Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Özcan YENİÇERİ
Özcan YENİÇERİ

Ülkenin ve gerçeklerin yanında taraf olmak!

Montesquieu (Monteskiyö), Kanunların Ruhu adlı meşhur eserinin önsözünde: “Eğer insanları, önyargılarından kurtaracak bir şey yapabilirsem, kendimi ölümlülerin en mutlusu sayarım. Önyargı dediğim, bazı şeyleri bilmemek değil, kendi kendini bilmemektir” der.
Önyargı ile kendini bilmemek (birey olamamak) birbiriyle ilişkili iki kavramdır. Bugünlerde Türkiye’de yaşanan kafa karışıklığı ve gündem kalitesizliğinin temelinde bu iki kavramın içselleştirilememesi vardır. Aslında Türkiye kendi kendini bilmeyen ama diğer her şeyi biliyor sanan insanlar cennetidir. Hâlbuki bu ülke bilimi, “kendini bilmek” olarak tarif edenlerin ülkesidir.

“Pervaneler” ve “papağanlar”
Türkiye’de kendi kendisinden geçmişçesine kâhin gibi gelecekten haber verenlerden, karanlık ilişkileri bir hamlede çözen müneccimlerden, ezber üzerinden ezber bozanlardan geçilmez olmuştur. Siyaset ve medya dünyasına bu cepheden bakınca “kendini bilmeyen”, kendine güveni olmayan ve önyargılı insanlarla ağzına kadar dolu olduğu görülür. Bu insanların ortak özellikleri her şeyi bir taraf adına rahatlıkla saptırması ve yorumlamasıdır.
Osman Ulagay bir yazısında ülkede olup bitenlere verilen tepkilere göre iki taraftan olduğundan söz ederek şöyle der: “Bir yanda 40 yıldır aynı ezberi tekrarlayan papağanlar, diğer yanda entelektüel birikimlerini, yanan bir ampulün çekici gücüne kapılan pervaneler gibi harcayanlar”. Aslında Ulagay’ın ikiye ayırdığı topluluklara üçüncü bir grup daha ilave etmek mümkündür. O da ne pervane ne de papağan olmayıp yerine göre hem pervane hem de papağan olanlardır. Bunlar külliyen omurgasızdırlar. Onların sözleri, görüntüleri ve kalemleri çıkarlarına endekslidir.
Meral Tamer “Ne pervaneyim, ne papağan, bana da bir isim bul, Osman!” diye bir yazı yazmış. Tamer, yazısında “Parti kapatmaya karşı demokrasiyi savunmaktan korkuyoruz. Çünkü bu ülkede bir cephe demokrasiyi savunanları tarikatçı, şeriatçı, AKP’li, Sorosçu olarak damgalamaya hazır... Emniyet’te, yargıda, eğitimde, medyada tarikat kadrolaşmasına işaret etmeye korkuyoruz. Çünkü bu ülkedeki diğer bir cephe, tarikat kadrolaşmasına işaret edenleri darbeci, cuntacı, Ergenekoncu, faşist olarak damgalamaya hazır”. Tamer “parti kapatmaya karşı demokrasiyi savunmak” gibi bir dogmayı da bu arada okuyucuya yutturmuş oluyor. O, bu sözleriyle demokrasiyi, çaktırmadan parti kapatmamaya indirgemiş oluyor.

“Hem nalına hem mıhına vurmak”
Ancak gerek Tamer’in ve gerekse de Ulagay’ın yazdıkları, ülkeye hangi iklim ve korku ortamının hâkim olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. Tamer’in yazısındaki ana kavram “korku” dur. Daha çok da Tamer, birileri tarafından damgalanmaktan korktuğunu yazıyor. Ulugay da şabloncu ve kendi kendini tekrar eden fanatiklerden söz ediyor. Her iki yazar da bu ülkede insanların “ya örs ya çekiç”, “ya ot ya da diş” olmak gibi bir tercihle karşı karşıya bırakıldıklarını görmezlikten geliyor. Yine her iki yazar da iktidarın her yaptığını övmek, yüceltmek, alkışlamak ve kutsamakla görevli parti muhafızlarını bir yana, tutuklanma, baskı ve damgalanma tehdidine karşı iktidarı eleştirenleri de öbür yana koyuyor. Hâlbuki ikisi aynı şey değildir; iktidar yanlısı medya mensuplarının büyük bir kısmı kendilerini besleyenleri beslemekle görevli olanlardır. Onların iktidara yönelik övgüleri de muhalefete yönelik sövgüleri de konjonktüreldir.
Türkiye elbette bunlardan ibaret değildir. Doğruya doğru; yanlışa yanlış diyen, Sezar’ın hakkını Sezar’a veren, bir yerlere ram olmamış fikir namusuna sahip insanlar da var bu ülkede. Ancak onların düşüncelerinin topluma ulaşmaması için inanılmaz bir engellemenin olduğu da bir vakıadır. Medyanın çok önemli bir kısmı beşeri ve fiziki kaynaklar yönünden bu iktidar döneminde büyük bir hızla hem sahiplerini, hem inançlarını, hem de ahlakını değiştirdi.
Bu ülkenin gerçek entelektüellerine düşen görev de “hem nalına hem mıhına vurmak” değil, ülkenin ve gerçeklerin yanında taraf olmaktır. Bu taraftarlığı da korkmadan yapmaktır.

Yazarın Diğer Yazıları