Uludere gerçeği!
Bu satırları aklımızın bir köşesine La Rochefoucauld’un, “Hepimizde başkalarının dertlerine tahammül edecek kadar kuvvet vardır” sözünü tutarak okumakta fayda var. “Ateş düştüğü yeri yakar!” diyen rahmetli büyüklerimiz ne kadar haklı imişler.
Ben, Uludere’de 35 kişi devletsizlikten öldü diyeceğim, başka bir şey demeyeceğim. Evet, devlet yol yapar, okul yapar, elektrik getirir, lâkin bütün bunlar devlet hizmetinin geldiği her yerde devletin var olduğunu göstermez. Devlet, bir duygudur, bir sevgidir, bir güç ve kuvvettir. Binlerce yıldır dünyanın dört bir yanına çilek çanağı gibi dağıtışlım Yahudiler, evet, her biri farklı bir devletin içinde yaşadılar ve yaşadıkları devlete biat da ettiler. Lâkin içlerinde hep kendi devletleri vardı. Güç olarak vardı, sevgi olarak vardı, ideal olarak vardı. Üstelik içlerindeki devlet onlara ne elektrik, ne su, ne yol, ne okul getirmiş, ne işyeri açmıştı. Aksine, onların içlerindeki devlet bir gün kendi devletlerinin elektriğini, suyunu, yolunu yapacak, sanayisini kuracak, ordusunu teşekkül ettirecektir.
Devletin varlığı işte böyle bir şeydir.
Türkiye’yi yönetenler ülke insanının aklında, kalp ve vicdanında böyle bir devleti yeşertmeyi başaramadılar.
Sen akıl, vicdan ve yüreklerde böyle bir açlık bırakırsan su uyur fitne uyumaz hesabı birileri bu açlığı zakkumla doyurmak, bu susuzluğu deniz suyu ile gidermek için işte böyle gün yirmi dört saat mesai yapar. Kardeşi kardeşe tebelleş eder.
Bizde bu hastalık ezelîdir.
İkinci Mahmut Hanın Yeniçeri Ocağını kaldırmaya karar verdiği yıllar. Yıl 1818. Padişah, Yeniçerilerin yeni bir isyana hazırlandıklarını haber alıyor. İlk tedbir olarak da, ocaktan yetişip, Anadolu’ya Beylerbeyi ve vali olarak gidenler arasında, bu isyanda parmağı olduğu anlaşılanları tasfiyeye girişiyor. İlk temizlenecek olanların arasında Karahisar Kumandanı İbrahim Ağa var. Bu zat, sabık Yeniçeri ağalarındandır.
Gelgelelim, idam fermanını eline alan Bostancı, Karahisar’ın nerede olduğunu bilmiyor. Gidiyor İstanbul Kadısına soruyor.
İstanbul Kadısı, “Konya’dadır... Var oradan sor!”
deyince, emin olmak için bir de Defterdar Efendiden öğrenmek istiyor.
“Karahisar mı? Beli... Bilürüz... Bursa vilayeti içindedir, git Bursa Paşası’na sor...”
İşin garipliğine bakınız ki o zamanki mülkî teşkilâta göre ne Konya, ne de Bursa’ya tabi olmayan Karahisar’ı bulmak için Bostancıbaşı yakındır diyerek Bursa vilayetine gidiyor. Fermanı alan vali kendi hudutları içersinde Karahisar’ın olmadığını şer’î sicillerle ispat edip Bostancı’yı başından savıyor.
“-Var git, belki Konya’dadır...”
Bostancı soluğu Konya’da alıyor. Konya Paşası da aynı şekilde cevap veriyor:
“- Bizde Karahisar yoktur. Belki başka diyardadır. Allah-ü âlem Asitane-i âliyeden bilirler. Sen hemen İstanbul’a var, Karahisar’ın nerede olduğunu öğren...”
Bu hadise üzerine Cevdet Paşa der ki:
“- Şu karışıklığa bakın ki, Bâbıâli bir adamı idam etmek için ferman yazar. Lâkin bulunduğu sancağın nerede olduğunu bilmez. İşte memleketin ahvali coğrafiyesini bilmeyen vükelânın devleti sürükleyecekleri akıbet budur...”
Yazımızın bir yerinde, “Bizde bu hastalık ezelîdir” demiştik. İnşallah ebedî olmayacaktır. Bütün yaralar sarılacak, bütün vicdanlar sükûna kavuşturulacaktır.
Fert olarak cümlemizin mayasında ve kültür olarak kodlarımızda bunu başaracak her şey mevcuttur.