Utanma, sen Türk olamazsın

Densizliğin daniskası
Utanma, sen Türk olamazsın

Gökhan Özgün’ün Büyük Zafer’in 86. yıldönümündeki ibretlik ifadeleri: Türk olmaktan utanıyorum.
Tükürükte boğulmuşuz. Türklükte boğulmuşuz!

Özgün orduya kinini askerin gurur gününde kustu. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Koşaner’in sözlerini önce ’tükürüğe’, sonra ’Nişanyan’ın dışkısı’na benzetti. “Yarabbi şükür” diyeceksin Gökhan. Satırların biz de karşılığı olamayacak kadar düşük! Biz “teşhir” edelim, dileyen dilediği gibi yorumlasın: “ Yeni Kara Kuvvetleri Komutanımızın söylediklerine bakın. Küresel güçler tarafından kurgulanan ve medya, bazı akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplum örgütleri içine yuvalanan post-modern tabakanın propaganda ve etki ağı; ulusal birlik, ulusal değerler ve güvenlik parametrelerinin zayıflatılması ve çözülmesi yönündeki gayretlerini sürdürmektedirler.
Bu, yine tam suratımıza isabet eden, ve/fakat gelmiş geçmiş en büyük, en dolgun tükürük. Bu konuşmanın dünya çapında bir ’skandal’ olması gerekiyor. Bu konuşmayı dünyaya teşhir etmek gerekiyor.

Tükürüğe alışığız. Normaldir diyip geçelim. Ama olmuyor, tükürüğün kıvamı kalınlaşıyor. Nüfuzu derinleşiyor. Alanı genişledikçe genişliyor. Asker geri çekileceğine, ileri gidiyor. O kadar ileri gidiyor ki, size geri çekilecek hiçbir yer bırakmıyor.
Koşaner’in bu konuşması sıradan bir ’muhtıra’değil. Asker kendine düşman belirlerken, ulusal güvenlik sınırlarını çizerken hiç bu kadar ileri gitmemişti.
Ben düşünce ve ifadeye bu kadar kapsamlı ve geniş bir müdahale çabası görmedim, duymadım. Ordumuz ’yuvalanan post-modernizme’ savaş açmış. Dünyanın en büyük ordularından biri post-modernizme savaş açtı. Kötü bir şaka mı? ’İlerici’ ordumuz ’yeni’ olana savaş açmış.
Ben Türkiye’de ’geleceğe’ ismi konarak savaş açıldığına, mücadelenin bu kadar genişletildiğine, bunun bu densizlikle ifade edildiğine, ilk defa şahit oluyorum.
İnsani tepkiyi bir tek bu gazete veriyor. Yasemin Çongar veriyor. Söylenenlerin insanlığımıza bir hakaret olduğunu bir tek Taraf gazetesinde hissedebiliyorsunuz.
’Gelecek duygusu’ insani bir haktır diye avazı çıktığı kadar bağıracak başka birileri yok mu bu memlekette?
Suratımıza fırlatılan ancak bütün haşmetiyle bir kavanozun içinde durduğu zaman mı birilerini rahatsız ediyor?
Sevan Nişanyan’la karısı arasındaki mesele bir türlü iki kişi arasında kalamıyor da, bu mesele orduyla milleti arasında ’sembolik’ ve mutat bir ’atışma’ olarak mı tarihe geçecek?
Bu tacizin diğer tacizlerden elle tutulur, gözle görülür, kokusu alınır, çok büyük bir farkı olduğunu anlamamız için bize kaç kavanoz gerekiyor?
Kendimi gelmişimden geleceğime aşağılanmış hissediyorum.
Türk olmaktan utanıyorum. Tükürükte boğulmuşuz. Türklükte boğulmuşuz.
Gelecek duygumuza, geleceği yoklayışımıza, geleceği karşılayışımıza, yani herşeyimize tecavüz edildiğinde bunun adı ’asker yine siyasete müdahale etti’ oluyor. O kadar. O kadarcık.
Halbuki vatandaşlığımızla oynamaktan çoktan geçilmiş. Açık açık insanlığımıza meydan okunuyor.
Gökhan Özgün / Taraf

+++++

Mandacıya her gün bayram, yeter ki ”millli“ olmasın
Gayrımilli yas(!) günü

Taraf’larla Vakit’çilerin dili, vatan topraklarının
işgalcilerden geri alınışının sembol tarihi 30 Ağustos’u
kutlamaya varmadı

Yeniçağ’ın 30 Ağustos nüshası her satırında büyük zaferin mirasını taşıyordu.
Kirli bilgi servisinin üst düzeyde olduğu dönemde, ordumuzun yıpratma kampanyalarının değil, Türk milletinin gayelerinin dayanağı olduğunu vurguluyordu sürmanşetinde.
Muhiddin Nalbantoğlu, 30 Ağustos’un ’sömürgeler devrinin sonunu getirdiği’ni dünya tarihinden örneklerle anlatıyordu.
Bu yazının yanındaki ”Sömürge Adaleti“ manşeti, egemenliğini devretmeye hazır, paryalaştırılmış toplumların Irak’la belgelenen zavallığını ortaya koyuyordu.
Bu ‘bayram günü’nde gazeteleri elimize aldığımızda göğsümüzü kabartacak, bayrak kırmızısıyla içimize dolacak sayfalar görmeyi umduk.
Olmadı.
‘Beş kilo vermiş Aysun Kayacı’nın bacaklar fora hali, Ramazan promosyonları, hatta ABD’nin ilk siyahi ”first lady” adayı’ bile Atatürk’ten ’büyük’tü.
Esir, mazlum milletlerin efsanevi başkomutanı Gazi Mustafa Kemal’in emperyalizmle mücade ederek kazandığı ünvan, dünyanın en emperyal lideri olmaya aday olan adamın üzerine daha büyük puntolarla yapıştırıldı dün!
Türkiye uzun zamandır 30 Ağustos’u ilk defa askerine bu kadar mesafeli ’andı’. Ordu bu ’kutlama’ gününde ’sniper tipi kalemler’le vuruldu.
Türkiye’yi yönetenlerin gazetesi Yeni Şafak, Atatürk ve komutasında savaşmış askerlere minnet sunulan günde mikofonu, ’bebek katilinin sağlık garantörü Mazlum-Der’e uzattı:
Org. General Başbuğ’un açıklamaları insan haklarına aykırı!
Büyük Zafer’i yok sayan Vakit’te, Hasan Karakaya Genelkurmay ile akredite hesaplaşmasını sürdürdü. Her Allah’ın günü şehit verdiğimiz şu günlerde, o kutsal makamı bile ezip geçerek PKK ile mücadeleyi inandırıcı bulmadığını söyledi.
Karakaya’nın terörle mücadele kanaatinin ’akredite çetelesi’ne değil, ’şehitler listesi’ne bakarak oluşması ne anlamlı olurdu.

+++++

BAĞIMSIZLIK DAMARI

“Bütün umudum
gençliktedir”

Bugün Türk ulusu kılcal damarlarına kadar dışa bağımlıdır.. Emekli maaş zamlarını bile IMF’den izinsiz kararlaştıramıyor.
Üstelik ulusal onur, bağımsızlık, demokrasi gibi değerleri savunan insanlar kâh dinazor, kâh statükocu diye suçlanmakta, ulusalcılık yasak kavramlar arasında sayılmakta, sömürgeci ülkeler ve onların işbirlikçilerine karşı duranlar kendi ülkelerinde suçlu muamelesi görmektedir... Emperyalist çıkarlar ulusal medyanın büyük bölümünü ele geçirmiştir. Kafalar karıştırılıyor. Şeytana pabucu ters giydiriliyor. Büyük soygun ve karanlık gelecek parlak lafların ardına gizlenerek tezgâhlanıyor...
Her şeye rağmen bu ülkenin onurlu ve bağımsızlıkçı damarı ölmüş değildir... O bayrağı taşıyacak yürekli ve bilinçli gençler de dalga dalga geliyor... Bağımsızlık ve onur bayrağını kuşkusuz
onlar tekrar
yükseltecek...
* Melih Aşık / Milliyet

+++++

Ellerin
dert görmesin!

“Gazetecilik bitti”

Spor basını Galatasaray’ın yeni Teknik Direktörü Skibbe’nin eşinin Türk olduğunu, 2.5 ay sonra öğrenip suçun bu ‘ulaşılmaz’ bilgiyi saklayan kulüpte olduğunu iddia edince Uluç dayanamadı: “ Yahu haber artık, gazetenin, muhabirin işi mi?.. İhlas Haber Ajansı iki kelime konuşsalar, bir de resmini çekseler, tam sayfa verirlerdi, her zaman yaptıkları gibi ajans röportajını.. Sonra kulüplerin resmi siteleri var. Hatta sporcuların.. Spor adamlarının.. Oraya koysalardı da, benim acar muhabirim sabah masasına oturup bilgisayarın başına geçince habere ulaşsa, olmaz mıydı?. İlle de muhabir zahmet edecek.. Taa anasının nikâhındaki kulüp tesislerine gidecek.. Oradan haber çıkaracak da yazacak.. Ölme eşeğim ölme.. Yazık değil mi çocuğa?.. Gazetecilik bitti.. Bitti!.. Niye adam bunca zahmete girsin ki.. Masasının, bilgisayarın ve telefonun başında gün geçirip ay başında tıkır tıkır maaş alırken, kendisinden hiçbir şey istenmez, hiçbir şeyin hesabı sorulmazken niye zahmet etsin ki.. Şimdi sor bakalım Sevgili Ertuğrul Özkök’e.. Ben Ergun Babahan’a sorayım.. Sedat Ergin’e, Serdar Turgut’a, Tayfun Devecioğlu’na soralım.. Gazetecilik adına bu yüz kızartıcı durum ortaya çıktığında biri, Spor Müdürünü çağırtmış da “Nedir bu rezillik” demiş mi? Merak etmeyen, aramayan, bulmayan adamdan gazeteci olmaz. Gitsin kalem efendisi olsun, 9-5 çalışıp otursun, sallayıp başını alsın
maaşını..”
Hıncal Uluç / Sabah

+++++

“İş” birliği sorunsalı
Suudi Arabistan Tarım Bakanı Yardımcısı Financial Times’a demeç verdi... Kendi memleketlerinde su olmadığı için, “buğday, pirinç, mısır gibi stratejik gıda ürünlerini yetiştirmek amacıyla, Pakistan ve Türkiye’de 100 bin hektarcık arazi ayarlayacaklarını” söyledi.
Kendi kendimize yetiştirip, Suudilere ihraç etmek varken, neden “işbirliği” yapıyoruz? Veya... Arabistan’a yetecek kadar bile tarım arazimiz varsa, neden elálemden tarım ürünleri ithal ediyoruz?
Suyu yok diye buraya geliyorsa Arap... Niye petrol kuyusu vermiyor bize orada?
* Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++++

MİNİ YORUM
Ölüm adın kalleş olsun
Bir gazetenin manşetiydi; “asker uğurlamasını toplumsal cinnete dönüştürmeyin”. 10 bine yakın şehit vererek düşmanı defedişimizin sembolü olan 30 Ağustos’ta, 40 bine yakın şehit verdiğimiz ‘bölücüleri defetme mücadelesi’ne dahil olmak için yarışıyordu gençler. “Nasıl bir yürek” diyebiliyorken sadece, şehadeti türlü halde yaşayanlar adına fazlasını söyleyebileni tanıdım. Diyordu ki, “benden ne kalmıştır söyleyeyim; herşeyden (birşey), birşeyden (hiçbirşey)... Ve her ölüm genç ölümdür, ölüm adın kalleş olsun!

ST

Yazarın Diğer Yazıları