Ülkülerini nadasa bırakanlar
Anadolu coğrafyasından insanın suratına bir tokat gibi inen başta bölücülük, mezhepçilik fitnesi olmak üzere fakirlik ve yoksulluk bütün bu toprakların yüzlerce yıldır bırakıldığı nadastan halâ kurtulamadığını gösterir. Anadolu’da bir vadinin ya da ovanın yamacının eteklerine iğreti biçimde tutunmaya çalışan köy ve kasabaların sakinleri, yaşadıkları toprakları vatan yapamamanın sıkıntılarını yaşarlar. Anlaşılan yer yer yolların kenarlarına serpiştirilmiş mezarlarda sallanan çoğu zaman rengi solmuş ay yıldızlı bayrakla donanmış şehit mezarları, toprağı vatan yapmaya yetmemiş.
Yorulan, yıpranan ve çoraklaşan araziler belirli sürelerle dinlenerek güçlenmesi için nadasa bırakılır. Bir yarımada şeklindeki Anadolu coğrafyasının binlerce yıllık nadas serüveni Türkiye’ye özgü gibidir. Anadolu’yu gezenler yalnız tepelerin, tarlaların, arazilerin değil insanların da kendilerini nadasa bıraktıkları duygusuna kapılır. Her şeye rağmen arazilerin nadasa bırakılması anlaşılır da, vicdanların, kafaların ve ideallerin nadasa bırakılması pek anlaşılır değildir. Yine tembel, miskin ve asalakların kendilerini nadasa bırakması doğaldır da ülkücülerin kendilerini koyvermesi hiç de doğal değildir.
Hele hele Türk milliyetçilerinin bunca olup/bitene karşın kafalarını ve vicdanlarını nadasa bırakmış gibi bir görüntü vermeleri üzüntü vericidir. Katlanılan onca fedakârlıktan, ertelenen onca sevdadan, toprağa verilen onca candan sonra böyle bir imajın Türk milliyetçilerine yakışan bir yanının olmadığını söylemek zorundayız. Bir zamanlar uğruna fedayı can edilen değerlerin, bir takım soysuz unsurlar tarafından adice çiğnenip yok edilmesini seyretmenin savunulur yanı yoktur. Büyük bir vurdum duymazlık içinde milleti millet yapan ne kadar değer varsa hepsinin hallaç pamuğu gibi atılmasını, milli damarların alenen ve hayasız bir şekilde koparılmasını seyretmek çok vahim bir psikolojik vakıadır. Anadolu coğrafyasında gençliğin yabancılaştırılmasından, toprağın yabancılaştırılmasına kadar uzanan bir yelpazede akla gelen ne kadar değer varsa hepsi haraç mezat ticaret pazarına sunulmuştur. Din olarak İslam, Hıristiyanlık karşısında, değer olarak namus, zina karşısında, kavram olarak milliyetçilik, bölücülük karşısında küçük düşürülmüştür.
Milli dava mensuplarının sayısı ne kadar az, sebepleri ne kadar meşru, durumları ne kadar vahim olursa olsun onların bu denli suskun kalmaları kabul edilemez. Hele hele bir ülkücünün birlikte yola çıktığı kimseleri yolda bırakmış, toprağın altına koyduklarını orada unutmuş, ciğerlerini patlatırcasına ettiği yeminleri, söylediği marşları hatırlayamaz duruma gelmiş olması hiç kabul edilemez.
Ülkücülerin lügatlerinde düşmandan merhamet, adiden soylu davranış dilenmek gibi bir gelenek yoktur. Milliyetçilerin hukuklarını yalvararak, alçalarak ya da dilenerek koruduklarının tarihte örnekleri de yoktur.
Yorgunluk, kırgınlık, dargınlık, bıkkınlık ve bitkinlik gibi kelimelerin ideallerle bir arada bulunması söz konusu olamaz. İdealler, yaşayan bir organizma kadar diri, gökkube kadar iri olmak zorundadır. Dirilik zihnen ve bedenen beslenmeyi zorunlu kılar. Değişen, gelişen, dönüşen ve başkalaşan dünyaya hükmetmek ona aynı hızda tepki vermeye bağlıdır. Verilecek tepkinin kalitesi “her dem yeniden doğmasını” becerebilmek yeteneği ile yakından ilişkilidir.
Türk milliyetçilerinin ideallerini nadasa bırakmak gibi bir lüksleri olamaz. Tuna aşıldıktan, egemenlik kaybedildikten sonra kimin haklı olduğunun bir anlamı da yoktur. Diğer yandan haklılığını yandaşlarına dahi kabul ettirmekte zorlananların davranışlarını sorgulamak gibi bir mecburiyetleri de vardır. Mevcut haline mağrur olarak bir zamanlar uğruna baş koydukları idealleri küçümseyenler; konforu karşılığında onurunu rehin bırakanlardır. Sözümüz beynini, idrakini ve vicdanını, egosunu yabancı emellerin ya da iktidarın aracı haline getirmemiş olanlaradır. Beklentimiz, bölücü ve işbirlikçilerinin topyekûn saldırdığı bir zamanda ülkücülerin gözlemciliği bir kenara bırakarak mensup oldukları safları güçlendirmeleridir. İdeallerin nadas haline son vermeleridir. Bu işin yarını yoktur da ondan...