Unutulan deprem: Asrın felaketine doğru 1
Geçtiğimiz hafta memleketim Maraş’taydım. Depremin üzerinden sekiz ay geçti. Birkaç aylık aralarla geldim. Ata yurdumu, çocukluğumun geçtiği şehri merak ediyor, gelişmeleri yerinde görmek istiyordum. Hem de arkadaşlarımı, dostlarımı, akrabalarımı gördüm. Onların duygularını paylaşmak hem bana hem de onlara iyi geliyor.
Sadece Maraş’la da sınırlı değil seyahatlerim. Temmuz’daki gelişimde Maraş’ın ilçelerine de gitmiş, yazımı oralardaki gözlemlerimle birlikte yazmıştım. Yazıdan sonra Hatay’daki dostlarımı da ziyaret etmiştim. Hatay depremden en çok etkilenen şehrimiz. Ayakta kalan bina yok denecek kadar az.
Bu sefer de İskenderun’a gittim. Eski CHP Milletvekili Suzan Şahin’le telefonla görüştüm. Kendisini TBMM’de yaptığı konuşmasıyla gıyabında tanımıştım. Deprem sonrası neler oluyor, diye sordum. Bir dokundum ama bin değil binlerce ah işittim. Bir saate yakın o konuştu ben dinledim. Arada bir şeyler söylemeye çalıştım ama çok gerek bırakmıyordu. Hani etrafını cami, ağyarını mâni denir ya tam da öyleydi. Bıraksak daha saatlerce konuşabilecek kadar yüklenmiş bir yürek vardı telefonun diğer ucunda. Benim için de hem telefonla görüşüp hem de telefona not almak çok kolay değildi.
Her açıdan özel bölge: Hatay
Hatay özel bir bölge. Depremin en ağır etkilediği bölge olduğu kadar başka özellikleri de öne çıkıyor. Yoksa depremin yol açtığı dertler hemen hemen aynı. Ancak etki sahası ve şiddeti itibarıyla fark var. Coğrafyanın özel şartlarının da etkisi var. Ama sosyolojik ve siyasi şartların ağırlığı depremle birlikte çok daha ağırlaşmış. Günbegün de artıyor. Bütün deprem bölgesi de tıpkı Hatay gibi, şartların ağırlığı hafifleyeceğine artıyor.
Depremden altyapı çok etkilenmiş. Hatta çökmüş denebilir. İhtimalli konuşmamın sebebi de elimde teknik verilerin olmayışından. Yoksa yaşayanların anlattıkları çok ama çok büyük bir sorunu ortaya koyuyor.
Mesela Suzan Hanım, İskenderun’da kanalizasyon ve kullanma suyunun karıştığından bahsetti. İçme suyu, bütün deprem bölgesinde, zaten, çeşmeden kullanılmıyor. Yani hijyen ve sağlık problemi daha sabah yüzümüzü yıkarken başlıyor.
İskenderun’da yıkımın Antakya’ya nazaran daha az oluşu deprem sonrasını etkilemiş. Arsuz’un nüfusu dört katına çıkmış. Mesela Hatay Valisi İskenderun’da yaşıyor. Devlet görevlilerinin bazıları da öyle. Görevlerini gidiş gelişle yapıyorlar. İskenderun’da evi olanlar ya da ev bulabilenler tabi. Çünkü Hatay’da yaşamak hiç de kolay değil.
Yeni görevlendirilen memurlar için de büyük problem var. Oturacak ev, çocuğunu okutacak okul yok. Bütün deprem bölgesi için teşvik edecek tedbirler alınmalı.
Suzan Şahin, Hatay için özel bir afet yasasından bahsetti. Durum bu kadar vahim diyordu. Anlattıkları içinde Suriyeli meselesine özel önem veriyordu. Suriyelilerin hemen tamamının konteynerlere yerleştirildiğini anlattı. Bu arada hâlâ çadırlarda kalan Türkler vardı. En ufak bir yağmurda, çadır ve konteynerlerin bulunduğu alanlarda su baskınları da oluyordu. İşkur aracılığıyla Suriyelilerin öncelikli olarak istihdam edildiklerini de söyledi.
Bu anlatılanlara bakıldığında Türklere büyük bir haksızlık yapıldığı görülüyor. Haksızlık kadar; Sığınmacılar Hatay’ın geleceği ve Türk vatanının bütünlüğü açısından da büyük bir tehdit oluşturuyor.
Hani devamlı okudukları Necip Fazıl “Öz vatanında parya” diyordu ya. Türkler de öyle galiba(!) Ayrıca, Araplar, Arap olmayan Müslümana mevali derlerdi. Bugün Türkiye’yi yönetenler Türklerin de Müslüman olduğunu unutmuş gibiler (!) veya mevali anlayışı onlarda da hâkim görünüyor!
Dertler çok farklı mı?
Maraş’ta da çok kişiyle görüştüm. Eski Kent Konseyi Başkanı Zeynep Arıkan Özbaş, Mimarlar Odası 2. Başkanı Mustafa Akyol, 42 yıllık jeoloji mühendisi Mehmet Kuruçay, Eski Tabip Odası Başkanı Faruk Atlı’yla sohbet ettim. Hepsine de aynı soruyu sordum. Sorum basitti: “Neler oluyor?” Bu görüşmelerde de kısa kısa notlar aldım. Ancak bu notların tamamını yerimizin sınırlılığı içinde paylaşabilmek pek mümkün değil. Ama olabildiğince aktaracağım.
Deprem bölgesindeki ortak dertlerden birisi orta hasarlı binalara ne olacağının bilinmiyor olması. Sağlıklı bilgi paylaşımı hiç yok. Güçlendirme çalışmalarına yol verilmiş değil. Çünkü ne yapacaklarına kendileri de karar vermemişler sanki. Sohbetler sırasında duyduğum “Ruhsat verilme işini kutsal bir hâle getirdiler” cümlesi çok çarpıcıydı.
Devlet, konutlar için yerinde dönüşüm desteğini başta 500 bin TL açıklamıştı. Haziran ayında verilmeye başlanacaktı. Yapılan açıklamalar öyleydi. Konuştuklarım, daha alan kimseyi duymadıklarını söylediler. 6 Ekim’de de desteğin 750 bin TL’ye çıkarıldığı açıklandı.
Depremden hemen sonra yapılan kalıcı konut ihale rakamlarına bakıldığında da metrekare birim fiyatları yaklaşık 20 bin TL görünüyor. Yani 100 metrekare bir konutun maliyeti 2 milyon lira civarında. Bu rakamlarda enflasyon farkı da yok daha. TOKİ’nin yaptırdığı bu konut hak sahibine teslim edilirken %60’ı devlet tarafından karşılanacakmış. Yani 1 milyon 200 bini hibe. Ama vatandaş konutunu kendi yaparsa hibe 750 bine düşüyor. Bölgedeki insanlar aradaki 450 bin liralık farkın sebebiyle, bu hesabı kimin ve nasıl yaptığını merak ediyorlar. İlk Suzan Hanım’ın bahsettiği bu hesabı diğer konuştuklarım da yaptılar.
Yarın da devam edecek. Depremin etkileri çok büyük, dertler de çok fazlaydı. Yazı ile tam anlatamıyor. Biraz olsun aktarabilirsem gönlüm azıcık da olsa huzur bulur.