Ülkeden siyaset ve seçim manzaraları!
Yerel seçimler yaklaştıkça partilerde büyük bir alt üst oluş yaşanmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: Şişli’nin eski CHP’li Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, eski partisi olan DSP’ye yeniden katılmıştır. Sarıgül’ün bunu “Baykal’dan intikam almak için” yaptığı, bu nedenle de bir önceki seçimde CHP’nin de desteğini alarak Eskişehir’de DSP’den başkan olmuş olan Yılmaz Büyükerşen’in bu durumdan rahatsız olduğu medyaya yansımıştır. Geçen seçimlerde birden bire AKP’li olan ve bu partiden Adana Belediye Başkanı seçilen Aytaç Durak yine seçimlere beş kala partisinden istifa etmiştir. Yeni tekliflere hazır bir biçimde bir kenarda beklemektedir. Keçiören’in eski MHP’li son zamanlarda AKP’nin kadrolu belediye başkanı olan Turgut Altınok, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına taliptir. SHP’nin Genel Başkanı Murat Karayalçın yeniden şansını denemek üzere genel başkanlıktan istifa ederek CHP’den Ankara Büykşehir Belediye Başkanlığına aday olmuştur.
Belediye başkanı olmak için içlerinde parti genel başkanlarının, eski bakanların, yeni genel müdürlerin ve rektörlerin de bulunduğu çok sayıda kişi görevlerinden istifa etmişlerdir. Tabii bunu ülkeye hizmet etmek için (tamamen duygusal nedenlerle) yaptıklarından (!) kimsenin kuşkusu yoktur.
Bu arada YSK da 2004 yılında yapılan yerel seçimler sırasında kayıtlı 43 milyon olan seçmen sayısını, 2007 milletvekilliği genel seçimlerinde “mükerreren yazılanları” eledikten sonra 42 milyona düşürmüştü. Bu kez, yani 2009 yerel seçimleri için Türkiye’deki toplam kayıtlı seçmen sayısını YSK 48 milyon alarak açıkladı. Birden bire seçmen sayısında 6 milyonluk küçücük (!) bir artış söz konusu olmuştur. Bir ülkede seçim daha yapılmadan sonuçlarının tartışılır hale getirilmesi ancak bu türlü bir uygulamayla mümkün olabilirdi. YSK bunu bir biçimde başarmıştır.
Seçim denilince Türkiye’de insanların aklına zaten demokrasi gelmemektedir... Daha çok kurulan iftar çadırları, dağıtılan gıda paketleri, evlere servis edilen kömürler, açıktan verilen bedava alış veriş kuponları ve bir de çeyrek altınlar gelmektedir.
Siyasi manzara ürkütücüdür!
Siyaset Türkiye’de kendi kendisini tekrar etmekten yorgun düşmüş genel başkanların tekelindedir. Böyle bir tekel altında bitmiş tükenmiş olmasına karşın hâlâ bu görevleri sürdüren belediye başkanları ve parti yöneticileri vardır.
Bir adam düşünün ki üç ya da beş dönem parti yöneticisi, milletvekili ya da belediye başkanlığı yapıyor olsun. Böyle bir adamda diğer özellikler bir yana başkan ya da vekil seçilmesinin heyecanı olur mu? Böyle bir adam kendini kanıtlama arzusu duyabilir mi? Mevcut kendi eseri olduğuna göre daha iyi için kendisini zorlar mı? Elbette hayır! Bu tür bir adam ancak kendi kendini tekrar eder.
Hele hele üç ya da beş dönem belediye başkanı, muhtar ya da genel başkan seçilen bir zatı düşünün! Adam artık tam anlamıyla vaz geçilmez olmuştur. O, başkanlığı ya da vekilliği lütfen -tamamen duygusal nedenlerle- kabul ederek, kendisini halk için feda eden bulunmaz bir varlık olarak görecektir. Eğilmekten beli bükülen yardımcıları, öpmekten çeneleri eskiyen aday adayları, “la havle” çekmekten sabır taşına dönen müntesipleri olduğu sürece “en büyük başkan bizim başkan” olmaya devam edecektir.
Ondan sonra gelsin ihaleye fesat karıştırmalar, sebepsiz zenginleşmeler, rüşvetler, hırsızlıklar, sahtekârlıklar ve adam kayırmalar... Böyle bir siyasetten Kemal Kılıçdaroğlu gibilere daha çok ekmek yedireceğini söylemek için çok da zeki olmaya gerek yoktur!