Üretmek suç oldu
Medya Polemik’le aramıza sınır çektik ama meraklanmayın, Pazar geleneğimiz devam ediyor. Hafta sonları yine söz sizde.
***
65 yaşında bir fındık üreticisi Cemil Kahraman, 40 yıllık daktilosuyla Ordu, Ulubey’den yazmış:
“Ölmeden ölmek, yaşarken ölmek, diri diri mezara girmek dedikleri fındık üreticileri ve tasfiyeye doğru yol alan Türk tarımı için söylenmiş olsa gerek diye düşünmeden edemiyor insan. Ben küçük çaplı bir fındık üreticisiyim. Ata baba geleneğini sürdürmek ve yaşatmak, aynı zamanda da bütçeye KDV üretmek görevini sürdürmek koşuluyla, ellerimizi diken yırtıyor, ısırgan otu yakıyor, oruçlu oruçlu üstten güneş alev gibi yakıyor. Başka çaremiz olmadığından bu azabı çekiyoruz. Ya Rab şu idarecilerimiz hidayete gelse de bizim bir ton fındığa aldıkları bir aylık maaş bedeli kadar para verseler, verdirseler diye iç çekiyor, dualar edip duruyoruz. Lakin gerçekle yüzleşince üretmez olaydık, yanmaz yırtılmaz olaydık.
Şuna inanmak istemezdim ama; durumları gördükçe inanmamak elde değil diyoruz. Türk yurdunda, Türk coğrafyasında üretmenin ceza gibi olduğunu öğrenmiş olduk.
Azotlu gübreyi bizlere Tarım Bakanı vermiyor, paramızla alıyoruz. Hayvansal gübreyi paramızla veriyorlar. Zararlı parazitlerlerle mücadele ilacını paramızla alıp vuruyoruz. Bahçeleme ve budama işlemlerini yapıyoruz, amelelik ücretini veriyoruz, ayıklama işlemi yaptırıyoruz, hepsi cepten nakit paramızla. Bu kadar uğraşların ve masrafların sonucu fındığın kilogramının maliyeti üreticiye 5-6 liraya tekabül ederken aynı üretici geçen sezonun tam yarı fiyatı olan 4 liraya fındık satarsa, bir de üstüne üstlük stopaj vergisini de peşin öderse bütün bunları hangi vicdanla hangi insafla bağdaştırabiliriz?
Siyasilere oy deposu Ordu ile Giresun’lu fındıkçı insanlar “ilahi adaletin gazabına” mı uğramışlardır?
Türkiye’nin ihraç edebileceği tek ürün olan fındığın bu kadar sahipsiz bırakılması kapanın elinde kalması tesadüf mü?
IMF kapılarında borç dilendiğimiz yıllarda Türkiye’nin fındık ihracatından net kârı 2 milyar dolardı.
Yalvarıyorum ilgililere tüketim politikasından vazgeçin, bir an önce öz kaynaklarımızı harekete geçirin.”
+++
Toplu katliam
Kurmay Albay Mustafa Önsel’in Balyoz Davasının karar duruşmasındaki “Türk askeri sadece Şemdinli’de şehit edilmedi. Sadede Şırnak’ta şehit edilmedi. Sadece Bingöl’de şehit edilmedi. Türk ordusu Silivri’de de şehit edildi...” sözlerine atfen yazmış Haluk Akçay:
“Yanlış. Türk ordusu Silivri’de de şehit edilmedi, toplu halde katledildi.”
+++
Stalin mahkemesi olmaz mıydı
Cihangir Yılanlıoğlu, Taha Akyol’a soruyor:
“Stalin mahkemelerinde avukatlar olsa ama sundukları deliller dikkate alınmasa, bilirkişi istekleri reddedilse, Temyiz mahkemesi de olsa ama hakimleri Stalin’in hoşuna gitmeyecek hiç bir karar vermeyi akıllarından bile geçirmeseler, Yargıtay olsa ama hakimleri Stalin’in belirttiği görüşlerine aykırı olacak bir karar vermekten ödleri kopsa, o mahkemeler Stalin mahkemesi olmaktan çıkar mıydı?
Bizimkiler “Stalin Light”...”
+++
İzlemeye devam edin
Devir “ileri demokrasi” devri olduğundan adlarını veremiyor kimi okurlarımız. Onlardan biri İ.D. , Ankara’dan yazıyor:
“28 Eylül 2012 tarihi Kanal D ana haber bülteni, saat 19.28...
Mehmet Ali Birand habere şöyle giriyor:
-Sayın Başbakan alınmasın, bu bir eleştiri değil, yalnızca bir tespit.
Fatih Sultan Mehmet köprüsünde çalışma bitti ama sıkıntı bitmedi.
Ama bu tespit bizim değil. Biz tespit etmedik, onlar tespit ettiler... İstanbul Üniversitesinin... Bakın neyi tespit ettiler...
Meğerse gişe sayısı azaltılmış, ama bunu üniversite tespit etmiş, muhabir tespit etmemiş. Olur da “muhabir nasıl bir aksaklık tespit eder ve siz nasıl verirsiniz bu aksaklığı” diye sakın ola bize sormayın... Biz tespit etmedik...
Taha Akyol’dan sonra benzer bir diğer vaka...
Ne kadar onurlu, kişilikli bir duruş... Ülkemin gazetecilerinin, basının ne hale geldiğinin baskın bir diğer örneği... Ne denir ki...”
+++
Solaklar şeytanın avukatlığına soyundu
Yeni Bahar dergisinde yayınlanan ve “sol elin zararları”nı anlatan yazıya gösterdiğim tepki üzerine teşekkür için yazmış Halit Emre Koç. “Kendim de bir solak şimdi kelimenin gerçek manasıyla “şeytan”ın avukatlığını yapacağım” diyor ve devam ediyor:
“Hepimizin bildiği kadim hikayeyi bir kez daha anımsayalım:
Tanrı, bütün meleklerini huzuruna çağırır, çamurdan yarattığı insana secde etmelerini ister. Hepsi de bu emre itaat eder; biri hariç... Ateşten yaratıldığından ya da kibri olduğundan mütevellit(!) o bu emrin anlamını sorgular.
“Neden?” der.
Sonrasında gelişen olaylar neticesinde ne o emre itaat eder, ne de secde...
Cehenneme mahkum edilip huzurdan kovulurken şöyle söyler:
“Bir gün bana tercih ettiğin bu ademin (insanın) aslında ne olduğunu sana göstereceğim.
Cennetten kovulan Adem ile Havva’nın hikayesini biliyoruz zaten (malum elma meselesi).
***
Şimdi günümüze dönüp baktığımızda, çocuk istismarcıları, rüşvetçiler, hırsızlar, yalancılar, sahtekarlar, savaşlar, vahşet, kan, gözyaşı... %90’ını “makbul ve muteber” sağlakların oluşturduğu dünyamız ve halimiz bu işte! Günahsız oldukları için “solak’’ın bile dokunmadığı(!) çocuklara yapılanlar ortada. 13 yaşında para ile satılan, 26 kişinin tecavüzüne uğrayan, dövüle dövüle öldürülen, kurşunlanan, organları satılan melekler dolu etrafımız.
Peki tüm bunları yapanların öbür tarafta cezalandırılacakları yer neresi?
Huzurdan kovulanın beklediği sıcak memleket!
(...) Unutmamak gerekir ki biz insanlar bir zamanlar çamur, huzurdan kovulan ise melekti. “Hepiniz aslınıza döndürüleceksiniz” ayetini eksik mi yorumluyoruz acaba?”