Ülken Peşinden Gelir
Savaşlar ve sınırlar ötesine savrulmalar, yazgının yazmanı olurlar çoğu kez. Aşkı da yazgısıyla mücadeleye başlar insanın, işte bu ahval ve şerait içinde. Sonra şaşırmalar, büyük şaşırmalar... Düşmanlıklar ve nefretlerin ne kadar temelsiz ve tutarsız, dostlukların ve insanlıkların ne denli sağlam ve içten olduğunu görürsünüz. Bunları görmek, doğduğun ve boya başa yettiğin ülkeni ve kendini yitirmek değildir, ne edersen et “Ülken Peşinden Gelir”.
Çağatay Eroğlu’nun romanının adının yarısı da bu işte: “Kıbrıslı-Ülken Peşinden Gelir” (Gürer Yayınları). Roman gerçek bir aile öyküsüne dayanıyor. Sürükleyici bir kurgu ve akıcı bir biçemle yazılmış. “Zorluklar hayatımızı yönlendirir”, “Geçmiş geri alınmaz”, “Biz Türkler işte böyleyiz, tezatlar sultanlarıyız” gibi özlü sözler kitaba güzellik ve derinlik katmış, ama öyle azlar ki, keşke yazar romanına daha çok felsefi sorgulamalar katsaydı, ilginç bir serüvenle birlikte ne iyi giderdi.
Biz Kuş muyuz, Yoksa Tavuk mu?
Cumhuriyet Gazetesi Bilim ve Teknik Eki’nde yazılar yazan Doç. Dr. Mustafa Çetiner’in Gürer Yayınları arasından çıkan kitabının başlığı, yukarıdaki başlığımdır.
“Eğer dünya ve ahirette Allah’ın velilerinden maksat bilginler değilse, Allah’ın velisi yok demektir” diyor İmamı Âzam Ebu Hanife. Çetiner de kitabında sık sık bilimin önemine vurgu yapıyor, bilim zihniyetine aykırılıkları yeriyor. Bu bağlamda ünlü fizyolog Claude Bernard’ın şu sözünün kulaklara küpe ve rehber olmasını istiyor: “Ben her pazar kiliseye giderim ama laboratuvarda üzerime beyaz önlüğümü giydiğimde Tanrı dâhil hiç kimseyi tanımam.”
Batılıların ürettiği bilgileri öğrencilerine aktarmayı akademisyenlik sananlar, bilime rehberlik edip bilgi üretmek yerine, bilgi devşirme ya da bilgi aktarma yolunu seçenler de yazarın hedefi oluyorlar. Medrese kültüründen devrimci kültüre geçen bir toplumun geriye götürülemeyeceği fikrini işleyen yazar, geçmiş kültürümüzün öğreti ve öğütlerini, yaşam felsefesi etmekten de geri durmuyor. Söz gelimi, Mevlevilerin birbirlerine “Mirim Allah derdini artırsın” dileğinde bulunmalarını olumluyor. Bu olumluma, bana Niyazi Mısrı’nin “Derman için tabibe gittim, meğer derdim bana derman imiş” mealindeki dizeleriyle Ataol Behramoğlu’nun “Benim annem, güzel annem/Bu dert beni adam eder” dizelerini anımsattı.
Son tanıtacağım kitap, kımız kolisinden çıktı. 21 Mart’ta HEPAR adına bir Nevruz etkinliği düzenlettim Kocaeli’de. Kımız içerek hiç Nevruz kutlanmamıştı ülkemizde, bunu ilk ben yapmak istedim. İzmir Kemalpaşa’daki Alaş Kazak Vadisi’nden bir koli kımız ısmarladım. Koliden bir de kitap çıktı, adı: “Alaş Kazak Vadisi ve Tarihçesi/Orta Asya’dan Ege’ye Kazak Göçü”. Gazeteci-yazar Durmuş Odabaşı, Doğu Türkistan göçmeni Şirzat Doğru’nun çetin mücadeleler ve başarılarla dolu hayatını kitaplaştırmış. 18 bin kişilik göç kafilesinden, kimileri göl sularına gömülmüşler, kimileri ölmüşler, kimileri dayanamayıp geri dönmüşler. Kimileri ise zalim Taklamakan’ı geçmişler, Himalayalar’da idrar içmişler, ama başarmışlar. Şirzat Doğru, Türkiye’ye gelmeyi başaranlardan. Kitapta kımız çiftliğinin öyküsü ve Kazak Vadisi’ne uğrayan ünlülerin şeref defterine yazdıkları da var.