay:
“Mustafa “Suçum yok. Silah kullanmadım, ateş etmedim” diyordu. Suçsuzluğu anlaşıldığında, idamı kesinleşmişti. Babası ve ben o gün sabahtan akşama kadar Sıkıyönetimde adam kovaladık. Nurettin Soyer idamı durduracağına söz verdi. Okuduklarınız onun zorlamasıyla söylenmiş suni sözlerdi. “Birşeyler söyle de idamı durduralım” diyerek Pehlivanoğlu’na tuzak kurdular. Oyun oynadılar. Mustafa aynı gün idam edildi.”
Özbay, “İlla Mustafa’ya ait bir mektup sergilemek istiyorlarsa, Tayyip Erdoğan’ın burnunu çeke çeke okuduğu!, idamından hemen önce ailesine yazdığı o son mektubunu sergilesinler” diyor.
“İtirafçı” olarak konumlandırmaya çalıştıkları Mustafa Pehlivanoğlu idamından dakikalar önce yazdığı o mektupta bırakın “pişmanlık” ifade etmeyi, tam tersine “Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır, Mustafa’lar ölür Allah davası ölmez” diye veda ediyor ailesine!
Oluşturdukları “Utanç Müzesi”nde Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Erdal Eren’e ait özel eşyalarla birlikte, -artık ne alakası varsa “darbe”yle, “1915 Olayları” ve “Dersim katliamı!”na ait fotoğrafları da sergileyen Devrimci 78’liler Federasyonu’na nacizane bir tavsiye: Madem “utanç vesikaları” lazım sergilemeye...
Alternatif sergi
“Tam bağımsız Türkiye”ye doğru attıkları her adımın bedelini, “insan”ın ne bedenen ne de ruhen katlanmasına imkan bulunmayan ağır işkencelere maruz kalarak, binlercesi canlarından olarak ödeyen o gençleri mezarlarında rahatsız edeceğinize;
Mesela “iki taraf” çatışsın diye kendi arkadaşlarını öldürüp, suçu da milliyetçilerin üzerine atanların ellerindeki kanı silmek için kullandıkları paçavraları sergilesenize...
Emperyalizmin en sadık hizmetkarları oldukları halde, yıllardır “Darağacında üç fidan” edebiyatının telif ücretine konanların “dava”larını satarken imza attıkları bol sıfırlı sözleşmeleri sergilesenize...
Soros’dan fonlanan Amerikan propagandisti “sosyalist!”lerin maaş bordlarını...
İlle de “itirafçı” lazımsa; “tarafsızlar koğuşu”nda kalanların tam listesini...
Bu ülkenin gençlerini sokağa sürenlerin, kurşun seslerini dinlerken yudumladıkları viski kadehlerini sergilesenize...
Malzeme mi arıyorsunuz; çok...
Hiç yoksa herbirinizin evlerindeki “ayna”lar yeter “utanç duyulası zamanları” yansıtmaya... Sonuçta utanmak için “aynaya bakmak” yetmeli size!
“NATO Savunma Sistemi” diye yutturmaya çalıştıkları “Füze Kalkanı” ABD’nin işgal payandası...
İslamcı basın İsrail’e siper olmaya razı mı
Sızan bir belgeden öğreniyoruz ki, 18 Eylül 2009’da Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bütün büyükelçiliklere bir mesaj yollamış:
“Başkan (Obama), İran’ın muhtemel tehdidine karşı füze savunma sistemi kurulmasını kabul etti” demiş.
Beş ay sonra da ABD Savunma Bakanı Robert Gates, ağız yoklamak için Türkiye’ye gönderilmiş.
Tarih: 16 Şubat 2010...
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile görüşmüşler.
Gönül, baş başa görüşmede, (Hükümetin kamuoyuna verdiği mesajın tersine), “Hazırız” mesajını vermiş.
Bu görüşmeyi Washington’a nakleden Ankara’daki Amerikan diplomatı şu notu düşmüş:
“(Bakanın) İran’ın Avrupa için bir tehdit olabileceğini kabul etmesi, söz konusu tehdidi hafife alan daha önceki Türk söylemlerinden ayrılmaktadır.”
***
Güngör Uras’ın isabetle hatırlattığı gibi Türkiye, 1961’deki Küba Krizi’nde de topraklarındaki Jüpiter füzelerinden de yine tesadüfen haberdar olmuştu.
Bu kez de İran’a karşı Batı’nın yeni savunma konseptinde görevlendirildiğimizi, kazara sızan belgelerden öğreniyoruz.
New York Times, “ABD’li generaller memnun” diyor.
Wall Street Journal “Anlaşma İran ile Türkiye arasında gerilimi artırabilir” yorumunu yapıyor.
Türkiye kamuoyu ise tartışmıyor bile...
İsrail’le Mavi Marmara dalaşı haklı olarak ön plana çıkarken, Türkiye’nin doğu komşusuna karşı kendini bir yerde İsrail’e kalkan etmesi hiçbir tepki yaratmıyor.
***
Böylesi bir adımı, “Ama resmi belgelerde İran’ın adı yok ki” diye savunmak mümkün mü?
Hepimizi hedef haline getirecek bu kadar önemli bir kararı, ne Meclis’e ne millete hesap vermeden, bir gece yarısı açıklamasıyla geçiştirmek mümkün mü?
Asıl soru İslamcı basına: İran hassasiyeti, İsrail husumeti neden burada devrede değil?
Can Dündar / Milliyet
“İsrail’le savaş”ın kurmayı Abdurrahman Dilipak olsun
Savaş çıkarsa amiraller hapiste...
Savaş filosu, denizaltı filosu, çıkartma filosu, Akdeniz Bölge Komutanı... Deniz Kuvvetleri’ni yöneten deneyimli tam 17 amiral içeride... Bu durumda iş; insanları “Bindirdim kayığa, mevlam kayıra” diye gezi gemisine yükleyip İsrail’e doğru gönderen Abdurrahman Dilipak gibilerin kurmaylığına kalıyor...
Başkumandan ise Abdullah Gül...Başkumandanın askerliği dört aylık kısa dönem...
Devlet bir kez ciddiyetini kaybettiğinde... Ve İsrail ile savaşın eşiğine gelindi (!) denilen şu günlerde, dört aylık kısa dönem Başkumandan’ın, kıbleye hesabı ile parmağını uzatıp “Ordular ilk hedefiniz...” demesi halinde...
Arnavutluk’a mı gider donanma?..
Pendik’e mi çıkar?.. Allah muhafaza...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Şahap daveti...
Sistemin daha önce Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne monte edilmesi gündeme gelmişti. 2500 kilometre menzilli İran Şahap füzeleri ne Polonya ne Çek Cumhuriyeti’ni vurabiliyor. Buna rağmen her iki ülkede halk, füze kalkanının ülke güvenliğini tehlikeye atacağını öne sürerek yoğun gösteriler yaptı. Rusya’nın da itirazıyla proje gerçekleşmedi. Türkiye ise bırakın füzeyi, İran topçusunun bile atış menzili içinde. Buna rağmen gönül rahatlığıyla füzelere kucak açmış bulunuyoruz.
Halkımızdan ise ne bir ses var, ne bir nefes...
Melih Aşık / Milliyet
Kim ne diyor
Nato vurmasın diye Libya’ya savaş gemisi gönderip, vurmamız...
İnsanlarımızı vuran İsrail’e,vururum deyip, sakın başkası vurmasın diye füze kalkanı döşememiz gibi bi şey yani.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Kalkan İran saldıracağı için değil, İran’a saldırabilmek için kurulmaktadır.
ABD’nin İsrail’in güvenliğini alrak İran’a saldırabilmesi içinde Türkiyenin cepheye sürülmesi gerekmektedir.
Mehmet Ali Güller / Aydınlık
İsrail demek biraz da Amerika demektir.
Türkiye babayiğittir babayiğit olmasına ama henüz Amerika ile savaşa girmeye yeltenecek kadar babayiğit değildir.
Ahmet Hakan / Hürriyet
İsrail’in bölgedeki karakolu haline getirilen Türkiye, savaş taşeronluğunda direkt hedefe konulacaktır.
Türkiye ve İslam dünyası da “AKP Davos’ta İsrail’e posta koydu” diye kendini avutup uyumaya devam etsin...
Yıldıray Çiçek / Ortadoğu
Kendiniz için tehdit içermediğine inandığınız komşunuzun bahçesini gözetleyen bir kamera yerleştirmek sıkıntı getirmeyecek midir?
Abdullah Muradoğlu / Yenişafak
Günün komiği
İsrail’in bundan sonra Orta Doğu’da işi çok zor. Demokratikleşen yönetimler ABD tarafından çok daha zor satın alınacak!
Koray Çalışkan / Radikal
(Not: Biri, Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında “hocalık” yapan bu arkadaşa Orta Doğu’daki sözüm ona “demokratikleşme” hareketlerinin sponsorunun ABD olduğunu ve bunu sağır sultandan başka herkesin duyduğunu söylemeli...)