Ülkücü, hangisini öldürsün?
Geçtiğimiz akşam ülkücü hareketi kılcal damarlarına kadar bilen, Rahmetli Başbuğ’un tedrisatından geçmiş, devleti çok iyi tanıyan, 40 küsur yıllık bir kardeşimizle, dört saate yakın bir “beyin fırtınası” gerçekleştirme şansımız oldu.
Neler tartışmadık ki!
Ve bir dinlenip çay yudumlama safhasında söz döndü dolaştı, Türkiye’yi şu günlerde yönetmekte olan “lokomotif siyasi damarın” 1970’lerdeki tavrında odaklaştı. O damar o yıllarda özellikle üniversitelerde ülkücüler hâkimse ülkücülerin, solcular hâkimse solcuların kanatları altında varlıklarını sürdürür; ülkücülerle tartışırken, “Önce Türk müsün, Müslüman mısın?” diye sorar, ortaya öyle bir problem atarlardı ki, çözebilene aşk olsun.
“- Diyelim ki dalgaları azgın bir denizde bir sandalın içerisinde ülkücü olarak sen, Müslüman bir Arap ve Müslüman olmayan bir Türk var ve sandalın batmaması için Müslüman Arap yahut Müslüman olmayan Türk’ten birinin atılması lâzım. Sen denize hangisini atarsın?”
O çocuklara bu formatta bir soruyu “mevzi ve taraftar kazanmak için” servis eden mihraklar meğer ne kadar haince bir tuzak kurmuşlar, insan bunu o kaotik ortamdan bir çeyrek asır uzaklaştıktan sonra ancak fark edebiliyor. Mesela, niçin, “Müslüman bir Alman” diye değil de, “Müslüman bir Arap” diye soruluyor? Öyle ya, kastın madem “din kardeşliği” niye ille de Arap? Niye Müslüman bir İngiliz, Müslüman bir Amerikalı değil? Sorunun “Arap” formatı ile sorulması bile tezgâhın gerisinde İslâm dışı unsurların olduğu hissini uyandırmıyor mu sizde? Türk’le Müslüman Arap’ı karşı karşıya getirme tezgâhı, yani, İngiliz’in kadim oyunu. Hadi Haçlı ebedî hedefine kilitlenmiş, bu oyunu oynadı. Bu gençlerin önünde hiç mi bu toprakların adamı bir Müftü yoktu? Varsa, niye çıkıp, “Etmeyin çocuklar, cümleniz kardeşsiniz, ille de böyle bir soru soracaksanız, bari işin içine Arapları katmayın” niye demedi?
Ayrıca..
Bu soruyu soran siyasi damara mensup gençler ve onların ağabeyleri kendilerini “şeriatçı” yani İslâm’ı en iyi bilen ve yaşayanlar olarak görür, hissederlerdi. Saygı duyarım duymasına da, kendileri böyle bir soruya nasıl cevap verirlerdi acaba?
Elbette, “Ben Müslüman Arap’ı kurtarırım, çünkü din kardeşliği her türlü kardeşliğin önünde gelir” diyerek işin içinden gönül rahatlığı ile sıyrılıyor, böyle bir cevap vermekle belki de cihad sevabı kazandıklarını umuyorlardı.
Bırakınız o günün aklı ve o yılların heyecanı ve yetersiz bilgilerini, bugünün soğukkanlılığı ve çoğalan bilgisi ile verdikleri cevap Şer’an doğru bir cevap mıdır? Yani sandaldaki herhangi birine “sandal batmasın” diye içlerinden birini “Sen geber biz kurtulalım” mantığı ile denize attırmak doğru mu? Böyle bir soru sorarak ırk aşkı yahut öfke ile “Müslüman da olsa Arap’ı atardım, benim Kardeşim Türk’tür” dedirterek bir kişiyi İslâm dairesi dışına çıkartmaya koyulmak ne kadar İslâmi? Yoksa “Sebep olan yapan gibidir” hükmünce, soruyu soranın da, cevabı verenin gideceği yere gitme sebebi mi?
Hadi onlar o cahilliği yaptı...
Bizden de niye birileri çıkıp, çocuklar size şöyle sorular soruyorlar, ille de cevap vermek durumunda kalırsanız, “Ben Müslüman kardeşime de, Müslüman olmayan Türk kardeşime de kıyamam, kendim atlar, Rabbime tevekkül ederim” demeyi öğretmedi?
Yahut “Ben Müslüman’ı atarım, o şehit olur, şehitlik neşesiyle bana da şefaat eder” demeyi veya “Türk’ü atarım, denize düşünce nasıl olsa Kelime-i Şahadet getirir, hem o kurtulur, hem biz kurtulmuş oluruz” dedirtmedi? Özet olarak..
Öyle bir soruyu bir ülkücüye soran “Dini siyasi amaçlarına âlet etmiş” bir kişidir ve hangi cevabı verirse versin, cevap verenden daha mesuldür ve tehlikelidir, tehlikededir.
Siz o güne bakarak bugünü okuyuverin artık.