"Uğur öldü oğlum"
Vicdan Sustu,
Hukuk sustu,
İnsanlık sustu,
Göz göre göre öldürüldük,
Ey Halkım unutma bizi…
Böyle yazıyordu, Fethiye Belediyesinin Heykeltraş Onur Fırat Fen'e yaptırdığı Uğur Mumcu anıtının üzerinde.
Beni de davet ettiler açılışa…
Açılışta konuşmalar yapılırken hani anılar bir film şeridi gibi gözü önüne gelir ya benim de geldi.
Babam, Türk Elektrik Kurumunda çalışan bir işçiydi. Vardiyalı çalışıyordu. İş çıkışında bir gün öncesinin gazetelerini getiriyordu. Çok okumazdı. Hatta sadece bir kişiyi okurdu. Bana da büyük bir saygı ve büyük bir gurur ile anlatırdı. Çok haber dinler ve izlerdi…
Her çocuğun babası elbette kahramanıydı. Babamı bu kadar derinden etkileyen kişi çoktan benim de kahramanım olmuştu. Babam seviyorsa kötü biri olamazdı.
Okumaya başladım…
Ortaokuldaydım daha…
Merak ediyordum…
Hiç görmedim Uğur Mumcu'yu ama bir o kadar yakınımda hissediyordum.
Babam çok duygularını belli etmezdi. Bir defa ağlarken görmüştüm onu, o da abisinin vefatında.
Sabah babamın nöbetten gelmesini bekliyordum. Normalde geç kalmazdı…
Bir terslik vardı…
Çok geç geldi…
Gözleri kıpkırmızı ve suratı çok üzgündü…
Ne oldu demeye korktuk. Kesin birine bir şey olmuştu.
Bana baktı…
"Uğur öldü oğlum" dedi…
Uğurları düşünmeye başladım. Ailemizde Uğur da yok. Kimdi bu Uğur?
Öyle ya Uğur Mumcu ölmezdi, ölemezdi…
Annem, "Hangi Uğur" dedi.
Babam, "Yiğit Uğur" diye karşılık verdi.
Sadece sessizlik ve babamı ikinci kez ağlarken gördüm.
Evde artık matem vardı. Kapısını çekip saklanıp ağlayabileceğim bir odam yoktu. Ama mutfağın balkonuna gittim oturup saatlerce ağladım.
Adana'da temsili tören yapıldı. Herkesin dilinde ve gözünde aynı hüzün vardı. Esnafı, işçisi, memuru, sağcısı, solcusu hepsi bir yiğit için saygı duyuyor ve gözyaşı döküyordu.
Elimde gazete.
Manşet: "Susturamazlar"
İşte o gün karar verdim hangi yola baş koyacağıma.
Kimi örnek alacağıma…
Söz verdim kendime onun gibi olacağım diye.
Ne mümkün!
Çünkü Uğur Mumcu olunamazdı.
Mustafa Balbay'ın kitabında okumuştum…
"Sütun" sözcüğünün iki anlamı var: Taş ya da betondan yapılmış taşıyıcı direk ve gazetelerde yukarıdan aşağı yazılara ayrılmış bölümler.
Gazete yazarlarına ikinci anlama dayalı olarak, "sütun sahibi" de denir.
Uğur Mumcu'nun yazıları her iki anlama da girer.
Uğur Mumcu'nun sütunları gazeteciliğin özünü, halkın mutlu yaşadığı bir demokrasi için mücadele etme enerjisini,emperyalizme karşı durmanın bilincini, yurtseverliğin heyecanını, Atatürkçülüğün ruhunu ayakta tutmaya devam ediyor.
Anıta bir daha baktım ve açılışa katılan insanların yüzlerindeki ifadeye baktım.
Uğur Mumcu'nun verdiği kavgayı, yüreğinin en derinliğinde halkına karşı duyduğu sorumluluğun 28 yıl sonra bile farkındaydılar.
Mumcu'nun bütün kavgası aydınlık yarınlar içindi. Kemalist, antiemperyalist kimliği, tam bağımsızlık inancı kavgasında güç veriyordu.
Hiç gölgelere saklanmadı, kaçak dövüşmedi…
Sorumlu bir aydına bir yurttaşa düşen en büyük görevin yılmadan usanmadan, eğilmeden, bükülmeden halktan taraf olarak mücadele etmek olduğunun bilincindeydi.
Mumcu, bugünün karanlığının, dünün hesaplaşması olduğunu görmüştü.
Gericilik ve emperyalizmin çıkarları doğrultusunda kol kola geçerek devamlı laik, demokratik ilerici ve aydınlanmacı devrimlerin başarıya ulaşmaması için olağan gücü ile çalıştığını anlattı.
Kurtuluş Savaşımızın kökeninde yatan bağımsızlık bilinci ve Cumhuriyet devrimlerini yaşatmak, ileri taşımaktan bahsetti.
Uğur Mumcu gazeteciydi.
Bizim kutup yıldızımız oldu.
Yarın 28'inci ölüm yıldönümü.
Öldürerek susturulabileceğini sandılar, ardından yüzlercesi onun yolunda yürüyüşe çıktı.
Yürüyeceğiz…