Ülke siyâsî teröre teslim...
Hızlı bir çözülme yaşanıyor... Siyâset, otuz yıldır akan kan gölünün üzerine toplumsal çözülmeyi inşâ ediyor usu usul.
Terörün tebârüz eden vahşetine lânetler yağdıran toplum, siyâsetin sinsice ördüğü oyunun farkında değil.
Kandan da vahim olarak ülkenin canı akıyor. Bin yıldır bir arada yaşamanın en güzel örneğini insanlığa gösteren bu topraklar ve bu millet, süratle ayrıştırılıyor. Bin yıldır bir arada yaşayan insanlar arasındaki uhuvvet râbıtasının çivileri siyâsetin kerpeteniyle birer birer sökülüyor, sökülen çivilerden gelen kadîm çatırdama sesleri duyurmamak için bir ihânet korosu sesini yükseltiyor, başarıyorlar da.
Gazete köşelerine çökmüş ihânet taburları, dünyanın neresinde bir ayrılık, neresinde bir çözülme var ise onları demokratik olgunluk ve ilerleme olarak sunuyor topluma, Cengiz Çandar, Özal ile başladığı bu uzun soluklu tabur komutanlığı vazifesini deruhte ediyor ve avânesi tabii.
Dün bebek katili olan eşkıya, tedricen ‘sayın’ oluyor, ‘barış adamı portresi’ çıkarılıyor o insanlık dışı çehreden, ev hapsi konuşuluyor, serbest bırakılması konuşuluyor, terörün çözümü için serbest bırakılması gerektiğini yazıyor anne tarafından Kürt olduğunu keşfeden Birand, heykelinin dikileceğini söylüyor kimisi de.
Servet Avcı ısrarla yazıyor, üniversitelerdeki PKK hâkimiyetini.
Üniversitelerde PKK’nın hâkimiyeti günden güne artıyor. Ankara Hukuk Fakültesi’nde bu ülkenin çocukları azınlığa düşüyor, bu ülkenin Güneydoğusundaki dağlarda cânilik stajı gören PKK’lılar üniversitelere yerleşiyorlar, üniversitelerden dağlara çıkıyorlar, dağlardan Ankara’nın göbeğindeki üniversitelere geri geliyorlar. Sömestr tatilini dağlarda değerlendiren üniversite kadroları, dağlarda ellerini kana bulamış katillerin üniversite kampüslerindeki şehir eşkıyâlığı.
Yürütmenin başı Başbakan’ın dikkati Hürrem’in dekoltelerinde, Süleyman’ın dizideki hareminde.
Medya, PKK’nın basın bülteni vazifesini kusursuzca ifâ ediyor.
Yerel Yönetimler Yasası birer birer çıkıyor Meclis’ten, PKK güçlendiriliyor.
Mavi Marmara’da dökülen kanların hesabı henüz sorulmadı, ama Başbakan İsrail’e kostaklanmaya devam ediyor. Suriye’nin demokratikleşmesiyle hemhâl olan hükümetin ayağının altından Türkiye çekiliyor, Suriye’nin demokratikleşmesini âmentü hâline getiren iktidar, Kerkük üzerindeki tehditleri yok sayıyor. Kerkük üzerinde Kürtlerin savaşı kızışıyor, Türkiye kendi içinde kardeşlik bağlarını çözüyor.
Türkiye hızla siyâsî teröre teslim oluyor. Her evlâdının şehâdetinde “Bir ölür, bin diriliriz” diyen ve acısını âh ederek içine çeken millet, dökülen kanın, terörün kazınması ile değil, ülkenin bir bölümünün vatan olmaktan çıkıp, ülkenin genelinde bir arada yaşama tecrübesinin ve kararlılığının paramparça olmasıyla sonuçlanıyor olmasını göremiyor, gösterilmiyor.
Siyaset, pasta dilimler gibi dilimliyor ülkeyi kağıt üzerinde ve gizli bir ajandanın öngördükleriyle, ilk dilimi kime ikram edeceklerini bile saklamıyorlar artık.
Bu ülkede sözüm ona tabelâsında ‘milliyetçi’ olduğu varsayılan bir parti var.
Ülkeyi ayağa kaldıracağı bir zamanda oturuyorlar.
Sokak sokak bu ihâneti anlatacakları zamanda oturuyorlar. ‘Ülkücüleri sokaktan çekti’ iltifatları arasında mest olmuş bir şekilde oturuyorlar. Ülkücülerin 12 Eylül tecrübesiyle sokaklara dökülmesinin yegâne anlamını, ellerine silah almakmış gibi gördükleri muameleden hiç rahatsız olmuyorlar. Ülkücülüğü silahla anlamlandıranlara söyleyecek bir tek kelâmları bile yok, çünkü kelâmın haysiyetinden haberleri yok. Kendi iç mücâdelelerinde aslan kesilenler, söz konusu olan ülke siyâseti olduğunda süt dökmüş kediye dönüyorlar.
Suflörler, aman sen ülkücülere mukâyet ol, onları evlerinden dışarıya çıkarma, arada salı günleri Başbakan’a falan gürle, gazlarını al ama onları frenle. Ülkücüleri televizyonlardan, panellerden, konferanslardan ve üniversitelerden uzak tut, gerekirse genelge yayınla, tuvalete giderken bile “teşâşür edeceğim, def-i hacet edeceğim, yüksek tensiplerinize” şeklinde senden izin alsınlar, kongre sonrasında biraz ülkücülük de yapıyorlar bak bu da iyi, ama dozunda, kararında tut bunu da, ülkücülüğün fazlası da zarardır, bütün dümenimizi bozar, diyorlar ve adım adım ülkeyi kanlı terörün ardından siyâsî teröre teslim ediyorlar.
Ülke süratle çözülüyor.
AKP hükümeti yani Başbakan, verdikçe veriyor. Ne zaman sert demeçler furyası başlatırsa ardından taviz vermeye devam ediyor. Ne zaman TV dizileriyle gündem oluşturup, ya da üç çocuk, beş çocuk diyorsa bir şeyler veriyor. Ne zaman İsrail’e, Esad’a efelense ardından İmralı’dakinin, PKK’nın ve TBMM’deki siyâsi bürosunun isteklerini yerine getiriyor. Muhalefetsiz bir Türkiye AKP’ye, yani Başbakan’a ve liberal medyasına teslim olmuş durumda.
Bu ülkenin türküleri ağıtlara dönüşecek.
Ya da milletin ayranı kabaracak ve on yıllık bu öfkeli saltanata son verecek.
Aksi takdirde on yıllık iktidar ve muhalefeti tarih, ihânet sayfasına yazacak, gelecek nesiller lânetle anacaklar.