Ülküye darbe, Ülkücüye infaz
12 Eylül öncesini anlatan yüzlerce kitap, roman, araştırma, program ve senaryo yazıldı. Ancak bunların tamamına yakını tek yanlıdır. Bilindiği gibi o dönemin başlıca iki önemli aktörü vardı: Birisi devrimcileri temsil ettiği -sosyal demokratlıktan Marksist/Leninist/Maoizme kadar uzanan- sol, diğeri de Türk milliyetçilerinin temsil ettiği ülkücülerdir. 12 Eylüldeki mücadele çok genel olarak bu iki taraf arasında geçmiştir. Sol cenah 12 Eylülü ve sonrasında yaşadıkları travmayı filmlerle sinemaya, romanlarla edebiyata, resim ve heykellerle de sanata aktarmışlardır. Türk milliyetçileri ise “devlettir, döver de sever de” ya da “kol kırılır yen içerisinde” anlayışıyla, yaşadıkları ya da uğradıkları zulmü ve haksızlıkları sineye çekmişlerdir. Ülkücüler, Türk milleti aleyhine yürütülen emperyalist projelere karşı verdikleri mücadeleyi, kültürün ve sanatın konusu haline getirmemişlerdir. Bu yönü itibarıyla ülkücü hareket, destanı söylenmemiş, türküsü yazılmamış, filmi çevrilmemiş bakir bir hareket olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Hatıra niteliğinde yazılan bazı kitaplar ve ortaya konulan savunma amaçlı söylemler, ülkücülerin o dönemde katlandığı maliyeti yansıtmaktan uzaktır.
Yavuz Selim Demirağ’ın ‘Darbe ve İnfaz’ adlı anı-belge türü sayılabilecek kitabı, yaşananların anlaşılması bakımından dikkatlice okunmayı hak eden bir çalışmadır. Kitapta anlatılanlar, yalnız dünün değil, bugünün anlaşılmasına da büyük katkı sağlayacak niteliktedir. Bu yönü itibarıyla da anlatılanlar çok önemli bir boşluğu doldurmaya adaydır. Demirağ’ın kitabının devamının geleceği konusundaki açıklamaları da sevindiricidir.
Ülkücü adanmışlığın derecesini göstermesi bakımından kitapta anlatılan birkaç anekdota değinmek yararlı olacaktır: Mamak’ta idam için gün sayan ülkücü Ali Bülent Orkan’dan Muhsin Yazıcıoğlu’na bir not gelir: “Ağabey, benim idamım bir hafta ertelendi. Çok sevinçliyim. Sevincim dünyada bir hafta fazladan kalacağım için değil. Yeni bir Kur’an hatmini bitirmeye fırsatım olacağı içindir” diye yazmaktadır. Yılma Durak, mahkeme heyetinin yüzüne karşı “Bu avukatı reddediyorum... Biz Ülkücüyüz! Bizi ülkücülükten yargılayın” der. Dündar Tanrıverdi, “12 Eylül ruhumuzu yok etti.../...12 Eylül darbesinin sebeplerinden birisi de Türk Milliyetçileri ile Türk milletinin sinesinden çıkan Türk Ordusu arasındaki bağı kopartmak senaryosuydu...”. Burhanettin Semerkantlı’nın “12 Eylül darbesinin olmasına önce çok sevinmiştik. Çünkü cenaze kaldırmaktan yorulmuştuk” der.
Kitapta Demirağ, yaşanan hayal kırıklıklarına da çok özel bir biçimde yer vermiş: “Tarihin bütün safhalarında, ülkesine ve devletine hizmette kusur etmeyenlerin, araba düzlüğe çıktığında arabada olmayışının nedeni” ise “Evi yapan balta, kapının önüne bırakılır” ata sözüyle özetlenmiş.
Kitapta anlatılan yargı ve yaşam hikâyeleri, aynı zamanda itiraflar, isnatlar, ithamlar, idealler, hayal kırıklıkları ve ibretlerin öyküsüdür. İnsan olan herkesin, insan olarak her aradığını daha çok da kendisini içinde bulacağı onlarca olay yer almış. Yalnız ülkücülerin değil aynı zamanda solcu/komünistlerin uğradıkları işkenceler de eserde geniş biçimde anlatılmıştır. Özellikle Mithat Evci’nin, İlhan Erdost’un işkenceyle öldürülmesinin trajik hikâyesi her insanım diyeni sarsacak niteliktedir. Erdost kardeşlerin dramatik hikâyesini anlatan satırlar, işkencenin ideolojisinin olmadığını göstermesi bakımından ibret vericidir.
Teşekkürler Yavuz Selim Demirağ...!